... Çok okursam, düşümdeki gibi büyümeye başlayacak kafam. Her sabah uyanır uyanmaz aynaya koşup bakıyorum. Şimdilik bir değişiklik yok, ama bir gün uyandığımda başımı kocaman bulabilirim! ...




HAZİRAN SONU

Elleri büyük olan insanların bahtı açık olurmuş!

Laf!

Babaannemin uydurması işte! O gün beni ağlarken gördü ya! Üzülmeyim diye öyle söyledi. Dua ederken daha kocaman açılırmış göğe de, bu yüzden, ne istersen en kısa zamanda gerçekleşirmiş!

Çocuk kandırıyor sanki!

Hepsini üfürüyor...

Biliyorum! Çünkü denedim. Ama küçülmediler, aksine, ben küçülmeleri için yalvardıkça daha çok palazlandılar sanki. Sade büyük olsalar iyi, çatlak çatlak, yara bere içindeler…

Babaannem yaşlı kadın, nerden bilecek? Anneme de soramam ki! Ya onun ellerinden de utandığımı anlarsa! Onunkiler de kürek gibi! Ama hiç umurunda bile değil!

Demek ki kimse dalga geçmemiş onunla!

Melike’nin elleri öyle mi ya?

Küçücük, pürüzsüz!

Köylük yerde, hayret bi şey!

Nesine hayret ediyorsun ki kızım? Yazın hiç tarlada çalışıyorlar mı ki? Melike, Ali’yle birlikte, babalarına yardım etmeye bile gitmiyor dükkana! Peynir zeytin tartmak bile zor geliyor küçük hanıma! Annemgille ben sabahın köründe tarlaya yollanırken, bunlar fosur fosur yatıyorlar. Akşamüstü biz yorgun argın işten dönerken, anası, ablaları, hep beraber, evlerinin önündeki duvarın dibine bardak gibi diziliyor, çekirdek çitliyorlar. Gelen geçene laf atıp eğlencelik arıyorlar. Önlerinden geçerken, Ali de ordaysa eğer, (Ali gülmediydi o gün… Öbür çocuklarla birlik olmadıydı, ama gözlerini kaçırdıydı benden! Öylece durup önüne baktıydı…) ellerimi ceplerime sokuyorum, cebim yoksa arkama saklıyorum. Ayaküstü konuşmak için çekirdek uzatıyorlar bazen.

Annem alıyor, sinir oluyorum! Ben almıyorum.

Çekirdeği de çok severim ama…

TEMMUZ

Hasat başladığından beri hemen her gün, tarlada, sabah serinliğinde, keyifsiz keyifsiz, biraz çalışır gibi yapıyorum! Bağ telleri avuçlarımı daha çok parçalamasın diye, üstünkörü, gevşek gevşek, azıcık buğday demeti bağlıyorum. Sonra, “çok yoruldum” ya da “hastayım” deyip, babamın bir araya topladığı sapların üstüne kıvrılıveriyorum. Kırk derece sıcakta, annemin, dört tane çubuğu toprağa sokup yemenisiyle kuruverdiği (canım, ne becerikli kadın!) gölgeliğin altında uyuyormuş numarası çekiyorum. Çoğu zaman da gerçekten uyuyakalıyorum. Garip garip rüyalar görüyorum. Annem hasta olduğumu düşünüp üzülüyor, babam gittikçe tembelleştiğimi söyleyip öfkeleniyor.

Olsun!

Geçen gün, tarlada yine uyuyakalmışım… Rüyamda, okullar tatilmiş. Ben sürekli kitap okuyormuşum. Ama deli gibi, durmaksızın! Sonra, bir gece, güya yatağımda uyurken, kafamda bir şeyler olduğunu hissedip, dayanılmaz bir acıyla gözlerimi açıyorum. Panikle aynaya koşturuyorum hemen. Kafamın hızla büyüdüğünü görüyorum aynadaki aksimde. Gözlerim dehşet içinde kocaman oluyor. Sonra birdenbire kulaklarımdan, ağzımdan, burnumdan beynim fışkırmaya başlıyor... Iııyy, çok korkunçtu! Öyle bir çırpınarak, ter içinde fırladım ki uzandığım yerden o gün, babam bile hasta olduğumu sandı. Annem, “bu kızı bi doktora götürelim, bi haller var bunda!” diye ağlamaya başladı. Babam, hasat bitince beni hastaneye götüreceğine söz verdi ona. “Gelmesin bundan sonra işe, zaten bi boka yaradığı da yok, zıbarıp duruyor bütün gün!” dedi. Gördüğüm kâbusun etkisiyle tir tir titriyordum. Sevinemedim bile işten azad edilmeme!

AĞUSTOS

Çok tedirginim!

Kitap okumaya bayıldığım halde, en fazla on beş-yirmi sayfa okuyorum son günlerde. Oysa ne güzel, iki haftadır tarlaya bile gitmiyorum. Bir sürü boş zamanım var. Üç tane kitap devirirdim şimdiye ben… Bi taneyi bile bitiremedim korkudan...

O rüyayı gördüğümden beri acayip bir korku sardı beni. Danışabileceğim kimse de yok etrafımda. Murat hoca yaz tatili için yaz başında memleketine gitti. En az iki ay var gelmesine. Burda olsa ne iyi olurdu! Ona sorabilirdim!

Bana öyle geliyor ki, çok okursam, düşümdeki gibi büyümeye başlayacak kafam. Her sabah uyanır uyanmaz aynaya koşup bakıyorum. Şimdilik bir değişiklik yok, ama bir gün uyandığımda başımı kocaman bulabilirim! Belki de tersi olacak, köreliverecek… Az gelecek günde yirmi sayfa okuma…

Ne demişti Murat öğretmen?

“Çalışan organlar büyür ve gelişir, çalışmayanlarsa küçülür ve körelir.”

Okulun son günü söylemişti bu sözleri. Tatilde bol bol kitap okumalıymışız. Ancak bu şekilde beynimizi geliştirebilirmişiz. Ama ne kadar zaman, hangi sıklıkla, günde kaç sayfa, haftada kaç gün?

Öööf ya! Bunlardan hiç bahsetmedi. Öylece çekti gitti!

Bol bol!

Ne demekse bol bol!

Babaanneme sorsam mı acaba? Boş ver ya! Kim bilir bu sefer neler uydurur! Anneme de soramam! Hastalığın numara olduğunu anlarsa çok kızar bana. Canım! İyileştiğimi düşünüp, “Evde oturunca yüzüne kan geldi kızımın”, diye sevinip duruyor.

EYLÜL BAŞI

Kafamda henüz bir değişiklik yok. Günde otuz sayfa okuyorum. Sanırım yeterli geliyor… Başımı sürekli kontrol ediyorum.

Okulların açılmasına bi şey kalmadı şurda…

Avuçlarımdaki yaralar iyileşti sayılır. Çatlaklar tamamen geçti. Hafif bir küçülme de var sanki! Ellerim biraz küçülsün, yine annemlere yardım etmeye başlayacağım tarlada. Hiç çalışmazsam körelebilirler çünkü. Ekim zamanı geliyor. Fazla da çalışmayacağım ha! Zaten okullar açılınca, ancak hafta sonları gidebilirim işe. O da yeter herhalde. Tekrar büyümeye başlarlarsa ne yaparım sonra?

Oooff! Dengeyi bir şekilde tutturmam gerek.

Ellerimin tamamen küçülüp körelmesini de hiç istemem doğrusu!

Melike’ninkiler kadar olsunlar yeter!
ÖYKÜNÜN YAZARI A.ÇİĞDEM ÖZERDOĞAN KİMDİR?
1966 doğumlu. Elektronik mühendisi. Bir kamu kurumundan emekli. Ankara’da yaşıyor.

Editör: Haber Merkezi