ANNELİĞİN DOĞRULDUĞU YERDEN GÜNEŞ BATIRILAMAZ Her cumartesi annelik kaftanını giyinip atıyorlardı adımlarını kapıların eşiğinden… Bunlar Berfo analardı, Zöhre analardı, Necla analardı ve daha niceleri… Türkiye’nin dört bir yanında bulunan, yitik acılarıyla boğuntulu yaşayan birçok kayıp yakının kalbinin orada attığı yerdi Galatasaray Lisesi… Biri 10 yıla giren gelişiyle nöbete dâhil olurken belki, diğeri yirmi üçüncü yıla giren kuşak aktarımıyla neslinden devralmıştı adalet nöbetini. Kimbilir bir sonrakine çoğu zaman oradan öylesine geçen biri daha katılacaktı bu nöbete;  çünkü adalet isteği her an gelip herhangi birimizin kapısını çalabilirdi… Galatasaray Lisesi önüne dört bir koldan gelerek biriken bu grup, sessiz çığlığıylayüreklerinde hiç yitmemiş acısıylaher cumartesi yeniden yüzleşme pahasına,adalet talebini bitmeyen bir ısrarla ve inatla sürdürüyordu.

ANNELİĞİN DOĞRULDUĞU YERDEN GÜNEŞ BATIRILAMAZ

Her cumartesi annelik kaftanını giyinip atıyorlardı adımlarını kapıların eşiğinden… Bunlar Berfo analardı, Zöhre analardı, Necla analardı ve daha niceleri… Türkiye’nin dört bir yanında bulunan, yitik acılarıyla boğuntulu yaşayan birçok kayıp yakının kalbinin orada attığı yerdi Galatasaray Lisesi… Biri 10 yıla giren gelişiyle nöbete dâhil olurken belki, diğeri yirmi üçüncü yıla giren kuşak aktarımıyla neslinden devralmıştı adalet nöbetini. Kimbilir bir sonrakine çoğu zaman oradan öylesine geçen biri daha katılacaktı bu nöbete;  çünkü adalet isteği her an gelip herhangi birimizin kapısını çalabilirdi… Galatasaray Lisesi önüne dört bir koldan gelerek biriken bu grup, sessiz çığlığıylayüreklerinde hiç yitmemiş acısıylaher cumartesi yeniden yüzleşme pahasına,adalet talebini bitmeyen bir ısrarla ve inatla sürdürüyordu. Belki bu defa diye, hep hatırlamayı göze alarakacılarıyla çalkalanan bu insanlar, analar, bacılar, kardeşler, eşler;kayıp addedilerek, izbeleştirilmeye çalışılan çocuğunun, kardeşinin, eşinin akıbetini ve kemiklerini bilmek istiyordu.

Elinde fotoğrafıyla adalet diye kalakalmış insanlar 23 yıldır aynı yeri mevzi edinmiş; ne mezarı, ne kemiği, ne ölüsü belli; varlığını kanıtlamaya çalışıyorlar sanki yakınlarının… Sadece birden bire yoklara yazılmış, kaybedilmiş, göremediği evladının tütsülenmiş can kokusuyla, eski fotoğraflarıyla burnunun direği sızlarcasına, rahminden yüreğine, oradan zihnine vuran bağrı yanık bir deniz dalgasıyla içindeki sesi bu Galatasaray Meydanındaki o mevzide ağıtlaştırıyorlardı…1995’te başlayıp tam 23 yıla uzanan 703 haftayla çoktan toplumsal bellekte, kişisel bellekte, duygularda ve vicdanlardaaklanıp yerleşmiş bu mekândan polisin sert müdahalesiyle cumartesi annelerinin çıkarılması, devletin hukuki çerçeveleri gözetmeyen bir konuma geçerek güç gösterisine soyunduğunun ve insanların en temel aidiyetlerine verilen ehemmiyetsizliğinbir emsali gibi duruyor…

Kayıp, yitim duygusunun insan varoluşundaki o büyük boşluğunu anlamayanlar, insan psikolojisinde yaratabileceği erozyonu görmeyenler; anavatan, anayurt, yavru vatan, Anadolu diyerek analık mertebesini kutsarken ve milli duygularını bunun üzerine inşa edip, varoluşlarını kaidelendirirken böylesi bir müdahale örneği sergileyerek tüm bu duyguların samimiyeti dışında olduklarını çok iyi göstermekteler... Orada çocuklarının kemiklerini isteyen, akıbetlerini merak eden annelerin sessiz protestolarına kulak tıkayıp analık duygusunun kutsiyetini 700. haftada bir çırpıda yerle yeksan ederek samimiyetsizliklerini ayyuka çıkartmaktalar… Bu müdahale kayıplar belli, failler nerede pankartlarıyla adalet arayışındaki, sistemin olağanca sertliğine rağmen Galatasaray Meydanında var olmayı sürdüren bir grup anne ve akrabayı politik ve tarihsel bir miras için tehdit olarak görmek değil de nedir? Olmuş olanın bundan sonra olacaklara referans olacağının habercisi değildir de nedir?  Bunun, yine de olayın duygusal ve kişisel perspektiften meşruiyetini ortadan kaldırmayacak kadar toplum vicdanında zaten varolan bir travmanın katmerlenerek çığ gibi büyütülmesinden başka bir karşılığı yoktur zannımca…

Cumartesi annelerinin sessiz çığlıklarını duymak için bir an gözlerinizi kapatıp içinize dönmeniz yeterli. Çünkü hepimiz çoluklu/çocuksuz içimizde birer ebevyn taşırız. Bizi biz eden temel aidiyetlerimiz varlığımızdan koparıldığında, özellikle orantısız güç kullanılarak, adalet terazisinin kefesi bozularak, asla kan kaybı dinmez; tabii his, yürek ve vicdan makamı yitirilmediyse… Her toplumda bu tip kayıplara karşı cumartesi anneleri benzeri örneklerle karşılaşılmıştır… Tarihe düşen bu tip bir örnek için Arjantin’deki LasMadres de plaza de Mayo hareketine bakmamız yeterli… Hukuki olarak da meşruiyeti olan şekliyle halkın, iktidarın politik bir tasarrufunu değiştirmek üzere yasal sistemin içinde kalarak şiddet içermeyen bir biçimde kamusal olarak kendini görünür kılmasına imkân verilmiştir? O halde anneliğin doğrulduğu yerden güneşi batırmaya çalışmak niye?