DİYARBAKIR - Danıştay’ın Munzur Vadisi’nde yapılmak istenen baraj ve HES projelerine ilişkin verdiği kararın halkın örgütlülüğünün bir başarısı olduğunu belirten Diyarbakır Ekoloji Derneği aktivisti Güner Yanlıç, sahiplenmenin Hevsel, Hasankeyf ve başka bölgelerde gösterilmesi durumunda sonuç alınabileceğini söyledi.


Danıştay 10. Dairesi’nin, Munzur Vadisi üzerinde yapılması düşünülen HES ve barajlar için Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) zorunluluğu getirmesi çevre örgütleri tarafından olumlu karşılandı. Danıştay’ın Munzur Vadisi hakkında verdiği kararı değerlendiren Amed Ekoloji Derneği aktivisti Güner Yanlıç, 1960’tan bu yana bölge üzerinde asimilasyonun uygulandığını ve göçertme politikalarının olduğu hatırlatmasında bulundu. Dersim’de bütün dinamiklerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir örgütlenmenin olduğuna işaret eden Yanlıç, Danıştay kararının, Dersim halkının örgütlülüğünün bir başarısı olarak ifade edilebileceğini söyledi.


BOTAN ÇAYI, DİCLE VADİSİ VE VAN GÖLÜ HAVZASI


Danıştay’ın verdiği bu kararın rehavetine kapılıp bir şeylerin değişeceğini söyleyemediklerini ifade eden Yanlıç, “Çünkü sistem kendini bu kapitalist düzen üzerinden var etmektedir. 1938’den bu yana Dersim üzerinden gerçekleştirilen Şark Islahat Planı, bugün de bu tür projelerle karşımıza çıkmaya devam ediyor. Son 20-30 yıllık süreçte barajlar yoluyla göçertme politikalarıyla karşı karşıyayız. Aşırı karı besleyebilmek için birey, doğa ve kadını metalaştırmak için yapılan bir tekleştirme var. Dersim üzerinden yapılan devasa barajlar tamamıyla endüstralizmi besleyen hedeflerdir. Danıştay’ın verdiği bu kararın aynısını, Botan Çayı, Dicle Vadisi ya da Van Gölü Havzası üzerinde yapılması planlanan HES ve barajlar için de vermesini bekliyoruz. Umuyoruz ki Danıştay ve merkezi iktidar, verilen bu kararın doğru olduğuna inanır ve diğer alanlarda da adım atar” dedi.


‘DOĞADAKİ TAHRİBATLAR SÜRECEK’


Barajlarla yapılmak istenenin yerel halkın geçmişle bağını koparıp şehirlere göçertmeye çalışmak olduğunu kaydeden Yanlıç, Danıştay’ın verdiği kararın doğru bir karar olduğunu, ancak sermaye grubunun pes etmesi, çevreyi ya da ekolojik bir anlayışı benimsemesinin çok uzak bir ihtimal olduğunu vurguladı. Yanlıç, “Sermayedarların, önümüzdeki zamanlarda daha büyük, yasa ve yönetmeliklerle saldırıları olacaktır. Sistemin bu kar hırsı ile saldırılar, aralıksız olarak tüm vadiler ve barajların olduğu yerlerde sürecektir. Son yıllarda iktidarın sermayeciyi destekleyen politikaların uzantısı olarak bu denli tahribatlar olmaktadır. Son iki yılda OHAL’den dolayı birçok yerde tahribatlar yapıldı. Bu da önümüzdeki zamanlarda kaldığı yerden devam edecektir” dedi.


‘UNESCO’NUN BİZİ KORUYACAĞINI İNANDIK’


1970’lerden bu yana Munzur Vadisi doğal park ve sit alanı olarak geçmesine rağmen 4 baraj ve 16 HES yapımının planlandığını ifade eden Yanlıç, “Türkiye imzacısı olduğu hiçbir sözleşmeye uyan ve uygulayan bir ülke değil. Milli park ilan ettiği alanı sermayeye açabiliyor. Koruma altındaki ormanlık alanı oturuma, talana açabiliyor. Tarihi ve kültürel yerleri, UNESCO’nun imzacısı olduğu halde bu alanları yakmaktan hiç geri kalmıyor. Türkiye’nin doğal yerleri sayılan Munzur Vadisi ve Hevsel Bahçeleri’nin korunmasını sağlayan Ramsar Sözleşmesi’ne imza attığı halde, bu kararlarını uygulamıyor. Biz yıllardır UNESCO ve UNICEF’in bizi koruyacağına inandık ama geldiğimiz noktada örgütlülüğün, bizi sermayenin yeşil yüzü olan kurumlardan daha doğru ve daha sağlıklı bir şekilde koruyacağına inanıyoruz”  şeklinde konuştu.


Duyarlı kesimlere seslenen Yanlıç, Dersim’de gösterilen sahiplenmenin Hevsel, Hasankeyf ve başka bölgelerde de gösterilmesi durumunda sonuç alınabileceğini söyledi.


RAMSAR SÖZLEŞMESİ NEDİR?


1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde imzalanan ve bu yüzden Ramsar Sözleşmesi adını alan Uluslararası Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi ile dünyada birçok sulak alan koruma altına alınmış durumda.
Editör: Haber Merkezi