Biz kadınlardan her daim güler yüzlü, sevecen ve hoşnut olmamız bekleniyor. Herhangi bir olumsuz hissimizi dış dünyaya yansıttığımızda ise “sorunlu” damgası yiyoruz.

Kendini kontrol et.

Toparlan.

Bunda üzülecek ne var?

Buna mı sinirlendin?

Benim moralimi de bozuyorsun.

Bu cümleler, duygularımızı belli etmememiz gerektiği gerekçesiyle seneler boyunca bana ve diğer kadınlara söylenmiş “uyarı” cümlelerinden yalnızca birkaçı.

Hepimiz hâlihazırda duygusallık gösterilerinin ayıplandığı bir ülkede yaşadığımızın farkındayızdır. Biraz da bundan olsa gerek, kadınlar olarak duygularımızı dışa vurduğumuzda kimi zaman otosansür yöntemiyle kendimizi susturuyoruz, kimi zaman da etrafımızdakilerin küçümseyici veya tehdit edici tavırlarıyla susturuluyoruz. Küçük yaştan itibaren kız çocuklarına -özellikle de olumsuz- hislerinden utanmaları gerektiği, hislerini belli etmenin bir zayıflık olduğu öğretiliyor. Mutsuzluk ve öfke, erkeklere ait ve onların hakkı. Bu hislerini gerekçelendirme ihtiyacı bile duymuyorlar. Oysa biz kadınlardan her daim güler yüzlü, sevecen ve hoşnut olmamız bekleniyor. Herhangi bir olumsuz hissimizi dış dünyaya yansıttığımızda ise “sorunlu” damgası yiyoruz. İşin kötüsü, “bende bir sorun mu var?” diye düşünerek bazen suçluluk da hissetmeye başlıyoruz, sanki belirli duyguları hissetmeye hakkımız yokmuş ve bunun için hesap vermemiz gerekiyormuş gibi. Bu aynı zamanda erkekler karşısında kadınların edilgen bir hale getirilmesinin de bir sonucu. Erkek mantıklı, harekete geçebilen, değiştirme gücü olan taraf. Kadın ise duygusal, durağan ve güçsüz.

Edilgen olmak, zaten acı çekme biçiminde hissedilen bir olumsuzlama olarak, hükmedilmektir. Edilgenlik korkusu duygusallık korkusuna bağlıdır ki, burada zayıflık başkaları tarafından şekillendirilmeye eğilimli olmak diye tanımlanır.”*

Son yıllarda feminizmin yükselişiyle birlikte kadınların olumlu ve olumsuz yönleriyle tüm duygularını ifade etmeleri teşvik edilmeye başlandı. Elbette daha çok yolumuz var, ancak evliliğinde veya ilişkisinde her şey yolundaymış gibi davranan, kocasının hatalarından kendi utanan kadınların sayısı giderek azalıyor. Anneliğin tozpembe ve kutsal bir görev değil, arada sırada bıkkınlık da veren acı tatlı bir iş olduğu daha çok dile getiriliyor. Duygularını net bir biçimde söyleyen, ne istediğini açıkça belirten güçlü kadınlar karşısında çoğu erkeğin elinin ayağının birbirine dolandığına pek çok kez şahit oldum. Hisleri için özür dilemeyen, ağlasa da başını dik tutan kadınlara hiç alışık değiller. Akıllarına kazınmış olan “Ağlayan kadın güçsüzdür” teorisi pratikte işe yaramayınca nasıl davranacaklarını kestiremiyorlar.

Bazı duygular gelişmenin göstergesi olarak ‘yüceltilir’ken, bazıları zayıflığın göstergesi olarak ‘alçaltılır’. Evrim hikâyesi sadece mantığın zaferi olarak değil, aynı zamanda duyguları kontrol etme yeteneği ve farklı zaman ve yerlerde ‘münasip’ duyguları tecrübe etmek olarak da anlatılır.”*

Güzel duyguların dışarıya gösterilebileceği, kötü duyguların ise içerde tutulması gerektiği fikri tamamen yıkılmasa da hafiften çatırdıyor. Bu duvarı yok edebilmek için kadınların öncelikle birbiriyle konuşması, küçümsenmekten korkmadan hislerini paylaşması ve böylece bir erkek onayı olmaksızın duygularına destekçi bulması şart. 2017’de sosyal medyada kadınların kendi deneyimlerini anlatmaları ile başlayan, başta iş yerleri olmak üzere cinsel tacizin her yerde ne kadar yaygın olduğuna dikkat çeken #MeToo hareketi bunun en güzel örneklerinden biri. Ayrıca unutmamalıyız ki olumsuz duyguların yok sayılması, aynı zamanda empati kurulmasını zorlaştırarak genel olarak toplumda yalnızlaşmayı da artırıyor.

İçimizdekileri dış dünyayla paylaşmak bir tür savunmasızlığı da beraberinde getirir, dolayısıyla sıcağı sıcağına duygular hakkında konuşmak, duygulanımı doğuran nedenleri açıklamak kimi insanlara göre daha zordur. Tabii ki aşırı yoğun duygular veya fevrilik iletişimi bozabilir, ancak duyguların bastırılması iletişime ket vurur. Hemen dış dünyaya aktarılmasa bile duygulardan bahsedebilmek için yaşanmasına izin vermek ve onlarla barışık olmak ön koşuldur. Öncelikle duygularımızı doğru anlamlandırmamız, çözümlememiz ve son olarak da ifade etmemiz gerekir. Bu da yalnızca diğer insanlarla, özellikle kadınlar olarak, deneyimlerimizi, acılarımızı ve üzüntülerimizi paylaşarak, yani etkileşim kurarak daha sağlıklı bir biçimde gerçekleştirebileceğimiz bir süreçtir.

Her his makbuldür, gülmek kadar ağlamak da, sinirlenmek de doğal. Kadınların utanmadan ve suçluluk hissetmeden duygularını açıkça ifade etmesi, böyle düşündüğümüzde ufak bir başkaldırı halini alıyor. O halde şimdi doya doya hissetmenin tam vakti.

 

*Alıntıların kaynağı: Sara Ahmed, Duyguların Kültürel Politikası, Çev: Sultan Komut, Sel Yay.
Editör: Haber Merkezi