ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ-  Ayşegül Tözeren, Dünya Öykü Günü ve bu yılki bildiriyi kaleme alan Özcan Karabulut'un öykücülüğü üzerine yazdı.







Fotoğraf: Pixabay

Ayşegül TÖZEREN







14 Şubat, aşkın ve öykünün günü…
“Aşık olmakla ilgili kendimize hikayeler anlatmamız da aşık olmaya dahildir,” der Roland Barthes.
Yüz yıllardır aşkın günü olarak anımsanır, ancak öykü okurları bilirler ki, aynı zamanda bu gün Dünya Öykü Günü’dür. Doksanların, şimdilere benzeyen, yılgın ve yorgun zamanlarında, Özcan Karabulut heyecanını öyküye taşımış, coşkusu yaşadığımız coğrafyanın dört bir yanından edebiyatçıları ve edebiyat insanlarını bir araya topladığı Ankara Öykü Günlerine dönüşmüş. Ardından da dünyadan yazarlar katılmış etkinliklere, Ankara Öykü Günlerinin başına uluslararası sözcüğü yakışmış.

ÖYKÜ, MAĞLUPLARIN TÜRÜDÜR


Öykünün edebiyatın parasız yatılısı olduğunu düşünürüm hep… Toplumsal değişimlerin ilk semptomudur, dinamizmin de, hüsran duygusunun da. Belki bundan, öykülerin masa başında yazılabileceğine inananlardan değilim. Öykü, sabahın karanlığında otobüse yürürken, fırından gelen günün ilk ekmeğinin kokusunu duyarken, metrobüs Hadımköy’e doğru ilerlerken, bir çiftçi dinlenirken, çayını içerken, kuşların göç etmekte olduğunu izlerken, mahpuslara mektup yazarken, postaneye yürürken, sevincini çalanları unutmak için kaldırımları hırsla çiğnerken, sloganlardan sesin yorulduğunda, öğle aralarında herkes yemeğe çıktığında sakladığın kalemini çıkardığında yazılır. Belki bundan, öyküyü hep kazananların yazabileceğine de inanmıyorum. Öykü, mağlupların türüdür. Bir öyküyü okuduğunuzda duyduğunuz gizli haz, kaybeden yanlarınızı, kaybettiklerinizi anımsamanızdandır belki… Özlem değil, sadece anımsama.

Uluslararası Ankara Öykü Günleri de, toplumun dinamizminden uzak günlerinde başlarken, Dünya Öykü Günü projesi Özcan Karabulut tarafından son milenyumun ilk yıllarında ortaya atılmış. 2005 yılındaysa Uluslararası PEN toplantısında, 14 Şubat’ın Dünya Öykü Günü olarak kutlanmasına ilişkin bir tavsiye kararına dönüşmüş… Uluslararası Ankara Öykü Günleri ile birlikte kutlanan Dünya Öykü Günü, edebiyatçıları bir araya getirirken, bu etkileşimden doğan enerji öyküye yansımış. Ve yaşamda da, yazında da hikayeler birikirken, öykünün hızlı yılları başlamış... Yıllar içinde yayımlanan öykü kitaplarının sayısı artmış. Dünya edebiyatından öykü çevirileri de… Öykü günlerinin ve gününün sihirli bir etkisi olmuş öykü kamusunda… Bunu kültür sosyologları açıklayabilir mi, bilmiyorum. Ama galiba, etki yönetilemez, derler. Öykünün günleri ve gününün etkisi de böyle.

SİHİRLİ ETKİYİ KEŞFEDEN BİR YAZAR


Özcan Karabulut, bu sihirli etkiyi keşfeden bir yazar. Çünkü o ilk öykülerini birçok edebiyatçı gibi yazıp, dergilerde yayımlamamıştı. Yetmişlerin heyecanlı yıllarında, kaleme aldığı ilk öyküleri, ODTÜ’nün duvarlarına asmış, üniversitede kurdukları kulüple bir öykü sergisi açmıştı. Elbette, duvarlarda. Kurdukları kulüp kapatıldığında da, demir parmaklıklarının ardında da yılmadı. Neredeyse, orada öykülerini biriktirdi. Adana’da başlayan öyküsü Erzurum’a, oradan Ankara’ya uzandığında, üniversitenin ve mahpushanenin ardından, işçilerle bir ömür geçirdi, çalışmak zorunda bırakılan çocuklar için uluslararası işçi örgütleriyle birlikte çalıştı. Diyarbakır’ın küçelerini adımladı. Her bir adımı ona metin olarak döndü. Belki adımladıkları, yaşadıkları yazdıklarının içinden geçmekteydi. Dünyasında metin olmayana pek yer yoktu.

“Hüzünle Bazı Günler”, “Baştan Sona Yalnızlık”, “Belki de Kaybeden Zaman”, “Aşkın Halleri”, “Amida, Eğer Sana Gelemezsem”, “Muhteşem Tutkularımızın Bir Sonraki Saati”… Öykü kitapları ve romanıyla birçok ödül aldı. Ancak Karabulut’un muhalif ruhunu ödüller ehlileştiremedi, aldığı ödüllerin altında kalemini ezdirmedi. İflah olmaz bir muhaliftir, eleştiriden de, öz eleştiriden de hiç vazgeçmez. Türkiye’deki edebiyat ortamının demokratikleşmesi için mücadele etti, etmekte. Bunun edebiyattaki eleştiri ortamının gelişmesiyle gerçekleşeceğini biliyordu. Bu yüzden öykü yazanlara verdiği desteği, öyküyü eleştirenlere de verdi.

HERKESE ÖYKÜ ÇAĞRISI YAPIYOR


2019 yılının Dünya Öykü Günü bildirisini, Türkçe öyküye en büyük emeği verenlerden Özcan Karabulut yazıyor. Sokağın tozunu, toprağını öyküsüne sızdırabilen nadir edebiyatçılardan Karabulut herhangi birine ya da herkese aslında öykü çağrısı yapıyor:

“Bir öykü, niçin bir uyarı olmasın; kanınızı donduran şeylere ve ölümlere karşı, tepeden tırnağa bir dalgalanma yaratmasın? Durmadan bir şeyleri bekleyen bir hareketsizlik halindeyken; bir öykü, bir hayat belirtisi, hatta niçin bir mucize olmasın? Kötülüklere ve çirkinliklere karşı iyi gelebilir, bir öykü. Bir öyküyle, suya sabuna dokunabilirsiniz. Eğer yanınızdakinin, karşınızdakinin veya hiç tanımadığınız birinin hüznüne, acısına dokunmak için kendinizi hazır hissediyorsanız, bir öykü okumanız yeter. İstemezseniz, koca bir dünya bile yetmeyebilir.

Umudun düşmanlarına inat, ‘Bir insanı sevmek’le, bir öykü okumakla başlayacak ‘her şey’. Evet, her şey ama her şey, bir öykü okumakla başlayacak, sonrası gelecek, mutlaka. Kayıtsızlığımızdan, depresyonumuzdan ya da yorgunluğumuzdan kurtulacağız, çevremizde olup bitenlere ilgi duymaya başlayacağız, her ne yapacaksak onu yapacağız. Bir öykü; dudaktan dudağa, kulaktan kulağa mırıldanarak, insana, daha çok insana fısıldanarak, bize insan olduğumuzu anımsatacak, dostlukları çoğaltacak, paylaştıkça anlam kazanacak ve güzel günlerin mümkün olduğunu gösterecek, umudumuzu hep diri tutacak. Her şey sevgiyle ve bir öyküyle başlayacak…

Bu 14 Şubat’ta; kuşlar, kadınlar, çocuklar ve tüm insanlık olarak iyi olmak istiyoruz. Çünkü insan öyküsüyle ve haklarıyla var.”

Evrensel Gazetesi


Editör: Haber Merkezi