" 33 yıl önce gerçekleşen ve insanlık tarihine en karanlık sayfalardan biri olarak geçen Halepçe Katliamı’nın “sessiz tanığı” gazeteci Ramazan Öztürk, Halepçe katliamı ile ilgili yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını şöyle anlatmıştı..

"Halepçe'de kimyasal silahlar ile operasyon yapıldığı haberini alır almaz, bir grup meslektaşla birlikte askeri bir helikoptere binerek Tahran'dan Halepçe'ye geçtik.

Ölüm bulutları Halepçe’yi örtmüştü. Kimyasal silahların kullanıldığını kendi gözümle gördüm.

Ölü bir şehir gibiydi. Hiçbir hareketlilik yoktu. İndiğimiz yerde bombaların kovanlarını gördük. Büyük çukurlar açılmıştı. Ölen hayvanlar gördük. Kimi hayvanlar da gazın etkisiyle can çekişiyordu. Daha sonra fark ettik ki şehrin etrafına da kimyasal bombalar atılmış; kaçanlar da orada ölsün diye. Halepçe’den çıkılınca İran'a doğru gidilen yolda, boş arazilerde iç içe girmiş, aralarında kadın çocuk ve yaşlıların olduğu yüzlerce ceset vardı. Kimileri de yol üzerinde su birikintisi içinde hayatını kaybetmişti. Yüzlerini yıkamak için suya yönelmişler ama su yakınlarında bomba atılınca orada can vermişler.

SÜREKLİ FOTOĞRAF ÇEKTİM

Konuşacağımız kimse olmadığı için yapacağımız tek şey fotoğraflarla belgelemek. Yani biri yok ki mikrofonu uzatıp soru sorasınız. O yüzden sürekli fotoğraf çekiyordum. Yürüdükçe, sokaklara girdikçe dehşetin boyutu artıyordu ve kendime soruyordum, 'Sofra başında ölen bebekleri mi? Çocuğunu kucağına alıp ölen anneleri mi? Su birikintilerinin başında ölenleri mi? Hangi birini anlatacaksın?

Gazete sayfaları yetmezdi bu katliamı anlatmaya. Bu kadar fotoğraf, bu soykırımı, bu katliamı, gazete sayfaları anlatmaya yetmez diye de hayıflanıyordum. O zaman ne yapmam gerekiyordu? Bu vahşeti anlatabilecek birkaç fotoğraf çekmem gerekiyordu. Tek başına. Bu düşünceyle sürekli dolaşıyordum.

SESSİZ TANIK FOTOĞRAFI

Sonra kollarına çocuğunu sarmış babanın görüntüsüne rastladım. Yanlarına düşen kimyasaldan ötürü hayatlarıını kaybetmişlerdi. Evin önündeki üç dört basamaklı bir merdivende düşmüşlerdi ve orda ölmüşlerdi. Ömer Hawar isimli babanın 7 kız çocuğu vardı. Ömer, hep bir erkek çocuğu olsun isterdi. Bombardıman başladığında kayınpederi pikapla gelip kendi ailesini almak istiyor ve evin önündeki pick-up araba, aile binerken orada ölüyorlar. Ömer de direkt, beşikteki bebeği, evlerinin yakınındaki akrabasının evindeki sığınak gibi bir yere götürmek istiyor. Fakat oraya yetişemeden, o evin yakınındaki merdivenlerin önünde yaşamını yitiriyorlar.

Beni de çok etkileyen şu oldu. Ömer Hawar, çocuğunu koruma güdüsüyle, ağırlığını bebeğe vermemek için dirseğini destek yapıyor çocuğa. Çocuğun yüzündeki morartı masumiyet ve o ölüm biçimi çok etkiledi beni. Babanın yüzü gözükmüyordu ama o düşüş şekli alnını basamağa dayaması çok etkileyiciydi. Sonra bastım deklanşöre ve birçok açıdan fotoğrafları çektim.

İran'dan gelen mihmandarlar, bombalamanın sürdüğünü ve güvenliğimiz için sürekli uyarıyorlardı. Orada bir süre kalınca mihmandarlar kollarımdan tutup beni sürükleyerek götürdüler. Bir tanesi bana şunu söyledi, ‘Niye burada çakılıp kaldın? Bir kare daha fazla fotoğraf çekmen neyi getirir ki? Ama bir bomba düşerse sen de öleceksin’ dedi.

ÖLÜM BULUTU, CESET KOKUSU

Halepçe’de kimyasal ve ceset kokusu birbirine karıştı.Şehrin üzerinde hem bir ölüm bulutu hem insan kokusu vardı. Kadın yaşlı, çocuk bebek cesetleri vardı. Derileri kabarmış olanlar vardı. Derileri sıcak haşlanmış suya batırılmış gibi bir görüntüleri vardı. Yüzleri mosmor olanlar vardı. Bütün cesetlerin yüzünde bir toz vardı.

İnsanın insana böyle bir vahşeti nasıl uyguladığını aklım almadı, yaşadıklarım ve gördüklerim karşısında gözyaşlarımı tutamadım.

Dünya katliama karşı sessiz kaldı. Kürtler de bu katliamı yeterince dünyaya anlatamadı, bunun için daha yoğun çaba sarf edilmesi gerekiyor."

16-17 MART 1988

YAŞAMINI YİTİRENLERİ SAYGIYLA ANIYORUZ..

Editör: Haber Merkezi