Duvarlara resimleri çizenlerin atölyelerine doğru giderken duvarlardaki her bir resmi fotoğraflıyorum. Öyle güzel süslemişler ki boş evleri, her bir eve her bir duvara bir ruh katmışlar.




İnsan yüzünü ne yana dönse ayçiçekleriyle karşı karşıya kalıyor. Uçsuz bucaksız bir ayçiçeği tarlası sanki Trakya. Yöreden yöreye ismi değişen, kimi yerde günebakan kimi yerde güneaşık olan ayçiçeği görsel bir şölen sunuyor adeta Trakya yollarına düşene.

Tertemiz deniziyle Saroz Körfezinin içine aldığı Keşan da yerli yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. İstanbul’a yakın olması nedeniyle bizim de tercih ettiğimiz bir yer oluyor Keşan.
Gezintiye çıktığımız bir gün tesadüfen geçtiğimiz Çamlıca köyü keşfettiğimiz en güzel yerlerden biri. Duvarlarına çizilen resimler, kullanılmayan evlere yapılan süslemeler ile bu işi kimlerin yaptığını merak ediyoruz. Evinin duvarında resimler olan orta yaşlı bir kadına soruyoruz resimleri kimin yaptığını. “Köyün gençleri yapıyor bu resimleri” cevabını veriyor.
Tabela ile de bir ‘Yayya Bebe Hobi Kafe’ işaret ediliyor. “Acaba orada mı gençler” diye merak edip kafeye gidiyoruz. Yaşlı bir teyze karşılıyor bizi. Kafenin sahibi İstanbul’da yaşıyor; kendileri de orada çalışıyor, kafenin sahibi gibi olmuşlar. Yayya Bebenin her yanı el emeği yastıklar, süsler, çantalar, bebeklerle dolu. Tayze de köyün gençlerinin yaptığını söylüyor resimleri. Köyü ve köyü turistik hale getiren Bocuk Festivalini anlatıyor cafenin bahçesi olan Taş Bahçede.
Duvarlara resimleri çizenlerin atölyelerine doğru giderken duvarlardaki her bir resmi fotoğraflıyorum. Öyle güzel süslemişler ki boş evleri, her bir eve her bir duvara bir ruh katmışlar.
CAN SIKINTISINDAN SOKAKLARI SÜSLEMEYE

Fotoğraf çekerek giderken atölyelerine ulaşıyoruz duvarları resimleyenlerin. İki kerdeş başlatmış meğer bu işi. Tahir Demirel ve Ayşe Demirel Çilingir. Çamlıca köyündenler. Ayşe ilkokul öğretmeni, şehir merkezinde yaşıyor. Yaz dönemleri köye geldiğini söylüyor. Tahir ise 19 Mayıs Üniversitesinde resim eğitimi almış, o köyde yaşıyor. Merakla soruyorum: “Ne zaman başladınız duvarları boyamaya?” 2017’de başlamışlar resimleri yapmaya. Ayşe anlatıyor: “Canımız sıkılmıştı, bir şeyler yapalım dedik. Duvarları boyamaya başladık. Elimizde çok boya da yoktu, siyah ve sarı boya vardı. Annemin kedileri de çok olunca kediler çizdik önce duvara. Herkes bir şey yaptı o duvar için. O duvarla başladı her şey.” Sözü Tahir alıyor: “Bulgaristan’la ortak bir AB projesi başladı. Kedili duvar sergi fotoğraflarında yer aldı. Sonra da satıldı o ev. Boyadığımız ev hemen talep görüyor. Ablamın emeği ablamın fikriyle daha çok gelişen bir şey oldu sokak boyama.”


Ayşe Demirel Çilingir - Tahir Demirel


Ayşe kafenin karşısındaki evden de talep geldiğini, “Manzaramız güzel olsun” diyerek oranın da güzelleştirilmesini istediklerini anlatıyor. Her duvara resim yapılamazmış, eğer iş tutacak bir duvarsa yapıyorlar. Eski Roma yolunda deve kervanlarının dinlendirildiği bir evin önüne deve resimleri çizmişler. Develerin dinlendirildiği evin olduğu bölgeyi anlatan bir metin de kaleme almışlar. Tahir devam ediyor: “70’li yılların sonu 80’li yıllara kadar deve kervanları geliyordu buraya. Biz çocukluğumuzda hatırlıyoruz. Bu sene de burayı anlatan İngilizce bir tanıtım yazısı hazırladık. Yabancı turistlerin de ziyaretleri oluyor.”
KÖYÜN KADINLARI DA GENÇLERİ DE İŞİN UCUNDAN TUTUYOR

Duvarlarına resim çizdiğiniz evlerin sahiplerinin tepkisini merak ediyorum, Ayşe giriyor söze: Resimleri ilk çizmeye başladığımızda evin kiracıları ile birlikte boyadık evi, ancak ev sahibi, ‘Duvarları rezil ettiniz’ diyerek tepki gösterdi. Yaptığımız popülerleştikçe insanların ilgisini çekti ve insanlar da alıştı çizimlere.”
“Büyük ve kalabalık iş gerektiren durumlarda gençlerle birlikte çalışıyoruz. Şu an tatil zamanı olduğu için evimizin önünde çalışıyoruz ama grup çalışması gerektiğinde gençler, kadınlar da katılıyor çalışmalarımıza. Mesela hobi kafenin olduğu bölgede geçtiğimiz yıl workshoplar yaptık. Gençler yüksek bir enerji potansiyeline sahipler, çalışma yapılacağı zaman işin ucundan tutuyorlar. Sadece boyama işi değil yirmi otuz bin kişilik organizasyonlar oluyor örneğin Bocuk Festivali zamanında. Onları hep gençlerin gönüllü emeğiyle gerçekleştiriyoruz.” diye devam ediyor Tahir.

Bocuk Festivalini soruyorum Tahir’e, anlatıyor: “Kışın en soğuk ngecesi. Çok eski bir Balkan kültürü. Ortaçağ’da şekillenmiş aslında. O gece bocuk denilen bir yaratığın çıktığına inannıyorlar. Herkes birlikte olup o mahalledeki en büyük evlerde eğlence yapıp o korkuyu yenmeye çalışıyorlar, sonra da birbirlerini korkutmaya çıkıyorlar gece yarısından sonra. 2004’te burada organizasyon olarak başladı. Şimdi her yıl artan bir organizasyonla devam ediyor.


‘YİYİN 62. GECE, YEMEZSENİZ SIRTINIZA BİNER TELLİ KOCUK
'Taş Behçedeki teyze Bocuk Festivali’nin tarihini anlatmmadan önce kahvedeki erkeklerden festivalin bir çeşit cadılar festiveli olduğunu öğrendiğimizi söylüyoruz. “Onlar bilmiyor, bunak onlar” diyerek Bocuk Festivali’nin neden yapıldığını anlatıyor bize: “Rumlar burada domuz pişirmişler. Bizim Türkler de domuzun kokusunu bastırmak için kabak pişirmişler. Sonra bizim ninelerimiz ‘Biz ille yılbaşında kabak pişireceğiz’ demiş. Bildiğin bal kabağı, onların domuz kokularını bastırmak için bizim de ninelerimizden kalmış. Ninelerimiz derdi ‘Yiyin 62. gece, yemezseniz sırtınıza biner telli kocuk’. Kışın altmış ikinci gününün gecesiyle bizde kabak pişerdi. Kötülükleri kovmak amaçlı bir festival yapılıyor işte. 15-16 senedir festivasl yapılıyor, ama iki senedir çok insan geliyor. 20 bin insan festival zamanı burada oluyor.

Editör: Haber Merkezi