ANKARA - Bölgelerde kurulmak istenilen sulh komisyonlarının nedenini şiddetin ev içerisinde kalması olarak yorumlayan Dr. Gül Erdost, “Şiddeti kapatmak, kimsenin görmemesi, aile içerisinde kalması ve erkeğin hegomanyasının devam ettirilmesini istedikleri için böyle bir sistem kurmak istiyorlar” dedi.

Kadınların büyük kazanımlarından biri olan İstanbul Sözleşmesi’nin 20 Mart gecesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile geri çekilmesinin ardından, kadın kurumları, siyasi partiler, avukatlar Danıştay’a Sözleşme kararının durdurulması talebinde bulundu. 18 Kasım’da kararını veren Danıştay, Cumhurbaşkanı kararını “anayasa uygun” bularak, başvuruları reddetti.  İktidarın kadınlara dönük “düşmanlaştırıcı” politikalarına karşı her geçen gün toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha fazla derinleşmeye devam ederken, iktidar buna karşı tek bir adım atmış değil.

Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışmalar yapan ve Kadın Koalisyonu üyesi Doktor Gül Erdost Türkiye’de iktidarın kadına dönük politikalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

‘Cinsiyet eşitsizliği toplumlar tarafından oluşturuluyor’

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğuştan gelmediğini söyleyen Gül, bunun nedeninin eşitsizliğin toplumlar tarafından oluşturulması ve mekanlara göre değişkenlik kazanması olduğunu söyledi. Gül, “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bir miktar erkeklere eşitsizliği getiriyor olsa da, genel olarak kadınların şiddet görmesine neden olan bir kavram. Günümüzde iktidar toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını yasaklayacak bir tavır içerisinde. ‘Kadın ve erkek her konuda eşit olamazlar, fıtratlarında yok’ diyorlar. Eşitlik deyince aynılık gibiymiş algılıyorlar. Aynılıktan söz etmiyoruz, haklara erişim ve evrensel sözleşmeleri baz alarak konuşuyoruz. Eşit fırsatlara, karar mekanizmalardan, istihdama kadar erkeklerle eşit kullanımlardan söz ediyoruz. Bu iktidarın çok fazla hoşuna gitmeyen ve algılamak istemediği bir konu” dedi. 

‘İktidar sözleşmeden çekilmeyi tercih etti’

İstanbul Sözleşmesi’nin Meclis’ten geçerek yürürlüğe girdiğini belirten Gül, Sözleşme’nin Meclis’te tartışılmadan “tek bir adamın” kararı ile bir gece ansızın çekildiğini anımsattı. Gül, “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri adı altında bir takım kararnamelerle anayasayı da ihlal eden bir durum gerçekleşti. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet kavramı üzerinde duran ve hükümetlerin uygulanması zorunluluğu bulundurduğu bir Sözleşme.  Sözleşme’nin önleme, koruma, kovuşturma, çeşitli kurumları açma ve gerekli yasaları çıkarma gibi sorumluluğu vardı. Elbette İstanbul Sözleşmesi olduğu zamanlarda bunların hiçbiri yerine getirilmedi ve GREVİO tarafından gözlem ve raporlarda bunların hiçbirinin yapılmadığı belirtildi. İstanbul Sözleşmesi olduğu süresince ne koruyucu önlemler aldı ne de gerekli kurumları açtı. Bunları da yapmak iktidarın da çok gündeminde değildi. Bu nedenle ‘Sözleşme’den çıkıyoruz’ demeyi tercih ettiler” ifadelerinde bulundu.

‘Musa Orhan yargı tarafından korundu’

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesinin sebeplerinden birinin de, yargının “üniformalı erkeklere” dönük “cezasızlık politikası” olduğunu söyleyen Gül, Batman’da Musa Orhan tarafından tecavüze maruz bırakıldıktan sonra intihara sürüklenerek yaşamını yitiren İpek Er davası örneğini verdi. Kadın hareketi olarak İpek Er davasını yakından takip ettiklerini ifade eden Gül, “Musa Orhan yargı tarafından korundu. Son zamanlarda özellikle kadın cinayetlerinde, ‘pişmanım, kıskandım’ gibi gerekçelerle erkekler daha fazla güçlendiriliyor. Musa Orhan davası bize tamamen, bu ülkede hakim ve savcıların olmadığını, bir yerlerden gelen emirlerle karar verildiğini ve adaletin bağımsız olmadığını bir kez daha gösterdi.  Hukuksuz bir tabloda gencecik bir çocuğun yitip gitmesi kabul edilemez bir durum. Dışarıdan, ‘bildiğimiz ama görmediğimiz’ bir takım güçler bu davaları bu hale getiriyor” şeklinde konuştu.

‘Komisyonlar şiddetin ev içerisinde kalmasını ön görüyor’

Geçtiğimiz günlerde Meclis’ten geçen 5’inci Yargı Paketi içinde yer alan maddelerden “bölgelerde sulh komisyonlarının kurulması ve komisyona diyanetten birilerinin atanacak olması” maddesine ve buna dair söylemlere de dikkat çeken Gül, “Bu komisyonların kurulması şiddetin evin içerisinde kalmasını ön görüyor. İktidar tarafından kurulan bakanlıklar hep ‘kutsal aile’ kavramıyla geliyor. Kadınları ‘kutsal ailenin’ içerisinde bırakmayı tercih ediyor. Bunlar tamamen toplumu bilimsellikten çıkarıp din üzerinden yönetmek gibi arzuları var. Şiddete maruz kalan kadınların şikayet etmemeleri için, ‘düzenleri’ bozulmasın diye böyle bir yöntem öneriyorlar.  Şiddeti kapatmak, kimsenin görmeyeceği, aile içerisinde kalan, erkeğin hegemonyasının devam ettirilmesini istedikleri için böyle bir sistem kurmak istiyorlar. Kadın örgütleri bunları dilendirdiği için ‘terörist’ olarak adlandırılıyor” sözlerini kaydetti.

‘Kadınlar şiddet ortamına geri dönüyor’

Meclis Kadına Yönelik Şiddet Araştırma Komisyonu’nun Türkiye’deki sığınakların “yeterli ve çok iyi durumda olduğu” söylemlerine işaret eden Gül, son olarak şunları kaydetti: “Sığınaklar arttırılacağına kadın danışma merkezlerinin artırılması gerekiyor. Ne kadar danışma merkezi olursa kadınlar o kadar kendilerini koruyup hakları noktasında bilinçlenir. Toplumsal cinsiyet farkındalıklarını kazandırmak için danışma merkezlerinin de artırılması gerekiyor. Bunlar arttırılırsa sığınaklara çok ihtiyaç kalınmaz. Ama bunlar olmadığı için sığınak sayısı da yeterli değil. Yüz binin üzerinde nüfusu olan belediyelerin sığınak açma gibi bir zorunluluğu var. Ama bunları izleyen de yok, ‘neden açmadın’ diye soran da yok.  Daha sıraya girmeden, uzun kalabilecek her il ve ilçede sığınak olması gerekiyor ki, kadınlar ihtiyaçlarına kadar kalabilsinler, iş olanakları oluşturulsun ve kadınlar yeniden şiddet gördüğü yere dönmesin.  Ama bunu da yapamıyoruz, mesele sadece sığınakların sayılarını artırmak değil, geliştirilmesi de gerekiyor. Ama kadınlar sığınaklardan çıktıktan sonra nereye gidiyor? Bunun araştırması bile yok. Çoğu kadın tekrar aynı şiddet ortamına dönüyor.“ (Kaynak: JINNEWS )

Editör: Haber Merkezi