İSTANBUL-ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ;  CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü öncesi Cumhuriyet Pazar'a Hilal Köse'ye konuştu. Kaftancıoğlu, "Türkiye’de kadınların ezilen sınıf olduğu da çok açık. Çünkü kadınlar işçi, emekçi, memur, öğrenci, işsiz, akademisyenler. Her yerdeler. Bu nedenle kadın mücadelesi-mesleği konumu ne olursa olsun- ezilen bir halkın da mücadelesi" diyor. Kadınlara şöyle sesleniyor: " Lütfen politikada da yaşamın her alanında da 'kadınım, kadın gibi yaşar, düşünürüm' demekten korkmasınlar. Fazlasıyla umutluyum. Bu yüzyıl kadınların yüzyılı olacak."

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İstanbul'daki zaferi tüm Türkiye'ye yaşatmak üzere yola koyulduklarını söylüyor. Bu hedefe odaklanmış, hiç durmadan çalışıyor. Yargılandığı davaya, tehditlere rağmen korumalarının alınmasına, yaşadığı onca baskıya ise fazla anlam yüklemiyor. Motivasyon kaynağı, mücadele. "Mücadele etmek zorunda olmak benimki. Hiçbir şey altın tepside sunulmadı bana" diyor ve ekliyor: "Ben aslında ‘kadın gibi’ siyaset yaptığım için hedefteyim. ‘Erkek gibi yapsaydım’ hiçbir sorun çıkmayacaktı. Olsun, bu da beni sonsuz derecede mutlu ediyor. " Kaftancıoğlu ile kadınları, siyasette kadın olmayı, hedef gösterilmesini, hayallerini konuşmak üzere Kemerburgaz'daki Kent Ormanı'nda buluştuk.



"2, 5 milyon kadının okuma yazması yok. Okuyanlar da iş bulamıyor. Çalışanlar yönetici olamıyor. Kamuda çalışanların yüzde 34’ünü kadınlar oluştururken yöneticiler içinde kadın oranı yüzde 13.6. Her 10 evlenmiş kadından neredeyse 4’ü eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Türkiye genelinde kadınların yüzde 36’sı fiziksel şiddete, yüzde 12’si cinsel şiddete maruz kalıyor. Maalesef şiddet her 10 kadının 1’inde gebelikte de devam ediyor… Diyanetin reklam filmi bile soruna ne kadar yanlış yerden bakıldığını, aslında kadının metalaştırılarak, ikinci sınıf insan yerine konulmak istendiğini gösteriyor." 

-Önce kadınları sormak istiyorum. Ülkedeki tablo nasıl sizce?


Türkiye’de hakikaten çok büyük sorunlar var. Kadınların yaşadıkları sorunlar da bence bu sorunların başında geliyor. Kadınlar artık daha görünür evet ama kadınlara yönelik ayrımcı politikalar, kadınların üzerindeki mobbing, baskı, şiddet ve sosyal hayattaki ayrımcılık da artarak devam ediyor. Bunun sonucunda da kadınlar ne yazık ki erkek egemen anlayış tarafından katlediliyor.  Tablo hiç iç açıcı değil. Her geçen gün daha kötüye gidiyor. Geçtiğimiz ekim ayında 36 kadın katledildi. Her gün bir kadın öldürülmüş, düşünün... Kadın cinayetleri bireysel ve sıradan bir suçmuş gibi gösteriliyor. Oysa durum öyle değil. Kadın cinayetleri tartışmasız bir şekilde politiktir. Bakınız Türkiye’de bugünün koşullarında insan olarak yaşamak, varlığını devam ettirebilmek çok mümkün değilken şartlar kadınlar için daha da ağırlaşıyor. Eril anlayışı içinde barındıran iktidar bütün özgür kadınların en büyük organize tuzağı durumunda. Kadın ve erkeği eşit görmeyen ve bunu da çekinmeden söyleyen bir siyasal yapılanmanın karşısında, kadın cinayetleri elbette kültürel ve politiktir. Sadece siyasetteki, iş yaşamındaki kadınlara değil; bütüncül olarak kadına bakışın sorunlu olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geçen gün yayımladığı reklam filmini gördük. “Telefona bakmayın, eşinize bakın…”.

 DİYANET'İN REKLAMI KABUL EDİLEMEZ

- Reklamda kadın kocasına hizmet ediyordu...


Kadına biçilen rol... Reklam, erkek egemen bakışı, bugünün iktidarının anlayışını göstermesi açısından anlamlı. ‘Size biçilen rol bu ve bunda sorun yok’ gibi sunuluyor. Siz hizmet edeceksiniz, eşiniz telefona değil yüzünüze bakacak, ödülünüz de o olacak ve sorun çözülecek. Bu kabul edilemez boyutta bir anlayış.  Kadını kelebek, çiçek, böcekle ya da bir metayla kıyaslayan bakışın, her geçen gün artan ayrımcılığı ve şiddeti çözmeyeceğini sanırım biliyoruz. Bu yaşadığımız şeyi sadece kadınların sorunu olarak değil toplumun sorunu olarak görüyorum ben. Erkek egemen bakış, kadına ve topluma dayatılıyor. Bizim önce bu zihniyeti değiştirmemiz gerekiyor. Hep birlikte, erkeklerle birlikte kadınların vereceği mücadele, bu cinsiyetçi ve eril anlayışın üstesinden gelecektir.

 İLK ADIM KADINLARIN MÜCADELEYİ İÇSELLEŞTİRMESİ

- Erkek egemen bakışı, dini motiflerle sunduğunuz zaman, Türkiye'deki iklime de katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Kadın düşmanı anlayışın eli güçleniyor. Ne yapmak gerekiyor buna karşı?


Bu sorunların çözülmesinin olmazsa olmaz birincil yolu, kadınların tamamının bir araya gelerek, kadın mücadelesindeki paylarını, kendilerine biçtikleri rolü görüp, içselleştirerek kabul etmeleri. Çünkü ne yazık ki kadına yönelik şiddet, işyerinde kadına uygulanan mobbing, o reklamda olduğu gibi kadının aşağılanması kimi kadınlarımız tarafından aşağılanma gibi değil 'korunma' gibi algılanıyor. Mücadelenin birinci ayağı biz kadınların, yaşamın hangi alanında olursak olalım,- sokaktaki, evdeki, siyasetteki, iş yaşamındaki kadın-, kadının bu toplumdaki yerine ve yapabileceklerine dair düşüncemizi ve mücadelemizi ortaklaştırmak. İkincisi, memleketteki bütün sorunlar gibi, kadınların sorunlarının çözülmesi adına, o sorunlardan beslenen, kadını güçsüzleştirerek, kendi iktidarlarını güçlendirmek isteyen anlayışı alaşağı etmek lazım. Sosyal devlet anlayışını ülkede yeniden tesis etmek lazım.  Kadını düzenin ve sistemin dışına çıkmamakla yükümlü gören; sokakta devletin, mahallede geleneklerin, evde kocasının, işyerinde patronun söylediklerinin dışına çıkmamasını isteyen anlayışla örgütsüz kadın oranları direkt ilişkili...

MASUM ZANNEDİLEN KÜLTÜREL KODLAR

 - Kültürel mücadele de gerekiyor değil mi?


Aynen öyle. Çünkü dediğim gibi; kadın cinayetleri kültürel ve politiktir. Kültürel, geleneksel kodlarımızla aslında doğru bildiğimiz yanlışların, o günün koşullarına göre doğru kabul edilen birtakım anlayışların da eğitimle, zaman içinde birbirimize öğreterek dönüştürülmesi şart. Örneğin, 'kızım kalk abine yer ver. Yemeğe önce erkekler otursun. Kızım eve geç gelirsen abin sana kızar' gibi... Abi geç geldiğinde ablanın kızma hakkı yok. Baktığınızda ilk başta çok masumane gelebilir. Ama bugün yaşadığımız sorunların, bilinçaltımıza atılmış ilk adımları oluyor. Bu konuda devlet yöneticileri dahil hepimizin sorumluluğu var. Kadına karşı şiddette, üzücü bir durum var daha var.

- Nedir o?


Eğitim arttığında şiddetin azalması beklenir ama araştırmalara göre durum hiç öyle değil. Yani değişim yaratmak için, farkındalık oluşturup  topyekûn mücadele etmek lazım. Bir halk, sömürü çarkları arasında eziliyorsa bundan en çok kadınlar nasibini alır. Sömürülen erkeklerin de tek kurtuluş yolu, kadın ve erkeğin içine eşit bir şekilde katıldığı örgütsel dinamikleri kurmaktan geçiyor.

KATLİAMLARIN ÖNÜNE GEÇMEK İSTİYORSANIZ...

 - Ya kadın cinayetleri?


Kadın cinayetlerinde 'kızgın koca, kıskanç sevgili, psikolojisi bozuk bir erkeğin' yaptığı cinayetler olarak topluma sunuluyor ve böyle de kabul görüyor. Aslında bütün kadın cinayetleri hep söylediğim gibi politiktir. Sadece 'öfkeli kocanın' yaptığı öldürme olayı değildir. Toplumun dayattığı "eşini seversin de döversin de, hatta öldürebilirsin de!"yi erkeğin beynine işleyen mekanizmayı, ancak kültürel kodlarla mücadele ederek önleyebiliriz. Bunun daha ötesinde bir durum var. Adalet, hukukun üstünlüğü, laiklik ve demokrasi. Bunlar biri olmadan diğerinin yaşayamayacağı kavramlardır. Adaleti tesis etmezseniz, hukukun üstünlüğünü sağlamazsanız. Laikliği uygulamazsanız demokratik katılımı engellersiniz. Demokrasiyi uygulamazsanız, kadınları siyasete katamazsınız. Konuşan, hakkını arayan kadını gözaltına alırsanız, laikliği savunan kadınları ötekileştirirseniz en sonunda iyi hal indirimleriyle neredeyse cinayeti teşvik eder seviyede cezalar verir halde bulursunuz kendinizi. Bunu da meşru görmeye başlarlar ki kadınlar bu defa organize bir kötülük içerisinde bulur kendisini. Bu şekilde bu katliamların önüne geçmek asla mümkün olmaz.

KADIN VARSA UMUT VAR

 - Sizin sorunun çözüleceğine dair umudunuz var mı?


Ben umutluyum. Görüyorum, kadınlar artık haklarını biliyorlar. Birbirlerinden aldıkları cesaretle ve dayanışmayla, haklarını elde etmek için sonuna kadar mücadele ediyorlar. Farklı kimlik, ideolojik bakış ne olursa olsun sorunları konusunda yan yana gelebilmeyi daha fazla başarıyorlar son dönemde. Bu da bana gelecekte bu sorunun çözümü konusunda umut veriyor. Bakın Şili’ye, İran’a; sokaklar özgür ve eşit kadın ve erkeklerle dolu. Yan yana omuz omuza demokrasi ve eşitlik mücadelesi veriyorlar. Biz Gezi ruhuyla, sadece bu iktidara değil tüm dünyaya eşit ve adil bir ülkede yaşamak istediğimizi barışçıl bir şekilde haykırmıştık. Umudum var çünkü kadınlar var.

İKTİDAR KADINI 'KAPATMAK' ZORUNDA ÇÜNKÜ

 - Kadınlar bilinçleniyor derken, tam bu noktada da nafaka gibi, hakların geri alınması gündeme geliyor... İktidar çevreleri kadının güçlenmesinden rahatsız. KADEM bile 'marjinal' kaldı neredeyse...


O çevrelerin rahatsız olması çok anlaşılır. Benim Saray vesayeti diye tarif ettiğim tek adam iktidarı, erkek egemen bakışın iktidarda vücut bulmuş hali. Bu tür iktidarlarda tarih boyunca değişmeyen bir şey vardır ki o da kadını özgürleştirdiğiniz sürece, kadın mücadelesi etkin olduğu sürece erkek egemen bakışlar iktidarda kalamazlar. Bugünün iktidarı, sürekliliği için, birçok alanda olduğu gibi kadını 'hem şekilsel, hem de düşünsel olarak kapatmak' durumunda. Özgürleşen kadın mücadelesi ile iktidarının tehlikeye gireceğini biliyor. Özgür kadın sayısı arttıkça, örgütlü kadınlar çoğaldıkça, baskı, hukuksuzluk ve faşizm gerileyecektir.  Kimi zaman dini, kimi zaman mahalle baskısını kullanarak kadınları kapatmaya çalışıyorlar ama kadınlar artık durumun farkında. Umarım bu mücadeleyi hep beraber büyütürüz.

BEN ONLARIN YANINDA KENDİMİ GÜÇLÜ HİSSETMİYORUM

-Siyasette kadın olmak diye sorsam... Hem kadınlara ilham veriyorsunuz güçlüsünüz, hem hedeftesiniz...


Hepimizin sıkıntısı, yaşadıkları, sosyal, kültürel ve siyasal hayatta karşılaştığımız zorluklar birbirine benzer. Hepimizin bu konuda söyleyeceği çok şey, yapacağı çok iş var. Benim gibi kadınlar yaptıklarımızla görünür oluyoruz, belki cesaretin simgesi gibi görülüyoruz ama... Yaşamım boyunca tanık olduğum o kadar güçlü kadın var ki ben kendimi onların yanında güçlü bile hissetmiyorum. Anadolu'nun bir köyünde hiçbir imkânı yokken, eşinden her türlü şiddeti görüyorken, her türlü baskıya rağmen 5 çocuğunu okutabilmiş bir anne bu topraklardaki en güçlü kadınlardan biridir. Çocuğu göz göre linç edilmiş, dövülerek öldürülmüş bir anne çıkıp, "ben nefrete karşı mücadele ediyorum" diyorsa, o kadın güçlüdür. İster başörtülü olsun ister mini etekli, kıyafeti nedeniyle gördüğü baskıya rağmen mücadeleden vazgeçmiyorsa, 'ben özgürce yaşayacağım' diyorsa, o kadın güçlüdür. Kadın olduğu için ikinci sınıf görüldüğü halde, baskılar karşısında yılmayan her kadın güçlüdür. Hak yerini bulsun, adalet sağlansın ve özgürlük gelsin diye mücadele eden toplumsal katmanların içerisinde kadınlar var.  Aslında güçsüz kadın yok. Güçsüzleştirilen kadın var.

ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ VEREN KADINLAR HEDEF

 - Peki ya siz?


Bana gelince, aslında toplumda kadın olmak kolay değil. Dolayısıyla siyasette kadın olmak da çok kolay değil. Siyasette kadın olduğunuzda size biçilen rollerdeki sorumluluklarınızı da üzerinize alıyorsunuz. Erkek egemen bakışın, cinsiyetçiliğin ve eril dilin hakim olduğu bir yerde kadın olarak mücadele etmeniz kolay değil. Bugünkü siyasal sistem eril dile sahip olmayan kadınları hedefe koyuyor çünkü iktidarını eril dile ve anlayışa borçlu. Bir kadını göstermelik olarak bakan yapıyorlar ama o bakan çıkıp ‘Bir kadın börek yapmasını bilmiyorsa o aile dağılır’ diyor. Hem de bu bakan, ülkedeki kadınlardan sorumlu. Oysa aileleri dağıtan şey eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluktur.  Bu yüzden özgürlük mücadelesi veren kadınlar siyasette bugün daha çok hedef haline getirilebiliyorlar.

Toplumsal kabuller siyasetteki kadını nasıl etkiliyor?


Bir erkek bir şeye itiraz eder ama kadın itiraz ettiğinde, erkekler, Meclis kürsüsünden 'ne o öyle car car konuşuyorsun' deme hakkını kendinde bulur. Erkekler, Meclis'te, kendi içlerinde biz kadınların asla kabul etmeyeceği diyaloglara girebilirler, cinsiyetçi ifadeler kullanabilirler. ‘Bir kadın olarak sus’ diyebilirler. Kadınlar bunun yüzde birini bile yapmıyor ama yüzde birlik bir atışma bile 'kadın gibi tartışıyorsunuz' yorumlarına neden olur. Şöyle de bir tabir var. 'Erkek gibi siyaset yapıyor.' Bu zorlukları var ama güzel olan zorluklara rağmen siyasette kadınların var olması.

KADIN GİBİ SİYASET YAPMAK İSTİYORUM



"Siyaset yapılması gereken bir iş değil bence yaşamın her alanında olduğu gibi bir sorumluluk. Toplumu dönüştürmenin araçlarından biri. Toplumu dönüştürme adına kadınlara da büyük bir sorumluluk düşüyor."

- Siyasete uzak duran kesimlere de siyasetin yapılması gereken bir iş olduğunu gösterdiğinizi düşünüyor musunuz?


Benimle ilgili şu söyleniyor: Erkek gibi kadın. İltifat etmek istiyorlar ama benim için cinsiyetçi bir ifade ve kabul etmeyeceğim bir ifade. Ben siyasette erkek gibi kadın olmak istemiyorum. Kadın gibi kadın olmak istiyorum. Kendine zaman ayırabilen, giyimiyle kuşamıyla bakımlı da olan, ‘erkekler gibi’ giyinmek zorunda olmayan, istediği zaman kırmızı rujunu da süren, güzel görünme kaygısı olmadan makyajsız da olabilen kadın gibi siyaset yapmak istiyorum. Belki geçmişte bu konuda çok umut yoktu. Bunun mücadelesini elimden geldiğince veriyorum. Bu umudun da her geçen gün arttığını görüyorum. Kadınların, ‘kadın gibi düşünerek, kadın gibi davranarak doğru bildiklerimin mücadelesini verebilirim' duygusuyla siyasete ilgilerinin arttığını görüyorum. Ben aslında ‘kadın gibi’ siyaset yaptığım için hedefteyim. ‘Erkek gibi yapsaydım’ hiçbir sorun çıkmayacaktı. Olsun, bu da beni sonsuz derecede mutlu ediyor.

SİYASETE GİRDİM, BİRLİKTE BAŞARMAK İÇİN

 -Siyaset, eğitimli insanların daha uzak durduğu bir alandı sanki....


Siyaset profesyonel bir meslek değil bence. 'Bir şey olayım' diye yapılmamalı. Ne yazık ki birtakım siyaset profesyonelleri tarafından, özellikle bugünün iktidarını kastederek söylüyorum, o hale getirilmiş, bu da toplum tarafından kanıksanmış. Hâlbuki siyaset bir sorumluluk işi. Hekim olarak nasıl daha iyi hizmet verme sorumluluğum varsa öyle... Toplumsal mücadeleler sonucunda, siyasi sorumluluğu da üstlendim, "hep birlikte başarmalıyız" duygusuyla siyasete girdim. 

Haklısınız, iyi eğitimli, beyaz yakalı diye tabir ettiğimiz birçok kişi 'ben uğraşamam, kötü bir iş' diyordu. Bunun değiştiğini görmek mutlu ediyor. Ben de diyorum ki ayıptır söylemesi 'benim de fena olmayan bir eğitimim var. Kendi özel yaşantıma, hobilerime zaman ayıracak pozisyondayım. Ama ben dışardan eleştirdiğiniz, içeri girmeye burun kıvırdığınız şeye girip sorumluluk alıyorum. Çocuğumu görmekten, eşimle, dostlarımla keyifli zamanlar geçirmekten vazgeçip, mücadele ediyorsam sizin burun kıvırma lüksünüz yok. Siz de gelin eleştirdiğiniz şeyi birlikte değiştirelim.' Üstelik siyaset bir sınıfsal mücadeledir. Türkiye’de kadınların ezilen sınıf olduğu da çok açık. Çünkü kadınlar işçi, emekçi, memur, öğrenci, işsiz, akademisyenler. Her yerdeler. Bu nedenle kadın mücadelesi-mesleği konumu ne olursa olsun- ezilen bir halkın da mücadelesi.

HERKES GELSİN, DÜŞÜNCESİYLE ELEŞTİRİSİYLE

 -CHP'yi eleştirmek çok kolay... Şimdi de gördük İBB uzun yıllar CHP yönetimindeymiş gibi davranıldı...


Bu memleketteki bütün olumsuzluklar CHP'den kaynaklıymış gibi... Üzücü olan toplum da oluşturulan medya aygıtlarının etkisiyle bu algı üzerinden eleştiri hakkını kullanıyor. CHP'yi eleştirmenin maliyeti olmadığı için... Israrla altını çizdiğim şu ki, eleştirebilirsiniz ama dışardan eleştirme konforuna kapılmadan gelin içeride birlikte bir şey yapalım. 15 gün oldu, "İstanbul artık bize dar, tek yön iktidar" diyerek üyelik kampanyası başlattık. CHP bu toplumu dönüştürme ve yeniden demokrasiyi inşa etme iddiasında olan bir parti. Herkes gelsin düşüncesiyle, eleştirisiyle gelsin diyoruz. Gelsinler, değiştirsinler. 'CHP'ye üye ol, sen CHP ol.' Siyasette de yaşamın diğer alanlarında da birincisi umut ikincisi inanmak çok önemli. Bir şeyi başaracağınıza siz ve bulunduğunuz yapı inanıyorsa, doğru bir planlama yapıp çalışıyorsanız, bunun olmamasının mümkün olmadığını son yerel seçimlerde gördük. Çok açık bir şekilde söylüyorum; CHP herkesin partisi, herkes için hep birlikte çalışan bir parti.

İSTANBUL İTTİFAKINI BOZMAYA GÜÇLERİ YETMEYECEK

 -İstanbul'u alacağız demiştiniz il başkanı seçildikten sonra arkadaşım Hazal Ocak'la yaptığımız ilk söyleşimizde...


Ben İstanbul İl Başkanı seçildiğim kongrede de demiştim “Bu baskıcı, sömürücü, cinsiyetçi, ayrımcı, ötekileştirici anlayışın sahibi iktidar İstanbul’dan geldi; İstanbul’dan gidecek” demiştim.  Ben onu inanarak söylemiştim. İstanbul'u halka yeniden vereceğiz demiştim... İstanbul hakikaten nefes aldı. İnsanlar sadece kentle değil birbiriyle barıştı. Ben ve bütün arkadaşlarımız birileri gibi sırça köşklerde yapmıyoruz bu yorumları. O dönemde toplumun her kesimiyle iç içeydik. 

Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde tüm Türkiye’de demokrasi ve adalet ittifakı kurduk. Bunun sonuçlarını da 31 Mart’ta aldık. İstanbul’da ilmek ilmek örülen ve birçok farklı kesimi demokrasi ve adalet çatısı altında buluşturan bu anlayışla 25 yıl sonra İstanbul yeniden halkın oldu. Toplumla iç içe olmak, toplumu dinleyen bir siyasi anlayışı CHP'de hakim kılarak, geri bildirimlerle bunu söylemiştik. İstanbul’da biz siyasilerden de öte halkın kendi içinde kurduğu İstanbul İttifakı’nı da bozmaya kimsenin gücü yetmeyecek. CHP İstanbul İl Başkanı olarak ben de her fırsatta bu ittifakı genişletmek ve büyütmek için çalışmaya devam edeceğim. Kehanet değil ama bir şey daha söyleyeyim size. Umarım şimdi olacak dersiniz, o zaman şaşırmıştınız...

ÇOK YAKINDA DEMOKRATİK BİR ÜLKE

 - Şimdi ne söyleseniz inanırım...


Sürenin önemi yok, erken seçim olur ya da olmaz hiçbir önemi yok, çok yakın gelecekte... Bu toplum artık bu topraklarda, yan yana, birarada, demokratik ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edildiği bir ülkede yaşamak istiyor. Bu ülkenin en güçlü ve en kalabalık toplumsal kesimi; hayatı önce işsizlik sonra güvencesizlik, belirsizlik ve tekrar işsizlikle geçen, hayallerinden ümidi kesen, geleceğe kaygıyla yürüyen yoksullukla ya da yoksunlukla yaşayanlardır. Türkiye’de adalet mücadelesinin lokomotifi de güvencesizler olacak. Çünkü ister taşeron firmada işçi olsun ister plazada yönetici; piyasa koşullarının ve üretim ilişkilerinin dayattığı gerçek aynı. Gelecek seçimlerde bunu çok net göreceğiz. Siz bu toplumun her kesimine adaletli olduğunuzu hissettirirseniz, liyakati, hissettirirseniz, yeni nesil siyaset dediğimiz bu, karşılık bulacaktır. Ben çok yakında tek adam anlayışının egemen olduğu bir ülkede değil, demokratik bir ülkede yaşayacağımızı biliyorum. Önümüzdeki hedef belli: Hiçbir vatandaşımızın geleceğiyle ilgili ekonomik ya da sosyal kaygılar taşımadığı, özgürlüğün ve adaletin hakim olduğu, barışın tesis edildiği, ayrım yapılmadan herkesin ülke yönetiminde temsil edilebildiği demokratik bir Türkiye.

- Yerel seçimler bu inancı pekiştirdi her kesimde değil mi?


Öncesinde, çoğu kişi 'oyumuzu İmamoğlu'na vereceğiz ama kazanamaz' diyorlardı. Umutsuzluğun göstergesi... İktidar baskısı ortada, hukuk sopa olarak kullanılıyor, korku duvarları o kadar yükselmişti ki... 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri, inandığımızda olabileceğini gösterdi. Gelecekteki mücadelemiz açısından bu seçimler çok kıymetli. Demek ki sonuç alınabiliyormuş dedirtti... Bugün birçok belediyede halk iktidarı var. Kısa sürede bütün toplum kesimleri bunu gördü. Şeffaf, katılımcı, demokratik ve hesap veren bir yerel yönetimler sürecine girdik. Bu muhakkak genel seçimlere de yansıyacak. Çünkü halkımız “Bak CHP belediyeleri hizmet sağlıyor, herkesi kucakladı” demeye başladı bile.

İMAMOĞLU İLE FİKİRSEL OLARAK BİLE AYRIŞMAM 

 - İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile aranız açık mı? Böyle haberler çıkıyor. Birileri o tweetinizin üzerine atladı.


Atlasınlar. Türkiye'deki siyaset ne yazık ki böyle. İktidarı eleştirmenin maliyeti yüksek. Muhalefette sanki sorun varmış gibi göstererek muhalefeti kendilerince etkisizleştireceklerini zannediyorlar. Yeni nesil siyasette bugünkü iktidarın görmediği bir şey var, siz istediğiniz kadar dedikodularla, algılarla iş yaparsanız yapın, toplum artık hakikati arıyor, görüyor. Ekrem İmamoğlu'nun da benim de CHP'nin de halk için siyaset yapan herkesin tek bir ortak amacı var; topluma hizmet etmek. Siyaseti topluma hizmet aracı olarak görüyoruz. İnsanlar çıkarları çatıştığında kavga ederler. Bugünün iktidarının yaptığı gibi halk için değil de menfaat için siyaset yaparsanız, kavga etmeniz anlaşılır. İmamoğlu ile değil kavgam, fikirsel olarak ayrışmam bile mümkün değil. İmamoğlu İBB Başkanı olarak “16 milyon İstanbulluya nasıl hizmet ederim” diye çalışıyor. Ben de CHP İstanbul İl Başkanı olarak “16 milyon İstanbullu'ya nasıl ulaşırız, İstanbul'da yaptığımız gibi tüm Türkiye'ye nasıl nefes aldırırız” bunun derdindeyiz. İddiaların tümü safsata.



"Ben zaten 47 yıldır vatandaşla iç içeyim. Vatandaşa karşı korunmamı gerektirecek hiçbir durum yok. Millet ittifakının il başkanlarının apar topar açık hedef haline getirilmişken kaldırılmış olmasını da cumhur ittifakının korumalarının duruyor olmasını da ben süreci takip edenlerin takdirine bırakıyorum."

 BEN KORKMUYORUM İKTİDARDAKİLER KORKUYOR

 - Koruma kararınızın kaldırılması... Korkuyor musunuz diye sormak istemiyorum ama bu karar pek çok anlam taşıyor ülkemizde, pek çok insan için de ürkütücü, keyfi... Sizce bu yanlıştan geri dönülür mü?


Yanlıştan geri dönülürse devletin kurumları adına olumlu bir durum olur. Dönülmezse ne yazık ki benim sorunum olmaz. Ama bundan sonra devletin keyfiyetle yönetilememesi adına bizlere daha çok sorumluluk düştüğünü gösterir. Devlet yasalarla, kurallarla yönetilir. Bütün siyasi parti il başkanlarının koruma kararı kaldırılsa, hakkaniyet ve adalet olduğunu düşünürüz.  Devletin en üst noktasındaki kişi AKP genel başkanı, çıkıp bir kişiyi açıktan hedef gösterdiğinde, kendine iç işleri bakanı diyen benim bir türlü adını öğrenemediğim şahıs açıktan hedef gösterdiğinde, üzücü olan hakikatle ilgisi olmayan yalanlarla hedef gösterdiğinde, - ki devleti yönetenlerin, siyaset yapanların asla yalan söylememesi gerekir- bu hedef gösterilen kişiyi korumuyoruz dediğinde, bu aslında belirli kesimlere verilmiş bir mesajdır. Benden sonra İyi Parti İl Başkanı'nın koruması da alındı.  Şahsım adına korkutucu bir şey değil ama devletin işleyişindeki keyfiyeti göstermesi açısından üzücü bir durum. Eklemekte sakınca görmüyorum; koruma ordusu ile gezmeye alışmışlar halktan ve halkı için çalışanlardan korkuyor demektir. Ve unutmayın "Halkından korkan bir iktidar, mutlaka suç işliyor demektir."

 -Size yönelik öfke hiç geçmeyecek gibi görünüyor.


Çok canlarını sıktım, canlarını sıkmaya devam edeceğim. Neden canlarını sıktım? Yaşamım boyunca insan hakları mücadelesi vermiş, nefret söylemine karşı durmuş, barış, insan hakları, eşitlik, adalet ve özgürlük demiş biriyim. Siyasetin de dilinin değişmesi için mücadele eden biriyim. Siz nefret dili kullanmıyorsanız, sözleriniz toplumda karşılık buluyorsa, iktidarın hem ekonomik hem siyasi rant olarak vazgeçemediği İstanbul'u onlardan alıp halka yeniden veriyorsanız, yaptıklarınız iktidarın gücünü sarsıyorsa korkmaları çok anlaşılır. Korkmaya devam etsinler. Korkan ben değilim, iktidardakilerin korktuğunu biliyorum. Saldırılarının sebebi de bu. Korkmayan bir insan karşısındakine zulüm yapmaz. Yaptığına güvenen bir insan yalan söylemez. Düşüncesine güvenen bir insan algı operasyonlarıyla, yalanla iş yapmaz. AKP'de siyaset yapan bir sürü siyasetçi, benim olmadığı aşikar olan birinin fotoğrafını, benmişim gibi sunuyorsa bu onların ne kadar korktuğunu gösteriyor. Bu, benim hakikatimden korktukları anlamına geliyor.

CUMHURBAŞKANI HAKLI!

-Cumhpurbaşkanı ile hiç karşılaşmış mıydınız? Toplumsal Bellek Platformu ile Meclis'te girişimleriniz olduğunda mesela...


Hayır. 2009'da Meclis'e gittiğimizde bütün partilerden randevu istedik. AKP ile MHP randevu vermemişti. Bizim insanlarla bir araya gelmekten hiçbir korkumuz yok, ne söyleyeceğimizi biliyoruz.

 -Cumhurbaşkanı size dilinden düşürmedi gerçekten...


Kadından korkuyor. Sadece Canan Kaftancıoğlu meselesi değil, kadınların mücadelesinin, kendisini Saray'da rahat oturtmayacağını biliyor. Çünkü çok iyi biliyor ki kadınlar özgürlük, eşitlik, adalet, hukuk ve barış demeye başlar ve örgütlü mücadeleyi büyütürlerse kendisi gidecek. O yüzden beni dilinden düşürmemekte haklı… Aslında hedef aldığı şahsım değil; kadınlar, demokrasi, laiklik, barış ve eşitlik.

DOĞRULARI SÖYLEMEKTEN YANAYIM

 - Memleketiniz Ordu'nun size kattığı en önemli şey ne?


Ben insanların hep çocukluğunu yaşadığını düşünenlerdenim. Benim çocukluğum iyi insanlarla geçti. O topraklar, içimdeki adalet duygusunu öne çıkarmama vesile oldu, bana ben olmayı kattı. Öğretmen bir babanın yoksullukla yetişmiş bir çocuğuyum. Varlıklı arkadaşlarım, bitiremiyorum diyerek simitlerini paylaşırdı benimle. Çocukluğumda ne inançları ne de kılık kıyafetleriyle ayrımcılığa uğrayan insan yoktu çevremde...

 - Sözünü sakınmayan birisiniz, zorluyor mu bu durum sizi?


Duygularımı paylaştığımda, yol arkadaşlarım, 'doğru söylüyorsun ama sana zarar verir' diyebiliyorlar. Doğru olduğuna inandığım bir şeyi yaparken 'bana zarar verir mi' duygusuyla hareket etmiyorum. Doğruysa söylenmesi gerektiğine inanıyorum. Yoksa mücadeleyi toplumsallaştıramayız. Yeni nesil siyasetten kastettiğim sahici ve samimi olmak. Popüler olanın peşinden gitmek değil acı da olsa hakikatleri toplumla paylaşmak. İşle siyasette var olmak. Gençlere ve kadınlara hitap ederken insanları ilkelerde, işte buluşturmak. Siyasetçi hayal kurabilmeli, o hayale kendisi inanmalı ve çok çalışmalı. Siyaset bana sorarsanız çok çalışma işi ama boş çalışma işi değil, kendine çalışma işi değil. Siyaset halktan yana, halkla yan yana olmak demek. Yani bir şey olma işi değil. Hep beraber bir şey başarma işi. İstanbul ittifakı ile birbirimizi anladık ve çok çalıştık. Hakim kılınması gereken şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Karşı durduğumuz şey tek adam iktidarı, bizim tek adama ihtiyacımız yok. Bizim toplumun her kesimiyle doğru bir örgütlülüğe ihtiyacımız var. Toplumu başka türlü dönüştüremezsiniz. Tekçi anlayışlara ihtiyacımız yok. Öne çıkmak değil takım oyununu başarabilmek... Ben buna susamış insanları gördükçe de doğru yolda olduğumuza inanıyorum.

"Siyasetçi hayal kurabilmeli, o hayale kendisi inanmalı ve çok çalışmalı. Siyaset bana sorarsanız çok çalışma işi ama boş çalışma işi değil, kendine çalışma işi değil. Siyaset halktan yana, halkla yan yana olmak demek. Yani bir şey olma işi değil. Hep beraber bir şey başarma işi. İstanbul ittifakı ile birbirimizi anladık ve çok çalıştık. Hakim kılınması gereken şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Karşı durduğumuz şey tek adam iktidarı, bizim tek adama ihtiyacımız yok."

BEN DE HERKES KADAR KIRILIYORUM

- Sizi üzen şeyler de olmuştur. 'Bırakın da işimi yapayım' dediğiniz anlar...


Demedim çünkü bırakmayacaklarını biliyordum. Ben sadece işimi yaptım, hayallerimi hayata geçirmek için uğraştım. Bu kadar da olmaz dediğimiz şeyler, bu memlekette herkesin başına geliyor. Bedel ödemekten söz ediliyor... Bu memlekette sayısı binleri bulan faili meçhul cinayetler var. Faili meşhur cinayetler var. İşkenceler var. Taksim, Maraş, Çorum, Sivas, Başbağlar katliamları var.  'Vurmayın öldüm' demesine rağmen tekmeyle öldürülmüş çocuklar var… Başıma gelenleri dünyanın en önemli şeyleri olarak görmüyorum. Bu absürdlüklerin -hukuksuzluk demiyorum- ortadan kalkması için mücadelemi sürdüreceğim. Herkes çok kırıldı, ben de onlar kadar kırılıyorum.

YENİ İL BİNAMIZ ÇOK ŞAŞIRTACAK

 - Şimdi de hayallerinizi sorabiliriz...


Bir il binası almayı hayal etmiştim. Yalnız siyasetçilerin değil tüm dünyadaki partilere örnek olacak şekilde gençlerin, kadınların, toplumun tüm kesimlerinin kendilerini ait hissedecekleri bir mekan olacak. Bunun için de ilk adımları attık. Bir bağış kampanyası başlattık; bir tuğla da sen koy diye. Yeni nesil bir siyasi parti merkezi geliyor. Bölen katı hiyerarşi kültürü yerine; çoğaltan ve birleştiren çağdaş yatay işbölümü getiren siyasal örgütlülük anlayışının temsil edilebileceği bir yer olmasını hedefliyoruz.  ‘Siyasetçilerin buluşma mekânı’ değil “halkın kullanım alanlarından oluşan sosyal ve yaşayan bir mekân’ hayal ediyoruz, planlıyoruz.  Biz, İstanbul’da siyasi parti binalarının kullanım alanları ve imajlarıyla alışılagelmiş çizgisini tamamen değiştirmeyi ve parti binasını halkın ihtiyaçlarına uygun bir biçimde yeniden tasarlamayı hedefliyoruz. Binada herkesi şaşırtacak çok şey olacak. Klasik bir il başkanlığı binası olmayacak. Bu süreçte de Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni nesil siyaset için bizleri teşvik eden tavrı olmasa yapamazdık.

CHP'YE ÜYE OLDUĞUMDAN BERİ DEĞİŞMEDİM

- Partiye ne zaman üye olmuştunuz?


2011 yılında. Önceden dışardan bakan az önce eleştirdiğim kişilerden biriydim. Genel Başkanımızın parti kanallarını açması üzerine partiye gelenlerdenim. Partimiz toplumun her kesimine açıldı özellikle Adalet Yürüyüşü'nden sonra...

 - O kararı veren Canan Kaftancıoğlu ile şimdiki Canan Kaftancıoğlu arasında nasıl farklar var?


Hiçbir fark yok. Geçen yıllar deneyime neden oluyor ama politik olarak aynı yerdeyim. O dönem Esenyurt'ta yaşıyordum. Bir toplantıda Esenyurt Belediye Başkanı ile karşılaştım. Konuşma tarzı bende şu duygusu hissettirdi: Bizler burun kıvırıp dahil olmadığımız için bu anlayış bizi yönetiyor. O zaman git yakın hissettiğin partide siyaset yap dedim kendime. O günkü siyasi anlayışı yok etmekti amacım. Şimdi de aynı...

 EŞİM SİYASETE GİRMEMİ İSTEMEDİ

- Aileniz alıştı mı temponuza?


Alışamadılar. Eşimin babası Ümit Kaftancıoğlu, 80 yılında inandığı mücadeleyi verdiği için öldürülen bir toplum adamıydı. Eşim 'babamlar bir şeyi dönüştüremediler, yaşamlarından oldular' derdi. Siyasetin çok şeyi değiştireceğine inanmazdı, sıcak bakmadı siyasete girmeme. Özellikle İstanbul seçimlerinden sonra 'haklıymışsın mücadele edince bir şeyler değiştiriliyormuş' dedi. Ama hiç görüşemiyoruz. Ortalama 5 saat uykuylayım. 31 Mart sonrası 49 saat hiç uyumadan rekor kırmıştım. Basın açıklamalarımızın birinde 'ben kimim, burası neresi' deme noktasına gelince artık bir kaç saat uyumam gerektiğini idrak etmişliğim var. Sadece ben değil, herkes aynı durumdaydı.

 MÜCADELE BENİM İÇİN ZORUNLULUK

- Herkesin bir motivasyon kaynağı var sizinki ne?


Ben doğduğum günden bu yana hep mücadele etmek zorunda kalmışım. Bu benim gerçekliğim. Yoksul bir ailede doğmuşum, eşitsizliği görmüşüm adalet duygumla itiraz etmişim, okumak için çok kararlı olmasaydım belki üniversiteye gidemeyecektim. Üniversitede yemek zammına karşı mücadele etmişim örneğin,  mecburi hizmette tutukluyu polisin yanında muayene etmeme mücadelesi vermişim... Mücadele etmek zorunda olmak benimki. Hiçbir şey bana altın tepside sunulmadı. İnsanlar tırnaklarımla kazıyarak geldim der ya, ben tırnakları sökülmüş halde doğmuşum...

MUTLULUK HERKES BİRLİKTEYKEN VAR

- Mutluluk?


Çevreniz mutlu ve huzurlu olmazsa siz hangi koşullarda olursanız olun mutlu olamıyorsunuz. Ben mutluluğu şu doğaya sahip çıktığımda, bütün canlılarla iç içe olduğumda, insanlar haklarını aldığında mutlu oluyorum. Ailemizin ayrılmaz bir parçası olan köpeğimiz Rocky ile ağaçların, çiçeklerin ve insanların arasına girdiğimde derinlikli bir huzur duyuyorum. Birbirimizin, yani doğadaki her varlığın birbirinin bir parçası olduğunu hissediyorum. Maalesef bunu vakitsizlikten ve yoğunluktan çok az yapabiliyorum. Kendine  özel kazanımlarla mutlu olduğunu zanneden insanlar var ama huzur ve mutluluk doğallıkta, doğada, herkesin eşit olduğu bir yerde; herkesle birlikteyken var.



"Kendine  özel kazanımlarla mutlu olduğunu zanneden insanlar var ama huzur ve mutluluk doğallıkta, doğada, herkesin eşit olduğu bir yerde; herkesle birlikteyken var..." 

ÖĞRETMENLER ÇOCUKLARA DOKUNUN LÜTFEN

 - Öğretmenler günü çıkıyor söyleşimiz. Babanıza ya da öğretmenlerinize mesaj vermek ister misiniz?


Atatürk'ün asker kimliği çok önemli, bugünlere gelmemizi sağladı ama öğretmen kimliği ve sonrasında devlet adamlığı kimliği çok daha önemli. Başöğretmenimiz Atatürk'ün kurduğu ülkede Cumhuriyet öğretmenlerinden biri olan babam ve beni ben yapan öğretmenler o kadar kıymetli ki... Öğretmenlerin bugün getirildikleri nokta, ne yazık ki kendilerinin de bunu kanıksamış olmaları iç acıtıcı ama. Toplumu dönüştürecek olanlar da yine onlar. Her şeye rağmen bir öğrencinin yaşamına dokunarak bile geleceği kurtarabileceklerini lütfen hissetsinler. Bu  mücadeleyi veren öğretmenlerin değil elleri ayakları bile öpülmeli.

BU YÜZYIL KADINLARIN OLACAK

- Ve rol model olduğunuz kadınlara neler söylemek istersiniz?


Kadınlar olarak asla yalnız değiliz. 365 günü, şiddeti asıl besleyen ve konuşulmayan sebepleri konuşarak, hep birlikte mücadele ederek dönüştürebiliriz. Kadınlar bilsin ki bütün sorunlarının sebebi kültürel ve politiktir. Politik eril bakış açısının dayatmasıdır. Lütfen politikada da yaşamın her alanında da 'kadınım, kadın gibi yaşar, düşünürüm' demekten korkmasınlar. Fazlasıyla umutluyum. Bu yüzyıl kadınların yüzyılı olacak.
Editör: Haber Merkezi