İlkokul günlerindeyken bana “iş dallarını ( meslekleri) say” deselerdi kaç iş dalı sayabilirdim ki… O çağlarda Denizli’de, her biri bir elin parmaklarının sayısını geçmeyen doktor, avukat, öğretmen, subay dışında, fırıncı, bakkal (iğneden ipliğe her şey bulunurdu “hafız amca” nın dükkanında, kağıt da, helva da) berber, imam, müezzin şimdi usuma düşenler. Oysa Denizli seçilmiş bir kent idi. Lisesi (büyük mektep denirdi) vardı. Başka kentlerden de okumaya oraya gelirlerdi.


Yukarıda saydıklarımın dışında ayrıca, kent içinde faytoncular vardı. Tek atlı, tahta kasalı, iki tekerlekli arabalarla taşımacılık yapılırdı. Yine tahta kasalı, burunlu otobüsler vardı. Sanki kamyondan bozmaydılar…

Çarşıda, manifaturacılar, ayakkabıcılar… (Ayağınızın ölçüsüne göre ayakkabı dikenler, İzmir’ den getirtilen hazır ayakkabıları satanlar olarak iki türlüydüler. Birinciler onarım da yaparlardı…) Şu iş dallarını da sayabiliyorum: Terziler… (içlerinde kumaş da satanlar vardı. Onlara da tüccar terzi denilirdi.) Fırıncılar… (Pide de yaparlardı…) Kebapçılar, kestaneciler… Leblebi, kuru üzüm, fındık, fıstık, ceviz satan çerezciler… Zahireciler, urgancılar, demirciler, bakırcılar, tenekeciler, sobacılar, marangozlar… Bunlar şimdi usuma düşüverenler…

Bunlar için bir eğitim gerekmiyordu. Bu işlere çırak olarak girilirdi. Bir ustanın yanında onlar da ustalaşırlardı. Okumayan çocuk “seni ustaya veririz” diye korkutulurdu.

Saydıklarım dışında yukarıda da değindiğim gibi,doktor vardı, avukat vardı… Bunların sayısı da bir elin parmaklarının sayısını geçmezdi… Mühendisler vardı. Mimar nedir bilmezdik. Belki de mühendisler bile bilmezlerdi. ( Sonradan İTÜ de okumuş, şimdilerde 95 ya da üstündeki yaşlarda olan ağabeylerimizden biliyorum bunu.)

İlk mühendislik işliği geçici olarak açılmıştı. Tasarımını, ardından uygulamasını üstlenmiş oldukları yolları, su kanallarını yapmak için gelmişlerdi mühendisler. Çalıştıkları işliğin önünden yolumuzu geçirir, pencerelerden içeri bakarak ne yaptıklarını görmeğe çalışırdık.

Gülüyorsunuz belki de…

En önemli kişiler öğretmenlerimizdi. Bir de subaylar…

İmam da, müezzin de bir iş dalında çalışırlardı. Onların örneğin devletten, belediyeden ya da başka bir kamu kuruluşundan aylık almaları alışılmış bir şey değildi. Yoksa papazlara benzerler diye düşünülürdü sanıyorum.

Bütün bunları neden anlattım?

Bugün en az ellinin üzerinde iş dalı sayabiliyorsak, çocuklarımız bu geniş açıyı algılayabilmelidirler. Bundan da önemlisi, kendi iş dallarını bütünün içinde, bütün öteki dallarla ilişkilerinin bilincinde düşünebilmelidirler.

 

(1)


Biliyorsunuz, bundan bir süre önce yerel seçimlerin öne alınacağı söylentisi yayıldı. Günceler de yazdı bunu… Sonra kesildi bu söylenti…

Seçimlerin öne alınması, politikacıların “en uygun süre” değerlendirilmesine bağlı olur bizde genelde… Hele bu, bir kişinin iki dudağı arsındaki bir istekse önlenmesi de kolay değildir.

Yerel seçimler, Büyük Millet Meclisi üyelerini seçmekten daha önemlidir kanımca. Halk ile doğrudan ilişkide olanlar belediyelerdir çünkü. Demokrasinin gerçek okuludur- olabilirler belediyeler. Politikanın da… Uluslararası ün kazanmış birçok belediye başkanı vardır. Bu görevlerindeki başarılarının ardından Büyük Millet Meclisi adaylığına soyunmuşlardır. Bunların arasında ülkelerinin başbakanı olabilmiş olanlar vardır. Böylelerinden, yeni görevlerinin içinde de başarılı olanlar görülmüştür.

Bu durumun, başkanın kişisel becerisi olarak değerlendirilmesi elbette doğru değildir. Görülen, çevrelerinde bir çalışma halkası oluşturup, kentlerine, takım çalışmasıyla yararlı olduklarıdır. Yararlı olanlar böyle bir deneyimden sonra, ülke çapında görev aldıklarında da başarılarını sürdürürler.

Ancak yerel seçimlerin günü, ne sürede yapılacağı, bir kişinin, ya da partinin yararları ölçütüyle saptanırsa, bu, özellikle kentler için hiç de iyi sonuç vermiyor bildiğimce.

Dönem sonuna doğru, belediye başkanlarının yeniden aday gösterilebilmek, yeniden seçilebilmek için kısa sürede bitirilebilecek çalışmalara hız vermeleri doğaldır. Ama bu, uzun süre isteyen tasarımlar için hiç de yararlı değildir. Hele seçime çok az süre bırakılırsa, böyle bir durum yararlı olmak şöyle dursun zararlı olmaktadır. Çünkü kimse başkasının yarım bıraktığı işi tamamlamak istememektedir.

Şimdi yazacaklarımı, bölüm bölüm de olsa, daha önce yazdım mı şimdi anımsamıyorum. Öyle bile olsa yinelemekte yarar görüyorum.

Bundan epey bir yıl önce, seçime bir-iki ay kala, bir büyük kentimizden bir küme kişi, bana belediye başkanı adaylığı önermişlerdi. Onlara verdiğim yanıta bu gün de inanıyorum:

“Ben vitrine konacak bir kişi değilim. Sağ olun var olun… Seçimden yalnızca bir- iki ay önce böyle bir öneriye olumlu yanıt veremem. Belediye başkanlığı için kentin bütün sorularını tanımalıyım. Tanımakla da kalamam, bunların çözüm yolları üzerinde bir uzmanlar takımı ile birlikte düşünmeliyim. Böylece halkın karşısına çıkıp,

“BU SORUNLARIN ŞÖYLE ÇÖZÜLEBİLECEKLERİNE, BUNLARIN SONUCA GİDECEK ÇÖZÜMLER OLACAĞINA İNANIYORUM. BU NEDENLE BELEDİYTE BAŞKANLIĞINA ADAYIM.”

Diyebilmeliyim. Bunun için de  en azından şunca süre gerekli. Ayrıca çözümler için gerekli kaynakları da söyleyebilmeliyim olmalı. Kaynaklar da kentin içinden olmalı...

Demiştim.

Şimdi de gördüğümce değişen bir şey yok.

Kentlerinin sorunları, çözüm yolları üzerinde düşünen takım çalışmaları var mı?

Oysa “zaman dar olsa gerek.”

Sorun, bütün sorunların çözümleri için gerekli disiplinlerden uzmanların bir takım içinde yeterli süre çalışmaları sorunu.

(sürecek)


(kaynak Evren'den Cengiz Bektaş yazdı Yerel seçimler- sürecek)

 
Editör: Haber Merkezi