ANKARA-ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ DİSK’e bağlı Genel-İş'in  Genel Başkanı Remzi Çalışkan Ötekilerin Gündemin’den Hamza ÖZKAN’ın sorularını yanıtlarken, ” Siyasette yaşanan tıkanmanın çözüm anahtarı; eşitlik temelinde demokrasinin kurumsallaşarak işlemesi, yargının bağımsız olması, hukuk ve adaletin sağlanmasıdır” dedi



 

Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası, kısaltılmış adıyla Genel-İş, 22 Nisan 1962 günü Mustafa Sığan, Abdullah Baştürk, Cemil Uludağ, Cemil Altan, Mustafa Büyükçeşme ve Bekir Büyükcan tarafından İstanbul’da kuruldu. Belediyelerin sıhhi tesisatçıları, tamircileri, marangozları, boyacılarından olan bu işçilerin bir araya gelerek Genel-İş’i kurma amacı, ülkenin değişik yörelerindeki belediyelerde ayrı ayrı isimler altında örgütlenen belediye işçilerini tek bir çatı altına toplamaktı.

-Merhaba! Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

-Şanlıurfa İli Bozova ilçesinde doğdum. 1983 yılında Atatürk Üniversitesi Matematik Bölümündeki öğrenimini yarıda bırakarak Şanlıurfa Belediyesi’nde işçi olarak çalışmaya başladım. 1998 yılında DİSK/Genel-İş Şanlıurfa Şube Başkanlığına seçildim. İki dönem Şube Başkanlığı yaptıktan sonra 2004 yılında Diyarbakır Bölge Şube Başkanlığı’na, 2006 tarihinde DİSK/Genel-İş Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçilerek, Eğitim Daire Başkanlığı görevini yaptım. 28 Temmuz 2007’de Genel Başkanımız Mahmut Seren’in vefatı üzerine 05.09.2007 tarihinde Genel Yönetim Kurulu tarafından Örgütlenme Daire Başkanlığı görevini 2013 yılana kadar yerine getirdim. 9 Mart 2014 tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da, Genel Sekreter 17-18 Ekim 2015 tarihinde yapılan 16. Olağan Genel Kurul’da Sendikamızın Genel Başkanlığı görevine getirildim.

– Türkiy’nin 81 ilinin kaçında örgütlüsünüz?

-Genel-İş sendikası üyeleri işçi sınıfının birer temsilcisidir ve her biri evrensel sendikal haklar için sınıf mücadelesi verir. Türkiye’nin batısından, doğusuna, kuzeyinden güneyine, Trakya’dan Hakkari’ye Muğla’dan Samsun’a kadar 41 şubemizle örgütlüyüz. Türkiye’nin her yerinde bu kapsamda örgütlü başka bir sendika daha yoktur.

– Taşeronlaşma ne zaman ve hangi hükümet döneminde hayata geçirildi?

–Aslında Türkiye’de kamuya yönelik yeniden yapılandırma süreci 1980’li yıllarda Türkiye ekonomisinin küresel kapitalist sisteme uyum göstermesi amacıyla IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların “yapısal uyum” programlarıyla başlatılmıştır. Burada amaç tüm kamusal alanların, ulusal ve uluslararası sermayenin istek ve beklentileri doğrultusunda yeniden biçimlendirilerek, kamu hizmetlerinin pekiştirilmesi hedeflenmiştir. Bu piyasalaşma sürecinde kamuda ucuz işgücü istihdamı anlamına gelen
taşeronluk, AKP Hükümeti döneminde kamuda istisna olmaktan çıkmış, egemen istihdam biçimi haline gelmiştir.
Ama kronolojik bir hukuksal gözle baktığımızda Türkiye’de taşeronlaştırmanın tarihi, Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar gidiyor. 1926 tarihli Borçlar Kanunu’nda müteahhitlerin sorumluluğunu düzenleyen hükümler, dolaylı olarak da olsa taşerona işaret ediyor. 1936 tarihli İş Kanunu’nda karşımıza “üçüncü bir şahıs” nitelemesi ile çıkarken, 1950’de yapılan değişikle taşeronun adı “aracı” oluveriyor. 1971’de çıkarılan İş Kanunu, “diğer işveren” kavramını tercih ediyor. 2003 tarihli İş Yasası’nda ise taşeron “alt işveren” olarak nitelendiriliyor.

– Taşeronlaşmaların kadroya geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Nasıl olmalıdır. GBT mülakat ve benzeri uygulamalar sizce demokratik olur mu?

– Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; yıllardır ülke gündeminde olan ama özellikle 2015 yılı başından itibaren siyaset ve seçim gündemlerinde sürekli yer alan taşeron işçilerin kadro sorunu OHAL Hükümeti’nce çıkarılan 696 sayılı KHK ile ne yazık ki eşitsiz, ayrımcı ve kamu istihdamına uygun olmayan ve anlaşılması zor olan bir içerik ve yöntemle ve hatta sorunun doğrudan muhatabı olan sendikalarla tartışılmadan, onların görüşleri alınmadan düzenlenmiştir. Yine bu konu TBMM’ye yasa tasarısı olarak gelmeden ele alınamazdı çünkü milletin vekillerinin, siyasi partilerin bu konuda öteden beri dile getirdikleri görüşleri vardı. Ama ne yazık ki böyle olmadı. Toplumsal mutabakat sağlanamadı ve şimdi bunu çıkaranlarda ortaya çıkan sorunların farkındalar çünkü KHK yayımlanır yayımlanmaz daha ilk saatlerden başlamak üzere başvuruların başlama ve bitiş tarihleri, toplu sözleşme düzeni ve belediye şirketlerinde çalışan işçilerin durumları başta olmak üzere birçok konu üzerinde belirsizlikler ve yoğun tartışmalar oluşmuştur.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri ile sürekli temas kurmak ve onların madde metinlerini nasıl yorumladıklarını öğrenmek için biz sendikamız olarak bu dönemde yoğun bir çaba içerisine girdik ve bu çabalarımız sayesinde bir çok konunun da açıklığa kavuşmasına ön ayak olduk. Bu durum bile bu konunun neden KHK ile düzenlenemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur.

Bu düzenlemeyi yapanlar kamudaki taşeron şirket işçilerini merkezi idare ve yerel yönetim olarak 2 sınıfa ayırmıştır. Merkezi yönetime alınacak işçiler devlet istihdamını düzenleyen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamına alınmış; yerel yönetimlerdeki taşeron şirket işçileri ise belediye şirketlerine mahkum edilmiştir.

Taşeronluğu bitirdik herkese kadro verdik söylemini kuranlar yerel yönetimlerde taşeron şirketler ve belediye şirketlerinde çalışan 500 bin işçiyi kadro dışı bırakmışlardır. Burada sormak gerek; yerel yönetim hizmetleri kamu hizmeti değil midir? Neden böyle bir ayrıma gidilmiştir? Bunu izah etmek, akılcı bir açıklama getirmek gerçekten mümkün değildir.

Elbette izah edilmesi zor o kadar çok şey var ki; merkezi idarede kadroya ve yerel yönetimlerde belediye şirketlerine geçişte işçiler için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması koşulu da böyle bir şeydir. Bu koşulla birlikte bugüne kadar taşeron şirketlerde çalışma olanağı bulan binlerce işçi şimdi işsizlikle yüz yüzedir. Sendikamız en başından beri yıllardır kamu idareleri için çalışan ve aslında kamu idarelerinin işçisi oldukları hukuken tescil edilmiş olan işçilerin karşısına güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması koşulunu dikmenin işçileri eleme amacını taşıdığını ifade etmiştir. Merkezi idareye kadrolu geçişte 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun atama şartlarını aramak bile tartışmalıyken 657 sayılı Kanun içinde tanınmamış ve tanımlanmamış belediye şirketlerine geçiş için 657 koşullarını aramak hukuk temeli olmayan bir keyfiyettir. Şu anda belediye hizmetlerinde çalışan binlerce taşeron şirket işçisi hukuk dışı bir durumla karşı karşıyadır.

Sendikamız birçok belediyede daha önceleri çeşitli nedenlerle güvenlik sorunu yaşamış yurttaşlarımızın topluma kazandırılması için uygulanan istihdam önceliklerine destek vermiştir. Şimdi ise onca çaba ve emek bir kenara bırakılmak istenmektedir. Bu işçiler kadro beklerken işsiz kalacaktır.
Eski mahkumların cezasını çektikleri ve kamuya yıllardan beri hizmet ettikleri halde toplumun dışına itilmesine sebep olacak bu uygulama ile işçiler adeta suç işlemeye teşvik edilmektedir.
– Okuma yazması olmayan işçiler eleniyor mu?

– Okuma yazma bilmeyen işçilerin elenme durumu söz konusudur. Bu durum sınavın nasıl yapılacağına göre değişecektir. Şöyle ki; mesela belediyelerde beden işçilerinin uygulamalı sınava tabi olacağı söylenmektedir. Ama yazılı sınav yapılırsa buralarda dahi bir eleme durumu söz konusu olabilecektir.

– GBT mülakat okuma yazma ve buna benzer uygulamalara maruz kalacak işçilerin kadroya geçemediklerinde hukuksal süreç hakları var mı?

– Çıkarılan KHK’dan sonra bir de tebliğ yayınlandı. Bu tebliğ ile başvurusu reddedilen işçilerin itiraz komisyonlarına itirazı üzerine verilen kararlar kesindir denildi. Tebliğ ile dava yolu yasaklanamaz. Anayasa’ya göre yargı yoluna başvurma hakkı vardır. Bu nedenle idare mahkemelerine dava açılabilir. Sendikamız tüm bu süreçlerin takipçisi olmaya devam edecektir.

– Sendikanıza yönelik baskılar var mı? Ne tür baskılarla karşı karşıyasınız?

– Elbette çok zorlu bir süreç, belirsizliklerin yoğun olduğu ve bu belirsizlikler üzerinden işçilerin haklarının olabildiğince yok sayılmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Özellikle belediyelere atanan yönetimler ve KHK’lar aracılığıyla işinden, aşından edilen üyelerimiz oldu. OHAL fırsatçıları da bu dönemde boş durmuyor. Sarı sendikalar OHAL’in yarattığı siyasal iklimden yararlanarak üyelerimize yönelik baskı ve sindirme politikaları uyguluyor ama bu süreçte her türlü algı yönetimi ve baskı karşısında mücadelemizden taviz vermeyerek ve doğru bildiğimizden şaşmayarak örgütlülüğümüzü artırarak korumaya devam ediyoruz.

– KHK’yla kaç kişi meslekten ihraç ve açığa alındı?

– OHAL’in ilan edildiği ilk günden bugüne KHK’lar ve atanmış yönetimlerce 2451 üyemizin iş akdi feshedilmiştir. KHK ile çalışanların hukuksuzca işinden edilmesi olağanüstü hal rejimini belirleyen hukuki çerçevenin de çok ötesinde bir işlemdir, bir yaptırımdır. Suç yokken cezalandırmadır. Ne yazık ki üyelerimiz, onların aileleri, çocukları bu haksız yere cezalandırmanın zorluklarını yaşamaktadır.

– KHK ile uzaklaşan üyeleriniz hukuksal süreci ne aşamada?

– Öncelikle belirtmek isterim ki üyelerimizin haklarını savunacak, hukuk ve demokrasi mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz. Gerek KHK ‘lar ile gerekse belediyelere atanmış yönetimlerce işten çıkarılan bütün üyelerimizin derhal işbaşı yapması acil talebimizdir. Bu talebimizden asla vazgeçmeyeceğiz. İşinden, aşından, geleceğinden edilmiş üyelerimizin hukukunu savunmaya devam edeceğiz. Ama öncelikle siyasi iktidar, Anayasası ile hukuk devleti olduğunu ilan etmiş bir ülkede hukuka kayıtsız şartsız bağlı kalmalıdır. KHK’lar ile ihraç edilenlere yönelik kurulan OHAL komisyonun hala işe iadeler konusunda adım atmaması ise oldukça vahim bir durum olarak karşımızda duruyor.

– Mevcut üyeleriniz ile KHK ile ihraç edilen üyelerinize dayanışma amaçlı bir çağrınız var mı?

– Üyelerimizin uğradığı bu haksız, hukuksuz durum karşısında, üyelerimizle dayanışmanın sağlanması için yardım kampanyası başlatılması konusunda ilgili mevzuat uyarıca İçişleri Bakanlığı ve Valiliklere başvuru yaptık ama ne yazık ki reddedildi, engellendi.

-KHK ile Genel-İş’in dışındaki diğer sendikalara üye olan tahminen kaç kişi ihraç edildi ve açığa alındı?

– Bir yıllık OHAL döneminde 112.530 kişi kamudan ihraç edilmiş, Cumhuriyet tarihinin en büyük kamu görevlisi tasfiyesi yaşanmıştır. 12 Eylül döneminde kamu kuruluşlarından 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu kapsamında yaklaşık beş bin kişinin çıkarıldığı düşünülecek olursa bugün yaşanan tasfiyenin boyutları daha iyi anlaşılabilir.

Yüz bini aşan kamu görevlisi somut bir delile dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarılmış, sadece kamu görevinden çıkarılmakla kalınmamış, ihraç edilenler damgalanmış, suçlu ilan edilmiş, emekli ikramiyelerinden mahrum bırakılanlar olmuş, pek çoğunun özel sektörde de iş bulmasını engelleyici uygulamalar söz konusu olmuştur.

– 10 Ekim Derneği’nin kapatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– OHAL döneminde birçok dernekte keyfi olarak kapatılmıştır. OHAL’in yasal sınırları aşılarak bunlar yapılmıştır. Tüm bunların ne hukukla ne de demokrasiyle bağdaşan hiç bir yanı yoktur.

– Genel İş Sendikanın Genel Başkanı olarak mevcut tıkanan siyasette bir çözüm öneriniz var mı?

– Biz işçi sınıfının evrensel sendikal hakları ve kazanımları için mücadelemizi her koşulda inatla ve ısrarla sürdürüyoruz. Ama sadece emek mücadelesi vermiyoruz demokrasi mücadelesini de emek mücadelesinin önemli bir parçası olarak görüyoruz. Tarihsel olarak da hep böyle tavır aldık. Her türlü darbenin, her türlü şiddetin karşısında amasız, fakatsız olarak yer aldık. Demokrasi, hukuk ve adalet için mücadele vermekten bir an olsun vaz geçmedik. Yapılması gereken bir an önce OHAL rejiminin kaldırılması, yapılan hukuksuzlukların giderilmesidir.
Cumhuriyet halk egemenliği, bağımsızlık ve laiklik demektir. Bu ilkelere bağlı kalmak; bu ilkelerden taviz vermemek gerekir. Bu ilkeler ise ancak gelişmiş bir demokrasi ile korunabilir; geliştirilebilir. Siyasette yaşanan tıkanmanın çözüm anahtarı; eşitlik temelinde demokrasinin kurumsallaşarak işlemesi, yargının bağımsız olması, hukuk ve adaletin sağlanmasıdır.
Editör: Haber Merkezi