ANKARA-Ö-G;  Feminist aktivist Berrin Sönmez, kadın kazanımlarına yönelik saldırıların temelinde siyasetin sorununu tali olarak algılama hatasından beslendiğini belirterek, “Kadın sorunları siyasetin asli meselesidir” dedi.
Kadınların mücadelesiyle kazandığı İstanbul Sözleşmesi ve nafaka gibi hakları iktidarın hedefindeyken, İkinci Yargı Paketi’nde yer alacağı söylenen “yoksulluk nafakasının sınırlandırılması” ve “çocukların istismarcılarla evlendirilmesi” maddeleri kadınlar tarafından tepkiyle karşılandı.


Feminist aktivist Berrin Sönmez, İkinci Yargı Paketi’nin içeriğine dair MA / Zemo Ağgöz'ün sorularını yanıtladı.


“Çocukların istismarcılarla evlendirilmesi” ve “nafakanın sınırlandırılması” gibi maddelerin İkinci Yargı Paketi’nde yer almasını nasıl değerlendirilmeli?


TCK 103. maddeyle ilgili üç yıl önce tam da bu günlerde yapılmaya çalışan değişiklik ilgili maddeye erken evlilik nedeniyle ceza alanlara af getirecek şekilde düzenlenmiş bir önergeyle gündemimize gelmişti. Basına yansıyan haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla günümüzde yapılmak istenen ise infaz kanununda yapılacak düzenlemeyle TCK 103 kapsamında ceza alanların infazında indirime gidilecek suçlar arasında sayılmasına dair. Doğrudan doğruya çocuk istismarı maddesinde değişiklik yapılmasıyla infaz yasası düzenlemesine bu maddeye ilişkin suçluların da eklenmesi arasında pratikte hiçbir fark yok. Topluma yansıması çocuk istismarını evlilik adı altında meşrulaştırmak olacaktır. Yıllardır gündemde tutularak, tekrar tekrar ve her seferinde farklı yasal düzenlemeler çerçevesinde parlamentoya getirilmesi, kadınların ve toplumun bu konuda refleksini test etmek gibi görünüyor. Kulis bilgileri yandaş medyaya servis ediliyor. Hiçbir yetkilinin halkın karşısına çıkararak net beyanat vermeyişi, tepkileri ölçmeye çalıştıklarını düşündürüyor.


 Yapılmak istenen değişiklikler, iktidarın hangi bakış açısını yansıtıyor? 


İktidar uzun bir süredir kendi düşünsel bütünlüğünü kaybetmiş durumda. Hem AKP hem ittifak halindeki MHP, iktidar olarak kadın ve çocuklarla ilgili politikalarında tek sesli değil. Fikir birliği yok. Kadın ve çocuk haklarıyla ilişkili kendi partileri içinde de aralarında da farklı görüş, hedef ve gündemeler var. Gündemi kadın karşıtlığı doğrultusunda şiddeti görünmez kılmak, nafaka hakkını sınırlandırarak ekonomik şiddet fırsatlarını resmileştirmek, erken evliliklerle çocuk istismarını meşrulaştırmak isteyen gruplar iki parti içinde de etkin. Mevcut siyasal ortamda parti içi dengeler ve iktidar ortaklığının "beka" sorunu doğrultusunda kadın karşıtlarının partilerine ve iktidara bağlılığını gözetiyorlar. Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve yasalar hilafına kadının insan haklarını, çocuk haklarını ihlal etmekten çekinmeyebilirler.


Nafaka hakkının yanı sıra İstanbul Sözleşmesi için “aileyi parçalamaktır” diyerek feshedilmesine yönelik açıklamalar yapıldı. İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için önemi nedir?


Ev içi şiddetle mücadele ve kadınların eril şiddetten korunması gerçekte şiddetten uzak huzurlu ailelerin gelişmesine hizmet edecektir. Aileyi sıcak yuva yapacak olan şeylerin başında o aileden şiddetin uzaklaştırılması olacaktır. Kadınlar şiddetten korunduğunda aile daha güçlü bir yapıya kavuşabilir. Ancak tersine şiddeti aile içinde koruma altına alarak patriyarkal aile yapısını korumak isteyenler, İstanbul Sözleşmesine karşı çıkarken ailenin zarar gördüğü bahanesini kullanıyor. Erkeklerin, kadınlara ve çocuklara şiddet uygulamasını kolaylaştırarak erkek egemenliğini aile içinde kuvvetlendirmek isteyenler, karşısında kadınlar da kadını güçlendirecek, kadın ve çocuk haklarına dayalı demokratik aile yapılanmasını talep ediyor. İstanbul sözleşmesi hemen hemen hiç uygulanmıyor ülkemizde. GREVIO raporları bunu açıkça göstermekte. Kadın hareketi sözleşmenin anayasa hükmündeki konumuna dikkat çekerek, etkin uygulanmasını talep ediyor. İnsan haklarının, kadın haklarının, çocuk haklarının, aile kurumu bahane edilerek çiğnenmesine itiraz ediyor kadınlar. Kurum değil insan öncelenmeli. Şiddetle mücadele alanında insanı öncelemenin yolu İstanbul Sözleşmesi’ni etkin uygulamaktan geçer.


İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke olmasına rağmen siyasi iktidar neden bugün hedefine almış olabilir? Siz bunu nasıl görüyorsunuz?


Avrupa Birliği üyelik ihtimalinin belirdiği dönemde ve kendi iktidarından önce başlamış çalışmalar doğrultusunda hazırlanmış olan İstanbul Sözleşmesi, imzalandığı süreçte ülkeye ve iktidar partisine uluslararası ortamda ve ülke içinde demokratik görünümle saygınlık kazandırmıştı. O zaman bu görünüm ve itibara ihtiyaç duyulduğu için imzalanmış olabilir düşüncesi bende son yıllardaki gidişatla belirginleşti. Şimdi demokratik tutum ve itibar değil iktidarın önceliği kendisine oy veren kitleyi bir arada tutabilmek ve bu doğrultuda kadın karşıtlarının partiden kopmasını önlemek için yükselen sesleri bazen açıktan bazen gizlice desteklediğini düşünüyorum.


Emine Bulut’un katledilmesinin ardından kaleme aldığınız bir yazıda “Kadını şiddetten korumakla yükümlü olan devlet, ancak toplumsal infial üzerine görevini hatırlıyor veya hızlanıyorsa asıl sorun burada demektir” demiştiniz. Yargı alanında ne gibi sorunlar var? Özellikle son süreçte devletin kadına yönelik politikasını nasıl değerlendirmek lazım?


Evrensel değerlerden gittikçe uzaklaşarak “yerli ve milli kompleksine” kapılan iktidar, özellikle kadın hakları konusunda uydurulmuş dinin yorumlarını destekliyor. Yine parti içi dengeler gözetilerek bu yorumlar öne çıkarılıyor. Sağ siyasetin ilkeci olmayan muhafazakar politika üretme yöntemleriyle fayda hangi yönde elde edilecekse oraya yöneleceği bilinmekte. Bugün AKP, iktidarını sürdürmek için gereken faydayı kadın karşıtlarını desteklemekte buluyor gibi görünüyor ancak toplumsal tepkiler bu anlayışı değiştirebilir.


 Bu noktada parlamentoya nasıl sorumluluklar düşüyor?


Yeni getirilmiş olan bu hükümet sisteminde parlamentonun işlevi son derece kısıtlı. Ne yazık ki 16 Mart’ta anayasa değişiklik paketine kabul oyu verilmesiyle önce parlamento sonra referandumda “evet” diyen kesimler, yasa organının gücünü elinden almış oldu. Yine de parlamenterlerin ve partilerin mevcut şartlarda bile yapabilecekleri şeyler çok. Her şeyden önce demokratik muhalefetin demokrasi, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, engelli hakları, barış talepleri, Kürt meselesinin demokratik çözümü, Roman hakları, göç ve mülteci sorunları gibi insani konularda partiler arası siyasi rekabeti bir yana bırakabilecek ilkesel duruş sergilemesi gerekir. Türkiye'nin temel ihtiyacı olan bu yeni siyaset anlayışı gerçekleşirse, iktidar da anti demokratik uygulamaların değil asıl faydanın; demokrasi, sosyal kalkınma ve insani gelişmişlik alanından geleceğini görebilir. Özellikle kadın parlamenterlerin iktidar ve muhalefet kanadında yer almalarına bakmaksızın bu konularda ortaklaşıp kadın dayanışması sergilemesi mümkün olsa, bu güç karşısında hiçbir anti demokratik sistem uzun ömürlü olamaz.


Peki, söylediğiniz ideal ortam oluşana kadar neler yapılmalı?


Böylesi bir ideal ortam gerçekleşinceye kadar da muhalefet partileri ve her bir milletvekili sorunları gündeme taşımak yönünde çok yardımcı olabilir. Partiler grup toplantılarında nafaka, çocuk istismarı ve istismarcıyla evlendirilen çocuklar, şiddetle mücadele konularını gündem yapabilir. Önceki gün İyi Parti genel başkanı Meral Akşener gündeme taşıdı ve hayli etkili oldu. Önümüzdeki hafta HDP grup toplantısını kadın gündemiyle ve kadınlarla gerçekleştirecek ve orada kadınlar tarafından, nafaka ve diğer sorun alanları gerçek boyutlarıyla dile getirilecek. Bütün muhalefet partileri bir grup toplantısını bu konuya ayırarak kadınların sözünü dile getirse iktidar partisi ve ortağı bu gelişmeye kayıtsız kalamaz. Muhalefet iktidarı zorlama gücüne sahip ama yazık ki bu gücü etkin kullanamıyor. Kadın ve çocuk hakları konularında ortaklaşarak güçlerini görebilirler aslında.


Taciz ve tecavüzün arttığı, çocukların istismar edildiği bir Türkiye’de bu maddelerin kabul edilmesiyle birlikte neler yaşanacak? Ortaya çıkan tablo ne olur?


Saldırganlar bu toplumda, baba, koca, devlet üçgeninde kendi hayatına karar verme gücünden yoksun, eğitim hakkı engellenmiş, eril şiddet karşısında çaresiz, yalnız ve kimsesiz bırakılmış kadınlar olsun istiyor. Yazık ki tümüyle devlet gücünü arkalarına almış ve kamu kaynaklarını kullanarak yapıyorlar bu saldırıları. Saldırılar her şeyden önce ekonomik bağımsızlığı önlemek istiyor. Ve evlilik adı altında kız çocuklarını istismara açık hale getirerek küçük yaştan itibaren itaatkar kılınmak isteniyor kadınlar. Tüm bu saldırılar devlet, iktidar desteğiyle yapıldığı için aslında ortada olan en belirgin şey anayasa yasaların ihlaliyle suç işlendiği.


Söz konusu maddelerin kabul edilmesiyle nelerin yaşanacağını düşünmek bile istemiyorum. Kötü ihtimalleri düşünmek yerine bize düşen haklarımızı korumak ve daha da güçlendirmek için tüm gücümüzle çalışmak. Tüm yolları deneyerek toplumsal tepkiyi kadın kazanımlarını geliştirip güçlendirmek yönünde harekete geçirmeyi başarmak zorundayız.


Tam da bu noktada kadın haklarının koruması açısından yapılması gerekenler nelerdir? Bu konuda kadınlara, demokratik kesimlere nasıl bir sorumluluk düşüyor?


Türkiye'de kadınlar örgütlü. Güçlü bir kadın örgütlenmesiyle direnerek haklarına sahip çıkma başarısını defalarca ortaya koydu kadınlar. Kadınlar, yine aynı tempoda ve giderek dayanışma ağlarını genişletme yoluyla başarısını yükseltmekte kararlı. Ancak saldırıların yıllardır artan oranda yükselmesi ve hep aynı konuları hedefleyerek tekrarlanması kadınların, eksikliği değil demokratik muhalefetin ve ülke siyasetinin kadın sorunlarını tali mesele gibi algılama hatasından besleniyor. Türk, Kürt, Alevi, Rum, Ermeni, Yahudi, Çerkes, Roman, Engelli, KHK'lı ve hepsini burada listelemeye imkan olmayacak tüm insan hakları ve toplumsal sorun alanlarında aklımıza gelen her konuda kadınlara yönelik saldırıların hepsini yatay kesen en uzun çizgi olduğunu herkes görmeli. Bilinmeli ki feministler marjinal değil, feminist politikalar herkes için adaletli ve eşit toplumsal düzen kurmayı mümkün kılabilecek denli güçlü. Kadın sorunları; siyasetin, gündemin tali konuları değil asli meselesidir. Dünyanın yarısı kadın ve toplumun yarısının haklarına yönelik saldırılar tüm topluma yönelik saldırıdır. Tüm toplumsal kesimler demokratik tavırlarını bu bilinçle politikleştirdiğinde bundan sadece kadınlar değil asıl olarak ülke kazançlı çıkacaktır.

Editör: Haber Merkezi