Girdaba sürükleniyoruz!
Üç gün sonra yapılacak İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin, yerel seçim özelliğinin çok ötesinde sonuçları olacağına hemen her kes ikna olmuşmuş durumda. 23 Haziran seçim sonuçlarının doğuracağı siyasal kriz veya fırsat tartışılmaya başlandı.

İktidar bloğunun, 31 Mart yerel seçimlerinde beka sorunu strateji, istenen ve beklenen sonucu vermemesi yargıçlar darbesiyle seçimlerin yenilenmesine yoluna gitti. Bunun da iktidar partisinin derdine çare olmaması ihtimali belirmesiyle, bin bir çeşit siyasal manevraya başvuruluyor. Alışıla gelinen yollar, demokratik teamüller terk edilmeye başladı.

24 Haziran’da sandığa gidip 31 Mart’ta oy kullanmayan 430 bin kızgın/kırgın AK Partili ve muhafazakâr Kürt seçmeni ikna etme için akla hayale gelmeyecek yöntemler ve söylem geliştirildi.

Özellikle iki konuda yapılan dikkat çekici oldu. İlkini, Kürt seçmene yönelik Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım’ın açıklamaları ve İmralı’dan gelecek seçim açıklamasında medet umar hale düşmesi oluşturuyor.
Diğer ise kızgın/kırgın muhafazakâr seçmenin gönlünü alma amaçlı bir tür özelleşti yapılması. Cumhurbaşkanı “kişiye küsebilirsiniz, dava küsmek olmaz” ve Binali Yıldırım’ın Millî Gazeteyi ziyaretindeki özeleştirisi bu kapsamdaki sözler.

Hafta başından itibaren ise birçok şey hızla değişmeye başladı. İktidar partisi, iki adayın televizyona birlikte çıkmasından umduğu faydayı görememiş olmalı ki yeni taktikler geliştiriyor.

Artık paslanmış bir silah olan, darbe girişimi sonrası her türden muhalefeti engellemenin aracı olarak kullanılan FETO suçlaması veya iması bunlardan biri.

Mazbatası yargıç darbesiyle elinden alınan Ekrem İmamoğlu’nun, belediye verilerini kopyalama girişimini “FETÖ sanatıdır” diye suçlanması, FETO’ cülere taş çıkartan bir ustalıktır.

Sandığın, seçimin ve milli irade değersizleşti
Millete ağız dolusu küfür eden müteahhitte tek kelime dahi etmeyen, peş peşe kamu ihalesi verenler, Ordu Valisine it dediniz iddiasıyla, Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığını engellemek için bahane olarak değerlendirmeye çalışmaları yeni bir durumun işareti olsa gerek.

Bu, aslında yıllardır kutsadıkları “millet iradesini” veya “sandığın” artık kendileri için bir anlamı ve öneminin kalmadığının ilanıdır. 31 Mart seçimlerinde birçok yerde çeşitli yollarla hayata geçirdikleri seçmen iradesi yok sayma tutumunu sürdüreceklerinin işareti olarak da görülebilir.

31 Mart seçimlerde, İstanbul belediye başkanı seçimlerini YSK darbesiyle yenilenmesine , Kürt illerinde KHK ile ihraç edilen seçilmişlerin yerine iktidar partisi mensuplarını YSK eliyle göreve getirmesine benzer bir biçimde Ekrem İmamoğlu’nun yargı engeline takılacağının Cumhurbaşkanı tarafından açıklaması, işlerin tamamen rayından çıktığının göstergesidir.



Cumhurbaşkanı’nın “İstanbul Biz Birlikte Türkiye’yiz Buluşması’nda yaptığı konuşmada, Ordu valisi Seddar Yavuz’a Ekrem İmamoğlu’yla ilgili “Sabret davayı seçimlerden sonra açarsın” dedim diye açıklamada bulunması veya devletin Valisine “İt diye bağıran o koltuğa oturtmayız” sözleri, İmamoğlu’nun kazanması durumunda seçim sonuçlarını bir biçimde tanımayacağını ve belediye başkanlığının engelleyeceğinin açık ilanından başka bir şey değildir.

Yine Cumhurbaşkanın, İstanbul Sancaktepe’de Toplu Açılış Töreni’nde konuşmasında. “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz? Mesele bu kadar önemli” sözleri seçimleri kavrayışını özetleyen bir cümledir.

İstanbul belediye başkanı seçimlerini iktidar kendi elleriyle Türkiye sorununa/ seçimlerine, iktidar partisinin geleceğini belirleyen bir sürece dönüştürdü.

İktidarın elinin altındaki devlet gücüyle, iktidarı elde tutmak için her yolu denebileceğine ilişkin kaygıların artmasına yol açtığı bir süreç yaşanıyor. Uzun yıllardır ne kadarsa o kadarcık “demokratik bir siyasal” yarış olmaktan çıkarılmış bir seçim sürecinin son üçünü yaşanıyor. Türkiye olağanüstü bir süreç yaşıyor.
Bu nedenle, Türkiye’nin “normalleşmesini” isteyenler, Ekrem İmamoğlu’nu tercihe yöneldiğine ilişkin birçok emare ve veri söz konusu. Bunun sandığa yansıması nasıl olacak hep birlikte birkaç gün sonra göreceğiz.

Ancak iktidar bloğunun sandık sonuçlarını kabul etmeyeceğine dair de birçok emare var. Siyasal krizin derinleşmesi, ekonomik krizinin önlenmesine mâni oluşturacağı çok açık.

Kısacası “her şeyin güzel olması” için yolun başında olunduğunu akıllardan çıkarmamak gerek. Koltuğu bırakmamak için her yolu mubah gören ve demokratik siyaset mecrasından çıkan bir siyasal anlayışla karşı karşıyayız. Çözüm değil, sorun üreten iktidar bloğu, toplumu kutuplaştırarak ayakta kalmaya çalışıyor.

Çeşitli nedenlerle, bunun karşısında olanların durumu ise beş benzemez hatta bir kısmının iktidar bloğuyla ortaklıkları hiçte azımsanacak boyutta değil. Bu koşullarda AK Parti’nin Türkiye’yi içine sürüklendiği siyasal girdaptan çıkışın demokratik yolu geliştirmek çok fazla zahmetli ve çileli bir uğraşı gerekli kılıyor
Editör: Haber Merkezi