Söyleşi: edebiyathaber.net Adalet Çavdar 



Tarihte ya da bugün aşkın anlamının değişmediğini kabul edecek birkaç insan tanıyorum. Bu bir şans. Aklımın erdiği zamanlardan bu yana gerçekten büyük aşkların seyircisi oldum. Kendimce çok güzel bir hikâyenin içinde de durdum. Hep derim, aşk acısı dünyanın en güzel acısıdır, insana yaşadığını bütün damarlarında hisettirir. Gül İrepoğlu’nun Hep Kitap tarafından yayınlanan romanı “Kavuşmak” okuruna iki ayrı zaman diliminde geçen iki aşk hikâyesini anlatıyor. Bir kadın anlatıyor, bir kadın yazıyor. Anlatılanların üzerinden geriye dönüp dönüp hatırlıyor. 1950’lilerin İstanbul’un da geçiyor roman ve okuruna dönemin müziklerinden bir liste sunuyor.

Sanat tarihçisi olan Gül İrepoğlu’nun altıncı romanı olan “Kavuşmak” kadınların aşkla nasıl ayakta kaldıklarını 1950’lerden bugüne anlatıyor. İreplioğlu ile yeni romanı hakkında konuştuk.

Hem bir sanat tarihçisi hem bir yazarsınız. Öncelikle ilgi alanlarınızdan ve meslek hayatınızdan biraz bahsedip, sizi tanıyabilir miyiz? Sanat tarihi ve edebiyat nasıl yan yana geldi?

Mimarlık eğitimini bitirince sanat tarihine yöneldim, çünkü sanat tarihi bir aile geleneğiydi ve bunun içinde yetişmiştim. Akademik kariyerimi sanat tarihinde yaptım, bu iki alan da bana iç içe geçen, birbirini tamamlayan bakış açıları verdi. Akademik yaşamda araştırmak ve yayın yapmak; kendimi yazarak ifade etmek her zaman mutluluk verdi. Akademik metinlerimde de olabildiğince renkli bir dil kullandım, içimden geldiği gibi. Bir gün edebiyata yöneleceğimi biliyordum, sonunda Lale Devri nakkaşı Levni hakkında yazdığım bilimsel kitap bir yandan hayal gücümü karşı durulmaz biçimde kışkırtınca, hayallerim akademik cümlelere sığmaz olunca… Başkahramanı Levni olan bir roman yazdım: “Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde”. Sonrası geldi, bundan memnunum.

Bütün bunların yanı sıra müziğe ilginiz olduğu “Kavuşmak” romanınızda ortaya çıkıyor. Romanı okurken dinleyebilmesi için okura bir liste sunuyorsunuz adeta. Seçtiğiniz eserler yerli ve yabancı klasik eserler, nasıl bir örgüdür bu metinle iç içe çalan müzik?

Yazarken hep müzik eşlik eder bana, türüyse o anki ruh durumuma göre değişir, klasik Batı müziği olur; piyano sonatları operalar, ya da caz olur, eski vokaller… Elbette klasik Türk müziğinin o anki ruh halime uyan parçaları, bazen de nostaljik pop… Kendi seçtiğim müziklerdir bunlar. Onun için radyodan dinlemektense, kendi bilgisayarımda kayıtlı listelerimden dinlerim, kimi zaman bir parçayı defalarca üst üste…

“Kavuşmak” romanımda müzisyenlerin aşkı söz konusu, dolayısıyla her sayfadan notaların dökülmesi doğal, ancak ben onların alanı olan Türk müziğine bol bol değinmekle yetinmedim, ki Mesut Bey zaten tamburun yanı sıra viyolonsel de çalan bir müzisyendi, Batı müziğine de hâkimdi.  Böylece yazma sürecinde beni destekleyen müzikleri de romanımın kahramanlarıyla paylaştım, o müzikler metnin uzantıları haline geldi. Kitabın arkasında da metinde geçen otuz dört müzik parçasını, geçiş sırasına göre verdim, okur bunları dinlemek isterse kolaylık olsun diye.

Mesut Cemil Bey ve öğrencisi Dürdane Hanım’ın hikâyesini anlatıyorsunuz. 1950’li yılların İstanbul’u, insanların birbirlerine bey ve hanım diye hitap ettiği bir dönem. Daha önceki romanlarınızın konusu yine tarihi meseleler. Sanat tarihinin hem ilginiz hem mesleğiniz olması elbette bununla bağdaşıyor. Peki, Mesut Cemil Bey ve Dürdane Hanım’ın hikâyesini anlatma arzunuzun altında ne vardı?

“Kavuşmak”ta anlattığım büyük aşkın kadın kahramanı Dürdane Hanım, beni daha önce yazdıklarımdan tanıyarak kalmakta olduğu huzurevine çağırttı, yıllar önce Mesut Cemil Bey ile yaşadığı gizli aşkın hikâyesini yazmamı istedi, aşk mektuplarını verdi. Beklemediğim, sarsıcı, öte yandan onur veren bir görevdi bu. Sonra konu beni içine çekti. Onunla başka bir görüşmemiz olmadı, araştırmalar yaptım elbette, ama çoklukla o aşkın bana verdiği esinlerle, hayal gücümü kullanarak kurguladım her şeyi. Yazık ki Dürdane Hanım’ın ömrü vefa etmedi romanı görmeye.

Yazma sürecinizden biraz bahseder misiniz? Tarihçiliğiniz kurgu bir metin yazmanızı nasıl etkiliyor?

Benim bilgisayarımda ve zihnimde aynı anda çok sayıda dosya açıktır ve yeri geldikçe hepsine notlar alırım. Zamanı gelince o dosyalardan biri öne çıkar, öyle olunca diğerlerini bir süre için bırakıp ona yoğunlaşırım, bitirene kadar. Yine de diğerlerine kimi notlar almayı sürdürürüm ama.  Her gün yazarım, bir kuralım ya da saatim yoktur yazmak için, esin geldiğinde gürültülü ortamda da olsam fark etmez. Sanat tarihçisi olmak bazı sahneleri tablo gibi kurgulamama yardımcı oluyor örneğin, ama bazı yerlerde fazla bilgi vermeye yönelirsem o kimliğimi arka plana atıyorum hemen. Romanın akışını bozmamak önemli. Bir de tarihsel romanlardaki geri plan ayrıntılarını doğru vermemi sağlıyor bu kimliğim.

İki ayrı zaman diliminde geçen iki ayrı âşk hikâyesi “Kavuşmak”. Yazdıkça hatırlayan, hatırladıkça yazan bir kadından dinliyoruz pek çok şeyi. Sizce nedir bir aşkın seyredilmesini, anlatılmasını, dinlenilmesini sağlayan? İnsan ne arar ne bulur o hikâyenin içinde? Siz bu iki aşkı yazarken ne buldunuz?

Okurun önünde yeni dünyaların açılması ilgiyi çeker kuşkusuz, öte yandan her şeye rağmen kendinden –belirsiz de olsa- parçalar bulması, romanla yakınlaşmasını sağlar. Aşk dediğiniz sarsmalı. İnsanlığın en belirleyici duygusudur aşk. Sonsuz bir esinler kaynağı. “Kavuşmak”ta bir büyük aşk, diğer aşka, geçmişte yaşanıp da tamamlanamamış aşka esin veriyor, tekrar filizlenmesini sağlıyor, böylece hikâye günümüze uzanıyor. Ama daha fazla anlatmayalım, okuyunca…

Dürdane Hanım neden çok tanımadığı birine hayat hikâyesini anlatmak istedi sizce?

Bu çok ilginç bir durum gibi geliyor insana ilk anda, ancak Dürdane Hanım sezgileri çok güçlü bir kadın ve bir insanda gözlemlediğiniz küçücük ayrıntılar onun hakkında yargıya vardırabilir sizi. Benim durumumda da böyle oldu sanırım, o sırada yaptığım TV programlarından ve romanlarımdan tanıdı o beni ve aşkını doğru aktaracağımdan emin oldu. İyi ki!

Hem bir hayranlık hem bir aşk hikâyesi. Mesut Cemil Bey’in evli olması elbette bir etken ama onun gibi birisine âşık olmamak pek engel değil. Biraz ailesinin şöhreti ve başarısının gölgesinde kalmış bir karakter Mesut Cemil Bey. Başka bir zaman diliminde olsalardı sizce kavuşma imkânları olur muydu?

Bence Mesut Cemil Bey babasının ününün gölgesinde kalmış değil, çünkü kendisi hem başarılı bir müzisyen olmuş hem de radyo yöneticisi ve sunucusu. Ama babasına duyduğu derin saygı daha fazla öne çıkmak istememesine yol açmış olabilir. Bugünün tabiriyle karizmatik bir kişilik Mesut Cemil Bey, hayran olmamak olanaksız. Romanda da Dürdane Hanım’ın yaşadığı aşktan koşullar ne olursa olsun pişmanlık duymadığını, seçiminden memnun olduğunu özellikle vurguladım. Aslında yaşanan zaman dilimi çok da önemli değil, zaten kavuşmak kavramı da ucu açık bir kavram.

Bu çağın âşık olma hali hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve sizin âşkla aranızda nasıl bir ilişki var?

Bu çağın aşkları hep yeriliyor ama, ben aşkı zamandan bağımsız görüyorum, tabii gerçek aşktan söz ediyorsak. Benim aşkla aram çok iyi! Aşksız bir yaşam düşünemem desem yeterli olur mu?

Kavuşmak mı önemli yoksa o aşkı yaşamak mı?

Bence o aşkı yaşamak önemli, aşkı yaşarken duyumsanan gökkuşağı misali iç renkler, başka hiçbir zaman ulaşılamayacak heyecanlı anlar, bulutlar ve uçurumlar… Sonrası? Ne olursa olsun, o yaşanmışlık bizim artı hanemizdedir.

Kadınlar aşkta daha mı cesurlar?

Ben romanı kurgularken zaman zaman tüm kahramanlarımın yerine geçerek yazarım, yani erkekler de ne hisseder burada diye uzun uzun düşünürüm, çevremdekilerden, çeşitli biçimlerde tanıdıklarımdan esinlenirim, garip bir ruh durumuna girerim, ama kadınları yazarken onların cesaretini kendimden bildiğim için daha rahatım ve evet, kadınlar bu konuda da daha cesurlar.

Hikâyenin en başındaki hikâyenin gerçek olduğundan bahsediyorsunuz Medyascope TV’de konuk olduğunuz Müge İplikçi’nin programında. Burayı biraz açabilir miyiz? Romanın biyografik öğeleri var mı? Gerçek hayatta bu kişilerin kimler olduğunu öğrenme imkânımız var mı?

Evet, hikâye gerçek bir durumla başlıyor. Ancak ilerlerken kurguya dönüşüyor. O büyük aşktan esinlenen bir kurgu. Ama gerek o aşkın evrelerini anlatırken gerekse romandaki yazar karakterinin yaşadıklarını, duyumsadıklarını aktarırken tümüyle benim oluşturduğum iki paralel aşk hikâyesine evriliyor. İstanbul’un çeşitli semtlerini neredeyse romanın bir parçası yaparak, 1950’lerin ünlü sanatçılarına roman kahramanları olarak “rol verirken”, her tür müziği ifade aracı olarak kullanırken gerçek nerede bitip kurgu nerede başlıyor, kesin çizgilerle ayrılmasın istedim.

 
Editör: Haber Merkezi