Bugünün enflasyonunu değerlendirirken henüz bu döviz şokunun etkisi olmadığını tespit ettiğimiz gibi bir de petrol fiyatlarının da dünyada rekor seviyede düştüğünü de anımsamalıyız.





 




Selin Sayek Böke*




Koronavirüs sadece sağlığı tehdit eden değil, sosyal ve ekonomik yaşamı da tehdit eden bir gerçeklik olarak girdi hayatımıza. En önemlisi de hayatımızın kılcal damarına kadar bizi etkileyen düzenin bütün yapısal bozukluklarını su yüzüne çıkartarak da hayatlarımızı sarstı. Bu hal pek çok insana koronavirüs sonrası hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşündürdü. Elbette her deneyimin bir dönüştürücü etkisi oluyor; ancak bu etkinin illa olumlu bir değişime yol açacağının garantisi yok. O dönüşümün olumlu yönde olması için de bir irade koymak gerekiyor.

Koronavirüsün ekonomik etkileri hem üretim hem de tüketim kanalıyla kendisini derinden hissettiriyor. On yıllardır hem üretim hem de tüketim davranışlarını dönüştüren bir düzenin çarpıklıklarını her birimize düşündüren bir süreç yaşıyoruz. Üretim, küresel değer zincirleri ile farklı coğrafyalar arasında bölünmüşken aynı zamanda üretimden elde edilen kar çokuluslu şirketlerin tekeline geçirildi yıllar içerisinde. O kadar ki, kimi alanda, çokuluslu şirketler ekonomi politikalarını belirlemede ulus devletin yerini tutacak kadar güçlendiler. Tüketim ise neredeyse yaşamın temel amacına dönüşmüş vaziyette; doğayı, toplumculuğu, yurttaşlık bilincini görmezden gelecek kadar gözü kararmış tüketim odaklı düzenin doğada ve demokraside yarattığı tahribat açık…

Yeniden üretime geçildiğinde döviz kuru maliyeti de enflasyona yansıyacak 

Üretimdeki bu tekelleşme hali küresel değer zincirleri ile sömürü düzenini coğrafyalar ötesine taşıyıverdi. Ve tüm coğrafyalardaki üretimi de birbirine ve çok uluslu şirketlerin tekeline bağımlı kılıverdi. Hatta pek çok yerde, çok uluslu şirketlerin üretim radarına girmeyen yerel üreticiler de benzer bir bağımlılığa hapsoldular. İşte koronavirüs şimdi bu bağımlılığın gerçekliğini anımsatıyor. Bu düzenin en vahşi uygulayıcılarından olan Türkiye’de herhangi bir üretimi yapabilmek için mutlaka dışarıdan ithal girdi almamız gerekiyor. Ve ithal girdi almayı sekteye uğratacak her ufak veya büyük şok bu nedenle Türkiye ekonomisinde çok derin izler bırakabiliyor. Çin’de başlayıp tüm dünyayı saran korona pandemisi işte bu kanalla üretimi durma noktasına getiriverdi. İthal girdi akışı durunca üretim durduğu gibi, doğal olarak ithal girdilerin bağımlı olduğu döviz kuru da beklemeye alınmış bir maliyet unsuruna dönüşüverdi.

Enflasyon açısından işte bu gerçeklik kritik. Zira, ithal ara malına bağımlı üretim nedeniyle döviz kuru üreticiler açısından büyük bir maliyet kalemi. Sağlık Bakanı’nın açıkladığı ilk resmi koronavirüs vakasının görüldüğü tarih 11 Mart idi; ve o tarihte dolar kuru 6,21 seviyesindeydi. Bugün ise döviz kuru 7,20 seviyesini zorluyor. TL, sadece bir buçuk aylık bir süre içerisinde yüzde 14 civarında değer kaybetmiş.

Yani koronavirüsün üretimi dondurduğu süre içerisinde, yeniden üretime geçildiği dönem için birikmeyi sürdüren ağır bir döviz maliyeti var. Bugün TL’deki bu değer kaybı ithalata bağımlı üretim yavaşladığı için henüz enflasyona baskı yapmıyor, ancak üretim yeniden ithal girdiye erişebildiği ve yoğunlaştığı anda bu döviz şoku enflasyonu arttıracak.

Bugünden önlem almak gerek 

Bugünden bu konuda önlemler almak ve kur üzerinde ülkenin riski nedeniyle oluşan baskıları ortadan kaldıracak adımları atmak gerek. Hukukun üstünlüğü, şeffaflık, demokrasi, ranttan değil halktan yana bir kamucu düzen için adımlar atmak gerek. Yoksa bugün kurdaki bu hareketlilik yarın üreticiye maliyet, halka artan enflasyon olarak geri dönecek.

Bugünün enflasyonunu değerlendirirken henüz bu döviz şokunun etkisi olmadığını tespit ettiğimiz gibi bir de petrol fiyatlarının da dünyada rekor seviyede düştüğünü de anımsamalıyız. Yani bunlara rağmen koronavirüs döneminde enflasyon halen çift basamaklı. Üstelik talep tarafından bir baskı da yok, çünkü koronavirüs talebi de oldukça sınırladı.

Koronavirüsle hepimizin enflasyon sepeti değişti 

Koronavirüs sadece talebi azaltmadı, talebin kompozisyonunu da etkiledi. Koronavirüsün en yoğun hissedildiği bu akut dönemde tüketim tercihlerimiz, belki de kalıcı olarak değişti.

Esasında bu virüs bize temel ihtiyaçlarımızı, temel haklarımızı ve hatta düzen tarafından bu temel hakların nasıl da bir avuç azınlığın kar hırsı uğruna gasp edildiğini hatırlattı. Bunun da ötesinde düzenin doğasının açıkça sınıf temelli olduğunu, düzenin çarpıklığını giderecek ve hatta yeni bir düzen kuracak olanın da işte bu sınıf bilincini canlı tutacak bir siyasetten geçtiğini de... Bu gerçeklik bugünün enflasyonunu değerlendirirken dahi ortaya çıkıyor.

Enflasyonu değerlendirirken her şeyden önce değişen tüketim davranışlarımızın hepimizin enflasyon sepetini değiştirdiğinden yola koyulmalıyız. Halk mümkünse evinden çıkmıyor, evinden çıkmak zorunda bırakılan emekçiler ise evden işe maskeleriyle koştururken zaten temel ihtiyaçlarının ötesinde bir şey almaya alım güçleri olmadığı gerçeğiyle yeniden yeniden yüzleşiyor… Durum buyken halkın enflasyon sepetinde 2020 yılı Nisan ayında uçak biletleri yoktu, berber harcaması yoktu, acil değilse giyim alınmadı, temel ihtiyaçlar dışında neredeyse her şey askıya alındı…

O yüzden de halkın enflasyonunu değerlendirirken TÜİK’in sunduğu enflasyon verisi yerine halkın harcama davranışındaki değişikliği gözeterek enflasyonu bu dönemin temel ihtiyaçlarındaki fiyat değişimleri üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Çünkü bu dönemde yine kiramızı ödememiz, sofraya ekmek koymamız, çocukların değişen eğitim ihtiyaçlarına yetişmemiz ve en önemlisi sağlığımızı koruyacak önlemleri alma gerekliliğimiz artarak sürüyor. Ve işte böylesi temel ihtiyaçlara döndüğümüz bir dönem neyin kamusal olması gerektiğine, hangi tüketim alanlarının piyasaların kar güdüsüne hapsedilmemesi gerektiğine, hak temelli bir ekonomik düzende halkçı bir ekonominin nasıl kurulması gerektiğini de açığa çıkartıyor. Yani tüm bu temel ihtiyaç ve temel hak alanlarındaki yüksek enflasyon da, kurulması gereken yeni düzenin ne olması gerektiğini bizlere anımsatıyor.

Yüksek gıda enflasyonu ile baş başa kalabiliriz

Genel enflasyonun yüzde 10,94 olduğu 2020 yılı Nisan ayında gıda enflasyonu bunun üzerindeydi; sofraya yemek koymak geçen yıla göre yüzde 11,28 daha pahalıydı. Bu veri, en temel ihtiyacımız olan gıdanın erişilebilir olması ihtiyacının altını kalın çizgilerle çiziyor. Politika yapıcılar, tarım üretiminin yeniden planlı bir ekonominin merkezine taşınması gerektiği gerçeğini görmezden geldikleri her an korona sonrası günlerde de halkı böylesi artan ve yüksek gıda enflasyonu ile baş başa bırakıyor olacaklar. Üretmemiz gerek. Aksi halde gıda güvenliği sorunu önümüzdeki en büyük risklerden biri. Tarımla bu çağın sanayisini buluşturmamız, yeni kentleşme stratejileri ile uzun süredir geliyor olan gıda krizine yanıt arayacak bir planlama yapmamız gerekli. Bugünün enflasyonu bu manada bir düzen değişikliği ihtiyacını açık bir biçimde ortaya koyuyor.

Evde kalmamız gereken şu dönemde konutta enflasyon yüzde 14,5 oldu. Bir temel sosyal ve ekonomik hak olan barınma hakkı piyasaların insafına terkedilen nice haktan birisi; ve böylesi bir doğal afet döneminde bu hakkın gasp edilmesinin nasıl bir yük yarattığı bugünün enflasyon verisinde gün gibi açık. Temel ihtiyaçların temel insan haklarımız olduğunu; o hakların piyasaların kar güdüsüne ve hele de rantçı yandaş müteahhitlerin insafına bırakılmayacak kadar temel haklar olduğunu merkezine alan bir yeni düzene ihtiyacımız var. Barınma hakkı da işte bu haklarımızdan sadece birisi...

Her şeyin başı sağlık dedirten bu günlerde sağlığın bir temel hak olduğu gerçeği de açığa kavuştu! Sağlık enflasyonu 2020 yılı Nisan ayında yüzde 12,9 oldu. Herkese eşit, ücretsiz, temel insan hakkı olması nedeniyle kamu tarafından hak temelli sunulan bir hizmet olmalı sağlık. Kriz de, krizin gölgesinde sağlık enflasyonu da düzenin değişmesi gerektiğinin açık işaretlerinden. Aynı gerçeklik eğitim için de geçerli. Eğitim zaten eşitsizdi, şimdi ekran başına hapsolan eğitimdeki bu yapısal eşitsizlikler dijital eşitsizlikler ve sosyal adaletsizliklerle bir kez daha pekişiyor. Üstelik de pahalanıyor! Piyasaların kar peşinde koşan zihniyeti imkanı olanın eğitim alabildiği düzeni perçinliyor günden güne. Oysa eğitim her yurttaşın temel hakkıdır; kamu tarafından sağlanmalı, herkesin eşit ve ücretsiz erişeceği bir düzen kurulmalı. Bugünün enflasyonu işte bu ihtiyacın işareti olarak okunmalı.

Krizler; düzenin değişmesi gerektiğine dair çığlıklar esasında. Dar gözlüklerle bugünü okuyan değil, bugünden nasıl bir gelecek kuracağımıza dair kafa yoran bir tartışmaya ihtiyacımız var. Enflasyon sepetiyle oynayarak enflasyonu düşük göstermeye değil, kamunun tüm yurttaşlarının temel hak ve özgürlüklerini koruma altına aldığı yeni bir halkçı düzene ihtiyacımız var. Hep birlikte bir yeni için bir araya gelmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var!

*CHP Parti Meclisi Üyesi - İzmir Milletvekili- Artı Gerçek

Editör: Haber Merkezi