Aynur öfkeden kulaklarına kadar kızarmış, terden avuçları bile ıslak. Ellerinin titremesi yüzünden her iplik kopuşunda zıvanadan çıkıyor. Gücü tükendi, yoruldu, usandı...




Ustabaşı, işçilerin taktığı adla, Gülleci, tükürükler saçarak bağırıyor. Sesi iri cüssesiyle uyumsuz, tiz, çatlak.

“Hadi, hadi! Bak, hâlâ sallanıyorlar! Duymadınız galiba. Yanınızdaki işler bitmeden salmayacağım sizi. Bir kuruş mesai de yok. Ağırdan almak ne demekmiş görün bakalım.”

Paydos vakti, kapıdan gerisingeri çevrilip makinelerinin başına zorla oturtulmuş üç işçiden biri Aynur, ağlamaklı, dudaklarını kemiriyor. Bandın en ucunda, diğerlerine sırtı dönük oturuyor. Uzun yüzlü, kara gözlü, çelimsiz bir kız, on dokuz yaşında. 'Yeter artık, kapa çeneni' dememek için zor tutuyor kendini. Başını her kaldırışında, karşı duvardaki tabela çarpıyor gözüne. Kocaman, süslü harflerle yazılmış, 'Önce İnsan' yazısı sinirine dokunuyor. Allahın belaları! Kimi kandırıyorsunuz, diye söyleniyor içinden.

Basık tavanlı dikim holünde, boş alan yok. Dip dibe sıralanmış makineler sıkışık, her şey üst üste. Sıcaklık, abartısız kırk, kırk beş. Orta masanın yanına sağlı sollu yerleştirilmiş iki vantilatör gacır gucur dönüyor ama serinletmiyor, kumaşlardan çıkan hav tozlarını havada uçuşturuyor sadece. Külüstür makinelerin motor homurtuları, fare ciyaklamasına benzeyen kayış sesleri sinir bozucu.

Aynur öfkeden kulaklarına kadar kızarmış, terden avuçları bile ıslak. Ellerinin titremesi yüzünden her iplik kopuşunda zıvanadan çıkıyor. Gücü tükendi, yoruldu, usandı. Bu eziyete daha fazla katlanamayacak. İşten başka hiçbir şey yok hayatında, köle gibi çalışıp durmaktan başka hiçbir şey.

Ne zaman azıcık sesini yükseltip şikâyet edecek olsa, kıdemli işçiler, “Boşuna çeneni yorma. Bu iş böyle,” deyip susturuyorlar onu. “Daha çok gençsin. Madem zor geliyor, yol yakınken başka meslek seç kendine.”

Düşündükçe hırslanıyor. Var gücüyle basıyor pedala. İnsanı canından bezdiren sıcaktan, tepelerinde dikilip, “Hadi, hadi” diye çığırtkanlık yapan kadından, makine gibi iş görmenin sıkıştıran baskısından kurtulmak için başka yol yok.

Aşağı yukarı aynı zamanda erittiler yanlarında birikmiş işleri. Makinesinin şalterini kapatıp yanındaki pet şişeye uzandı Aynur. Tam suyunu içerken, kulağının dibinde, “Hop! Hop! İğnenin altına bez koymadan nereye?” diye şarladı ustabaşı. “Dilimde tüy bitti. Bıktım uyarmaktan. Yağ lekesinden geçilmiyor sonra ortalık.” Gayri ihtiyari arkasına döndü, giderayak fırça yiyen kim diye bakacaktı. Bir fırça da ona attı kadın. “Ne bakınıyorsun? Hadisene. Keyfinizi mi bekleyeceğiz.” Sesli sesli söylenerek kalktı Aynur, yürüdü, çıktı kapıdan. Kartını bastı. Adım atacak hali kalmamıştı. Yol nasıl da büyüdü gözünde. Servis yokken ölümdü eve gitmek.

Canlanmak için yüzüne bolca su çarptı, yalakta ayaklarını yıkadı. Soyunma odasına girmesiyle alt üst oldu midesi. İğrenç kokuyordu oda. Ter, ten ve terli koltukaltlarına sıkılan envai çeşit deodorant kokusu. Elini burnuna götürüp, “Şu lânet pencereyi niye kapatırlar bilmem.” diye bağırdı. Odadaki tek pencereyi açmak için hışımla tabureye çıktı. Parmak uçlarında yükselip pencerenin kanadını cılız kollarıyla yukarı itmeye çalıştı. “Açılsana be, açıl.” Sürgüyü zorlarken parmağını sıkıştırdı. Can acısıyla, büsbütün attı tepesi, ağzına geleni söylemeye başladı. “Allah belanızı versin. İnsan yerine koysanız kümes gibi yere tıkmazdınız böyle.” Öbür iki kadın, Aynur’un bağrışlarına aldırış etmeden üstlerini değiştirip dışarı çıktılar.

Dolabının kilidini açarken hâlâ yatışmamıştı siniri. Hazmedemiyordu bir türlü. Keyfilik, haksızlık, azarlamalar, küçük görmeler, komut, sürekli komut. Böyle mi sürecekti hep? Kendi kendine konuşurken Sevil’i fark etti. “Ne o, eve gitmedin mi sen?” diye tersledi arkadaşını.

“Unuttun herhalde,” dedi Sevil. “Korupark’a gideriz demiştik ya.”

“Bir yere gidecek hal kaldı sanki.” diye homurdandı Aynur.

Sevil yaklaştı, yanına geldi. “Aman tamam. İstemezsen gitmeyiz. Yeter ki sakinleş sen.” Yalnız oldukları halde kısık sesle konuşuyordu. “Az önce söylediklerin ta nerelerden duyuluyordu, haberin var mı? Durduk yere başımızı belaya sokacaksın yine.”

Aynur mahsus daha yüksek sesle bağırdı.

“Umurumda bile değil. Canları cehenneme!”

Tam o sırada koridordan, bekçinin kart sesini duydular.

“Hanımlar acele edin. Yeter oyalandığınız. Kapıları kilitleyeceğim bak.”

“Patlama be!” diye bağırdı Aynur. Sevil dayanamayıp kolundan tuttu arkadaşının.

“Kızım yeter! Bulaşma herkese. Giyin de çıkalım hadi.”

“Yeter, yeter deyip durma.” diyerek çekti kurtardı kolunu, soyunmaya başladı. “Bırak beni. Sinirlerim tepemde zaten.”

Sevim duymamış gibi devam etti. “Sen de dik kafalılığı bırak. Gördün işte. Şu kadının suyundan git demiyor muydum ben? Hazır sigortalı iş bulduk. Maaşı da günü gününe yatırıyorlar. Daha ne?”

Aynur omuz silkince, “Sen bilirsin,” dedi, “Kovulmak istiyorsan kovul. Ben yokum ama. Bu defa peşinden gelmeyeceğim. Haberin olsun.”

Bir şey demedi Aynur. Fanilasıyla boynunu, koltuk altlarını kuruladı. Bacaklarının arasına sıkıştırdığı mavi pötikareli iş önlüğünü koklayıp bir poşete tıkıştırdı. Fabrikanın satış mağazasından aldığı ikinci kalite, Live is life baskılı Zara bluzu giydi sırtına. Metal zımbalı kemerin tokasını son deliğe geçirip kotunun belini sıkıladı. Uzun, dümdüz saçlarını elleriyle şöyle bir tarayıp havalandırdı. Aynanın karşısına geçmiş dudaklarını boyayan Sevil’e, “Hadi yürü,” dedi, “Gidelim.”

Fabrikanın bahçesinden çıkar çıkmaz bir sigara yaktı Sevil. “İster misin?” deyip Aynur’a uzattı paketi.

“İstemem” dedi Aynur. “Karnım aç benim.”

Sevil sigarasını tüttüre tüttüre yürürken, sokulup koluna giriverdi Aynur’un. Şehrin epey dışındaki sanayi bölgesinin, nispeten tenhalaşmış ara sokaklarında hiç konuşmadan yürüdüler.

Ana caddeye vardıklarında, saatine baktı Sevil.

“Beş bile değil daha. Mızıkçılık etme de, gidelim işte.”

“Geç oldu,” dedi Aynur. “Annemin çenesini çekemeyeceğim bir de.”

“Hadi ama. Hatırım için,” diye üsteledi Sevil. Dudaklarının arasına yeni bir sigara alıp biten sigarasının ateşiyle yaktı. “Telefon edip mesai uzadı deriz, ne var?”

Aynur’un yüzü karardı. “Bıktım,” dedi. “Yalan. Sürekli yalan.”

“Ben bayılıyorum sanki. N’apalım kızım, mecbur ediyorlar insanı. Haftanın altı günü eşek gibi çalış. Maaşı götürüp olduğu gibi ellerine ver. Bir boka izin verdikleri yok.”

Başını sallamakla yetindi Aynur. “Çok acıktım.” diye tekrarladı ölü bir sesle.

Durağa vardıklarında arkalıksız, metal banka çöküverdiler hemen. Sevil, sigarasından son bir fırt çekip, izmariti ayakucuyla mazgala doğru ittirdi. “Bırak hadi surat asmayı,” dedi. Muzip bir gülümsemeyle ağzını çarpıttı. Kaşının tekini yukarı kaldırdı. “Bak şekercim dinle şimdi,” diyerek, sesiyle, mimikleriyle, bir komedi dizisindeki kadın oyuncuyu taklit etmeye başladı.

“Katiyen itiraz istemiyorum. Otobüse biniyoruz veee dosdoğru Korupark’a gidiyoruz tamam mı? Lütfen diyorum, lütfen, lütfen.”

Aynur tutamadı, bastı kahkahayı. “Deli şey. Başladı gene.” Kendini bağışlatmak ister gibi arkadaşının elini tuttu. “Kızım amma benzetiyorsun ya.”

Aynur’un neşelenmesiyle, iyiden iyiye havaya girdi Sevil. Rolüne büsbütün kaptırdı kendini.

“Acıktım diyordun di mi,” diye devam etti. “Önce güzelce karnımızı doyururuz madem. Hamburger, döner, canın ne çekerse. Üstüne de şöyle okkalı bir kahve. Sinemaya bile gireriz istersen şekercim. Bired Pit’i de izledik mi var ya, sinir stres bi şeyciğimiz kalmaz, ne Gülleci kalır aklımızda, ne evdekiler, kim olduğumuzu bile unuturuz valla.”

Aynur makaraları koyvermişti. Karnını tutarak katıla katıla gülüyordu. Birden deli gibi, ipince sesler çıkararak ağlamaya başladı. Gözlerinden yaşlar akarken kesik kesik bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Hıçkırıklarının arasında güçlükle, “İşi bırakacağım,” diyebildi. Sevil, kolunu arkadaşının sarsılan omzuna attı, başını başına dayadı usulca, konuşmak faydasızdı, söyleyecek yeni bir şey de yoktu zaten.

Belediye otobüsü yaylana tıslaya durağa geldiğinde yerlerinden kalkmadılar bile. Ne beklediklerini unutmuş gibiydiler.

* Bu öykü 2013 yılında Datça Belediyesi ve Öykü Teknesi Dergisinin ortaklaşa düzenlediği Nihat Akkaraca Öykü yarışmasında 2.lik ödülüne değer bulunmuş, 2014 yılı Öykü Teknesi sayı 43’de yayımlanmıştır. 
Öykünün yazarı Ayşen Işık:
İstanbul doğumlu. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Tekstil Mühendisliği Bölümünden mezun. Bursa’da yaşıyor. Öyküleri; Notos, Kitap-lık, Sarnıç, Sözcükler, Öykü Teknesi, Askıda Öykü, Öykü Gazetesi gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı.


Editör: Haber Merkezi