Çünkü insan için kendisini özgür hissetmek ve mahrum edildiği haklar uğruna mücadele etmek bir ihtiyaçtır. Biz kadınlarınsa daha da fazla nedenimiz vardı. Faşizm, bizim istediklerimizin tam tersiydi.




Dünyanın hemen her kıtasında, bizim ülkemizin de aralarında bulunduğu birçok ülkede askeri ve faşist diktatörlükler on yıllar boyunca halkların kâbusu oldu, olmaya devam ediyor. Esas itibarıyla ulusal ve uluslararası sermayenin silahlı elinden başka bir şey olmayan bütün faşist diktatörlüklerde, toplumsal hareketlere kaynaklık eden politik, demokratik ve emek örgütlenmeleri acımasızca ezildi. Kitlesel tutuklamalar, yargılamalar, idamlar, işkenceler, faili meçhul cinayetler, kaçırmalar, gözaltında kaybetmeler ve sayamayacağımız kadar çeşitli baskı ve zulüm mekanizmaları işletildi.

İtalya’da yirmi yıl boyunca Mussolini’nin faşist diktatörlüğüne ve 1943’ten itibaren Nazi Almanyasının işgaline karşı sürdürülen antifaşist direnişin gücü de başarısı da halkçı karakterine bağlıydı. Bunu sağlayan en önemli faktörlerden biri kadınlardı. Diktatörlük yıllarında başta komünist partiler olmak üzere ülkedeki ilerici muhalif güçlerin önderliğinde yürütülen antifaşist direniş, kadınlar arasında da daha çok özgürlük ve demokrasi uğruna bir mücadele geleneği geliştirmişti. Nazi işgali de eklenince antifaşist direniş ülkenin kurtuluş mücadelesine dönüştü.

Kadınlar, savaştılar, partizan birlikleri ve şehirlerdeki direniş grupları arasında irtibatı kurdular, silah ve cephane taşıdılar, istihbarat topladılar, hemşirelik yaptılar, gıda, ilaç ve diğer lojistik ihtiyaçların tedarikinde önemli görevler üstlendiler. Ve belki de en önemlisi, halkın direnişe destek ve katılımını sağlamak için ajitasyon, propaganda ve örgütlenme faaliyeti yürüttüler.
İÇSEL BİR GEREKLİLİKTİ

Direniş hareketinde mücadele eden savaşçıların gizlenme, beslenme, giyim, istihbarat vb. gereksinimlerini karşılayan kadınlar, aslında koca bir yeraltı ordusunu ayakta tutuyordu. Yapılan bir hesaplamaya göre elde silah savaşan her bir kişi için, yardım ve destek sağlayan 14 kişiye ihtiyaç duyulmuştu. Bu, direnişin halkçı karakterini gösteriyordu.Kadınların direnişe kitlesel aktif katılımının sebepleri konusunda Francesca Rola şöyle diyor: “Hayır, biz kahraman değildik. İçsel bir gereklilik buna itiyordu bizi. Çünkü (birçok) insan için kendisini özgür hissetmek ve mahrum edildiği haklar uğruna mücadele etmek bir ihtiyaçtır. Biz kadınlarınsa daha da fazla nedenimiz vardı. Faşizm, bizim istediklerimizin tam tersiydi. En başta okumak, eğitim istiyorduk, kendimizi geliştirebilmek ve dünya hakkında bilgilenmek istiyorduk...”
DİRENİŞİN OMURGASI

Kadınların faaliyetini “Resistenza’nın (direnişin) omurgasıydı” diye niteleyen Annita Malavsi, durumu şu sözlerle özetliyor: “Bu, kadınların herhangi bir olağanüstülüğünden kaynaklanmıyordu elbette. Mesele, kadınların göreceli bir hareket özgürlüğüne sahip olmalarıydı. Direnişin iletişimi kelimenin tam anlamıyla bizim bacaklarımız üzerinden gerçekleşti. Her türlü hava şartlarında onlarca kilometre yürüyorduk. 44/45 kışı aşırı soğuktu. Gecelediğimiz yerlerde ısıtma olmuyordu, çoğu zaman donmamak için ahırlarda hayvanların yanında uyuyorduk. Hiç durmadan 12 saat yürüdüğümü bilirim... Bugün hem partizan hareketini hem de kadınların rolünü küçümsemeye çalışanlar var; bu çok tehlikeli. Biz, bize yoksulluk, açlık, savaş ve işgal getiren 20 yıllık bir diktatörlük yaşadık. Toplumsal bir geriye gidişin faturasını önce kadınlar öder.”Giacomina Castagnetti, kadın savunma gruplarının önemli işlevler üstlendiklerini anlatıyor: “Karşı casusluk birliğine bağlı bir grubun komutanlığını yaptım. Yaklaşık 40 kadındık. Aralarında evlerinin önünde oturarak kaç askeri aracın geçtiğini, cephanenin niteliğini, sayısını vs. not edenler vardı. Bu bilgiler kuryelerce partizan birimlerine iletiliyordu. Bir ailenin bütün kadın fertlerinin birlikte çalıştığı oluyordu: Büyükanne, anne ve kızları. Kimisi okuma yazma bilmiyordu ve notlarını çeteleyle tutuyorlardı. Savaş sonunda hepimiz ülkenin kurtuluşu için önemli şeyler yaptığımızın farkındaydık. Artık daha çok hak ve özgürlükler elde etmek istiyorduk. Yaşadığımız onca şeyden sonra başka türlüsü olamazdı. Artık ocaklarının ardında birbirinden yalıtılmış kadınlar değildik; toplumsal yaşam içinde var olan kadınlara dönüşmüştük. Buna rağmen savaştan sonra sayısız engelle ve dirençle karşılaştık. Partizan kadınlara kuşkuyla bakanlar çok oldu. Ama kadınları kendilerinden iki adım gerisinde görmeyi tercih eden erkekler bile kadınların insan olarak değerini ve emeklerinin önemini kabullenmek zorunda kaldı.”

Editör: Haber Merkezi