Rosa, bir kadının sınırlarının irade gücüyle ne kadar zorlanabileceğini, insanın prangası haline gelmiş gelenek ve göreneklerin kuşatmasından nasıl kurtulabileceğini gösteren güçlü bir figürdür.




Bir çağ yangınında derme çatma kulübelerde tenceresini kaynatamayanların, 1. Dünya Savaşı’nın kanlı boğazlaşmalarına kurban edilen genç bedenlerin, iki vardiya düdüğü arasında posası çıkarılanların, ah demekten yorulanların ortak sesini mutlu bir dünyanın harcı yapmaya çalışan kadınlardandı Rosa Luxemburg. Bugün ölümünün, daha doğrusu Alman devleti tarafından katledilmesinin yüzüncü yılı devrilirken tarih yazan bir işçi sınıfının onurlu geçmişiyle iç içe geçmiş adını ve eylemini hatırlamaya devam ediyoruz. Hiç unutulmamıştı zaten.



Rosa Luxemburg 1871’de, bölünmüş Polonya’nın Rus işgali altındaki topraklarında doğmuş, çok genç yaşlarındayken ülkesinin kurtuluş mücadelesinin içinde yer almıştı. Gençlik örgütünde yaptığı muhalif faaliyetleri yüzünden tutuklanma tehlikesi belirdiğinde ülkesinden ayrıldı. Zürich’e yerleşti. Burada felsefe eğitimi görürken aynı zamanda sürgündeki diğer Polonyalı devrimcilerle birlikte örgütlenme çalışmalarına, Polonya’ya gizlice soktukları dergiyi çıkarmaya devam etti. Parlak ve çalışkan öğrenci, çoğunluğu erkek, farklı farklı ülkelerden bu ülkeye göçmek zorunda kalmış devrimciler arasında dünya sorunlarına kafa yorma biçimi, problem çözme kabiliyeti, parlak zekası ve öngörüleriyle dikkat çekiyordu. Bu kent emektar Rus Devrimcisi Plehanov’un genç Lenin’le Rus devriminin başlangıçtaki kıvılcımlarını yakmaya çalıştıkları yerdir. O zamanlar Zürich’te birlikte çalıştığı bir başka Polonyalı devrimci Leo Jogiches’le Rosa’nın, aşkın ve mücadelenin birleştirdiği hayatları, ayrılıklarına rağmen ölümlerine kadar kesişecek, birlikte akmaya devam edecekti.

Rosa Luxemburg’un Almanya’da çalışmaya başladığı Sosyal Demokrat Parti türdeş ve bütün konularda anlaşmış unsurlardan oluşan bir parti değildi. Dönemin güçlü siyasetçilerini, teorisyenlerini ve taktisyenlerini barındıran parti içinde Rosa Luxemburg’un öne çıkan bir figür haline gelmesini sağlayan, tarihin kritik dönemlerinde aldığı tutumlar oldu. 1. Dünya Savaşı başlarken, o sırada Sosyal Demokrat Parti’den milletvekili olan arkadaşlarının Alman parlamentosunda oylanan savaş kredilerine evet oyu vermesine, birkaç partili yoldaşıyla birlikte şiddetle karşı çıkması bunlardan biridir. Milyonlarca insanın öldüğü savaşta kendi ülkelerinin burjuvazisini destekleme politikasını reddeden Luxemburg, Leo Jogiches, Karl Liebknecht ve arkadaşları tıpkı Lenin gibi, savaştırılmak üzere askere alınan genç insanlara “silahlarınızı kendi burjuvalarınıza çevirin” diye sesleniyorlardı. Savaş boyunca da bu sloganı sık sık tekrarladılar. Başka halkları ezen bu uğursuz savaşın bitmesi için barış mücadelesi veriyorlar diğer yandan da artık takati kalmamış Almanya işçi ve emekçilerine, hayatta kaldıkça savaşların kaçınılmaz olduğu kapitalizmi yıkmaları için çağrı yapıyorlardı.



Başta büyük zaferler umarak savaşa giren Almanya’nın cephelerinde zaman ilerledikçe komünistlerin bildirileri bir karşılık bulmaya, siperlerden barış çığlıkları yükselmeye başladığında Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşmişti. Almanya’nın savaştığı Rusya’nın komünistleri de kendi cephelerinde Almanlarla aynı bildirileri dağıtıyor ve bu savaşın bitmesi, iki halkın kardeşleşmesi için çalışıyorlardı. Bu çabalarının karşılığı bir devrimle sonuçlanmıştı.

Bundan bir yıl sonra Almanya’da işçi sınıfı kendi ülkelerinde de, tıpkı Rusya’daki gibi Sovyetleri kurmak için ayaklandı. Ülkenin birçok yerinde üretimden gelen güçlerini kullanarak grevler yapmaya başladı. Fabrika konseyleri kuruldu, kent Sovyetleri ilan edildi. Rosa’nın yoldaşı Karl Liebknecht parlamento binasından Almanya Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan ettiğinde kadim bir imparatorluk daha, tarihin sahnesinden siliniyordu.

Sadece Almanya işçi sınıfı değil, Macaristan, Avusturya işçileri de ayaklanmış, Hollanda’da da işçi konseyleri kurulmaya başlamıştı.

Almanya Sosyal Demokrat Partisi’ndeki “revizyonist” eski yoldaşlarıyla yollarını ayıran Rosa ve arkadaşları Spartaküs Birliği’ni kurmuşlardı. Devrimci ayaklanmalar patladığında sayıları çok az olmasına rağmen bu hareketi yönetmek, işçi ve emekçi sınıfları iktidara hazırlamak ve devrime önderlik etmek için olağanüstü çaba harcadılar. Devrim günlerinde işçi sınıfından olağanüstü ilgi gören Spartaküsler örgütü ayaklanma günlerinde Almanya Komünist Partisi’ne dönüştü.


TEORİ VE PRATİK

Rosa Luxemburg işçi hareketi bir parti örgütlülüğü içinde disipline edilmediği sürece eylemlerin parlayıp söneceğini, işçilerin hiçbir sonuç alamayacağına inanıyordu. Onun, döneminde yürüttüğü en önemli tartışmalardan biri de kendiliğinden hareket ile örgütlü hareket arasındaki ilişkiydi. Bu yüzden parti onun için hayati bir konu olmuştu. Ama bu partinin, emekçilere ihanet eden, savaş bezirganı eski sosyal demokrat partiye benzememesi gerekiyordu. Partinin politik platformunun hazırlanmasında nasıl emek harcadıysa, politik programının ve taktiklerinin belirlenmesinde etkin bir rol oynadı.Öte yandan onun kısa hayatı boyunca yazdığı birkaç kitabın sahip olduğu teorik derinlik o kadar dikkat çekiciydi ki; kapitalizmin reformlar yoluyla mı değiştirileceği yoksa devrimle mi yıkılması gerektiği gibi Almanya için o dönem son derece önemli konulara verdiği yanıtlar; ulusal sorun üzerine çözümlemeleri; kitle hareketi ve örgüt arasındaki ilişkiyi formüle etme biçimi çağın temel sorunlarına çözüm bulmak için çabalayan Marksistlerin tartışma konuları arasında yer alıyordu. Lenin de zaman zaman Almanya partisini ve Rosa Luxemburg’un görüşlerini eleştirmişti. Ancak Rosa onun “O bir kartaldır kartal kalacaktır” diyerek takdir ettiği bir kadındı.

Almanya 1918 ayaklanmalarıyla sarsıldığında Rosa Luxemburg hapisteydi. Yükselen hareketin etkisiyle devlet onu salıvermek zorunda kaldığında salıverilmek zorunda kaldığında barikatların arkasındaki yerini alacak; işçilere hitap edecek, bildiriler hazırlayacak, hareketin yönelimini tayin etmek için arkadaşlarıyla çalışmaya devam edecekti.

Ne var ki Almanya devrimi yenilgiye uğradı. Devrimi ezmek için oluşturulan paramiliter ordu, ki aynı zamanda Hitler faşizminin embriyonunu içinde taşıyan bir orduydu bu, işçi mahallelerini, grevdeki fabrikaları, yoksul evleri basarak sayısız işçiyi öldürdü. Arkasından gelen tutuklama dalgasıyla birçok grevci işçi hedefli veya rastgele tutuklandı. Kimisi ölüm cezasına çarptırıldı. Partinin üç merkez komite üyesi; Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Leo Jogiches aynı günlerde katledildiler. Rosa’nın bedeni bir kanala atıldı.

Almanya devleti onları ortadan kaldırmakla işçi sınıfını sindirmeyi yine de başaramadı. Almanya’da onca baskıya ve katliama rağmen 1923’teki ikinci büyük ayaklanmaya kadar işçi grevleri ara ara devam etti. 1923’te zirveye ulaştığında işçiler ikinci bir kıyımla karşılaştı. Hitler faşizmi Almanya işçi sınıfının devrimci cüretine Almanya burjuvazisinin verdiği bir yanıt olmuş; kazanılamayan devrimin faturası sadece Alman işçilere değil nazizm yenilinceye kadar tüm dünya emekçilerine kesilmiştir.


AŞKIN VE DEVRİMİN….

Rosa Luxemburg bir kadının zihinsel ve fiziksel sınırlarının irade gücüyle ne kadar zorlanabileceğini, insanın prangası haline gelmiş gelenek ve göreneklerin kuşatmasından, onu bir hapishane gibi kuşatan düzenin zincirlerinden nasıl kurtulabileceğini gösteren güçlü bir figürdür. Ama daha önemlisi tek başına kimsenin kurtulamayacağını, kendi kaderini değiştirmek isteyen bir insanın kendi türdeşlerini de ortak mücadele için ikna etmesi gerektiğini göstermesidir.Rosa Luxemburg çok genç yaşlarından beri kapitalist köleliği yıkmak için örgütlü mücadele etti. Ancak kölelik düzenini yıkmak sokakta, meydanda kurulan barikatların arkasından sürdürülen kıran kırana bir kavgadan ibaret değildir. Kölelikten kurtuluş mücadelesi onu yaratan bütün iktisadi ve siyasi koşullarla birlikte özgür insanların yeni ahlakını, estetiğini, zihniyetini de yaratma mücadelesidir. Rosa Luxemburg’un hayatı da eylemi içinde böyle çok yönlü şekillenmiştir. Sosyalizm gibi bir insanlık davasına kendisini adamış bir kadındaki cinsine mahsus empati duygusunun, duygusal kapasitenin, kişisel ahlak ve tutarlılığın, sevecenliğin, dikkat ve özenin, yoldaşlarına karşı sabrın ama doğru bildiği konulardaki ısrarın, ikna gücünün o kadının politik seçimlerini nasıl kıymetli bir aurayla kuşattığını da göstermiştir.

Yoldaşı Paul Levi’ye 1914’te şöyle yazmıştı: “İnsan kalmak, gerektiği zaman yaşamını topyekûn kaderin büyük terazisinde tartmak ama aynı zamanda her güneşli günden her güzel buluttan mutluluk payı çıkarmaktır. Ne yazık ki insan kalmaya devam etmeye yarayan reçeteyi bilmiyorum. Yalnızca nasıl insan kalındığını biliyorum. Ama bunu, batan güneş buğdayları kızıla boyarken birkaç saatliğine gezintiye çıktığımız Südende kıyılarında sen de biliyordun. Dünya tüm iğrençliğine karşı yine de öyle güzel ki, yeryüzünde adiler ve kalleşler olmasaydı daha da güzel olurdu…”*

Duvarda açan bir çiçek, ortalıkta gezinen böcekler, dostlarının getirdiği kitaplar, dışarıdan aldığı haberlerle hapishanede bile ruhuna ve bilincine köşkler inşa eden, ziyaretçilerine ve yoldaşlarına yazdığı mektuplarla onları bu köşklerde ağırlayan, daima moral ve iyilik aşılayan bir devrimciydi Rosa. Aynı mektubunda şöyle devam ediyordu: “Sapasağlam, aklı başında ve serinkanlı, evet her şeye karşın serinkanlı olmalısın. Çünkü sızlanmak zayıfların işidir.”

Örneğin, Rosa bir dönem tutkuyla bağlandığı Leo Jogiches’ten ayrıldıktan sonra, sevdiğinin hatasını hiç affetmemesine rağmen onunla birlikte dost ve yoldaş kalmaya ve birlikte mücadele etmeye devam etti. İkisini de sosyalizme bağlayan bağ, dünya görüşü, aynı yolda yürüdükleri sürece hayatlarını da birbirine bağlamıştı. Bugün beraberliklere ve ayrılıklara eşlik eden şiddetin yoğunluğu, kopuşların böyle bir ahlakla yaşanmasını anlamayı zorlaştırabildiğinden Rosa Luxemburg arşivinden elimizde kalan mektuplarından tanık olduğumuz bu iki devrimcinin özel hikayesi, çoğu insana olağandışı, başka bir dünyada geçiyormuş gibi gelebilir. Leo Jogiches’in sancıyan midesine iyi gelsin diye Rosa’ya rahatlatıcı yiyecekler aramasını, onun dostluğundan hiç vazgeçmemesini, Rosa’nın artık “siz” diye hitap ederek mesafe koyduğu eski sevgiliyi, hayatında bir yoldaş-dost olarak konumlandırmaya devam etmesi, sosyalizm mücadelesinin aynı zamanda dünyaya yeni bir ahlak kazandırma mücadelesi demek olduğu idrak edilirse anlaşılabilir. Cinsler arasındaki ilişkilerin bir mülkiyet ilişkisi olmaktan çıktığı bir dünya olacaktır bu.

Mücadele bir kadını bütün hücrelerine kadar değiştirir. Rosa’nın gösterdiği gibi ona kendi ilişkilerini, kendi kaderini yönetme gücü kadar dünyayı yeniden kurma gücü de kazandırır. Rosa Luxemburg’un hatırası bunun tarihsel ve unutulmaz bir anıtı olarak kadınların mücadelesinde yaşamaya devam ediyorsa bunun mümkün olduğunu kanıtlamasındandır.

“Vardık, var olacağız!” demişti. Gerçekten de, unutulmaz emekleri için… İyi ki vardı.


Kısa okuma listesi
*Gilbert Bedia, Rosa Luxemburg - Bir Mektup Ustası, Çeviren: Ülkü Erdoğdu, Pencere Yayınları, s. 201
Elzbieta Ettinger, Bir Yaşam, Rosa Luxemburg, Belge yayınları
Peter Netll, Rosa Luxemburg, çev: Osman Akınhay, Ataol Yayıncılık
Rosa Luxemburg, Sevgiliye Mektuplar, çev: Nuran Yavuz, Kaynak yayınları

Editör: Haber Merkezi