ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ: Deneyimli Kürt siyasetçi, Kapatılan DEP Genel Başkanı Önceki DTK Eş Genel Sözcüsü Hatip Dicle, 2019 ve 2020 yıllarını Yeni Yaşam gazetesinden  M. Ferhat Çelik     değerlendirdi

Türkiye ve dünya çalkantılarla dolu bir yılı geride bırakırken, 2020’ye yeni bir krizle girdi. Kürt siyasetçi Hatip Dicle’ye 2019’da yaşananları ve 2020’ye ilişkin öngörülerini sorduk. ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani’ye yönelik suikasti öncesi yaptığımız söyleşi, Dicle’nin ABD-İran gerilimi ve bölgeye dair öngörülerinin isabeti açısından dikkat çekti.









PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çok sınırlı da olsa sesini dışarıya ulaştırabilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürtler ve Türkiye toplumu bu fırsatı değerlendirebildi mi? Bir yandan açlık grevleri sonrası başlayan avukat ve aile görüşü de artık yapılamıyor.

Sayın Öcalan’ın çok kısıtlı da olsa sesini duymamız, DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde sürdürülen 200 günlük açlık grevlerinin ardından gerçekleşti. Öcalan’ın birçok yoldaşı, sağlıklarını ve hatta yaşamlarını riske atarak, hukuksuzca devam ettirilen mutlak tecride karşı, keskin bir iradeyle direndi. Sonuçta kazanan, bu onurlu direniş oldu. Bizzat Adalet Bakanı’nın ağzından, tecride artık son verildiği duyuruldu. Ancak bir süre sonra bunun, faşizmin belirgin bir niteliği olan yalan makinasının, hiçbirimizi şaşırtmayan bir üretimi olduğu açığa çıktı. Sayın Öcalan ve İmralı’daki tutsak yoldaşları şimdilerde, güya “disiplinsizlik” yaptıkları gerekçe gösterilerek, yine mutlak tecrit altındalar… Bir kez daha vurgulamak gerekir ki; bu hukuksuzluğa ve zulme karşı duyarlılık göstermek, “insanım’’ diyen herkesin acil görevidir.

Sayın Öcalan’ın aylar önce sesini duyduğumuzda, Amerika’nın Türkler ile Kürtleri çatıştırmak istediğine dikkat çekerek; “Bu tuzağa düşülmemeli!” demişti. Ama 9 Ekim’de Türk devleti, denetimindeki ÖSO ile ortaklaşarak ve bizzat Trump’ın, güya “Suriye’den geri çekilme” manevrasıyla önü açılmak suretiyle, Rojava’nın Serekaniye ve Girê Spî arasındaki 120 Km X 30 Km.’lik alana kapsamlı bir saldırı başlattı. Sayın Öcalan’ın deyimiyle, yine “tuzağa düşüldü”. Bu azgın saldırı, büyük direnişle karşılanarak kırıldı. Bunun üzerine ABD ve Rusya, koordineli bir şekilde, Türk ordusu ve ÖSO’yu, sözüm ona “ateşkes anlaşmaları” ile ayrı ayrı sınırlamak durumunda kaldılar. Oysa saldırının başlangıçtaki temel amacı, M-4 karayoluna kadar olan bölgeyi ele geçirmek, Qamişlo ve Kobane kantonlarının irtibatını kesip, bu kuşatmayla Rojava Devrimi’ni boğmaktı. Ama Demokratik Suriye Güçleri’nin karşı koyuşu, başta Kürt halkı olmak üzere dünya halklarının her ülkede ayağa kalkışı ve alandaki somut taktik manevralar, bu sinsi oyunu ustaca bozdu. Ve sonuçta Türk devleti Suriye’de bir kez daha faka basmış oldu. ÖSO’nun pervasızca işledikleri savaş suçları, TSK’ye fatura edildi. Zaten asla kazanamayacağı bu savaşta, bir ağır darbe daha aldı.

  • HDP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde izlediği politika siyasette kabuklaşmış cepheleri kırdı. AKP geleneği ile yönetilen büyük şehirlerin hatırı sayılır bir kısmı muhalefetin eline geçti. Seçimlerde izlenen stratejinin önümüzdeki döneme etkileri sadece yerellerle mi sınırlı kalır, yoksa yeni değişimlere yol açabilir mi?


Dünya pratiğinde, diktatörlüklere karşı mücadelenin stratejik bazda kazanılması için, iki husus bilhassa öne çıkmaktadır: Bunlardan biri, “tek adam”da somutlaşan iktidara karşı mücadelede, deyim yerindeyse mızrağın sivri ucu daima diktatöre ve onun partisine yöneltilmek zorundadır. Diğeri ise faşizme karşı mücadelede, tüm demokratik muhalefetin birliği ve aktif eylemsel ortaklığı, mutlaka başarılmak durumundadır. Aslında HDP demokratik muhalefetin öncü gücü olarak, 31 Mart yerel seçimlerinde, işte bu stratejiyi hayata geçirmeyi başardı. AKP-MHP-ERGENEKON iktidar blokuna, metropollerde ağır bir darbe vurdu. Kürdistan’da da halkın oylarıyla, kayyımları işgal ettikleri demokratik mevzilerden attı. 23 Haziran İstanbul seçimlerinde de, yine aynı yaklaşımı başarıyla pratikleştirdi. Kazanılan bu başarı, iktidar bünyesinde giderek büyüyecek olan siyasi çatlaklara yol açtı. AKP ve Erdoğan’ın, her zaman zafer kazanacağı “efsanesi”, böylece gümbürdeyerek çöktü.

Çok rahatlıkla söylenebilir ki; HDP’nin bu stratejik başarısı olmasaydı, ne Ahmet Davutoğlu öncülüğündeki Gelecek Partisi, ne de Ali Babacan etrafındaki siyasi hareketlenme ortaya çıkamazdı.

Unutmayalım ki faşizm bir yönüyle de korku imparatorluğu inşa etmektir. Korkuyu yaygınlaştırarak, muhalefeti ve tüm toplumu teslim almaya çalışmaktır. Aynı şekilde, korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. HDP, misyonunun gereği olarak topluma cesaret aşılayarak, bu konuda da önemli bir işlevin sahibi olmaktadır. Ama ne yazık ki, CHP’nin 9 Ekim’deki Rojava’ya yönelik saldırıya destek vermesi ve ardından bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun TSK ve ÖSO’nun ele geçirdiği Efrîn’e yönelik talihsiz “güzellemeleri”; HDP’nin seçimde muhalif saflarda yarattığı birlik ruhuna uygun düşmemiş ve anti-faşist saflarda kalıcı hasarlara neden olmuştur. Bu durumdan ise şüphesiz ki en büyük kazancı AKP, Erdoğan ve müttefikleri sağlamıştır.

  • AKP kendi içinde en az 3 parçaya ayrılmış durumda. MHP ve diğer milliyetçi kesimlerle kurduğu cepheyi nasıl bir yıl bekliyor? HDP bu süreci nasıl değerlendirmeli? Muhalefet ne tür adımlar atmalı?


31 Mart yerel seçimleri sonrası, AKP’nin çöküşünün başladığı söylenebilir. Zaten AKP’de de sadece “REİS” Erdoğan ve kendisine çok sadık bir şekilde biat eden şakşakçıları ve iktidar nimetinden azami fayda sağlayan rantçı kesimler kalmışlardır. Ancak çöküşün, öyle kolay gerçekleşeceği de sanılmamalıdır. 1990’larda Türkiye kontrgerillasının şeflerinden olan Mehmet Ağar, MHP ve Perinçek tayfasının yaklaşımlarına bakılırsa; Erdoğan’ın bir gözlem sürecinden sonra Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan ekibine karşı, FETÖ’cülük ithamıyla polisi ve yargıyı devreye koyması, hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta Türkiye’yi devletler arası bir savaşa sokarak, seçimleri tümden askıya alması da mümkündür.

Unutmayalım ki AKP-MHP-ERGENEKON iktidar bloku, İttihat ve Terakki’nin güncelleştirilmiş halidir; akıl ve mantık sınırlarını aşan çılgın bir zihniyet sahibidir. Demokrasi, adalet, hak ve hukuk kavramları, faşizmin ajandasında yoktur. Akla gelen ve gelmeyen, tüm siyasi ve askeri hamlelerle içte ve dışta maceracı bir politika izleyecekleri, bugüne kadarki icraatlarından da bellidir. Bu nedenle HDP dahil tüm demokratik ve devrimci muhalefetin, kendi aralarında birliklerini sıkıca örmek ve umut kaynağımız olan halklarımızı örgütleyerek, her türlü hamleye karşı hazırlıklı olmaları hayatidir. Çünkü diktatörlüğün çöküş tehlikesine düştüğü oranda azgınlaşması, olasılık dahilindedir.

  • Türkiye’nin ÖSO’yla birlikte Kuzey Suriye’ye operasyon yapması üzerine Kürtler mücadeleleri ile dünyada kabul görmesini nasıl okuyorsunuz? Egemen güçlerin bu bölgeye yaklaşımı taktiksel midir, yoksa artık 100 yıllık duvarlar çatırdamaya mı başladı?


1990’da iki bloklu dünya sisteminin sona ermesinin ardından Ortadoğu; başını ABD ve Rusya’nın çektiği 3. Dünya Savaşı’nın, temel çatışma alanı haline geldi. Yaklaşık 30 yıl içinde, iki milyonun üzerinde insan yaşamını yitirdi. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu; birçok şehir harabeye dönüştü. Ve bu savaş halen tüm yıkıcılığıyla sürüyor… Öcalan’ın sözleriyle, belki de bu savaş 15-20 yıl daha devam edebilir; hatta bölgede nükleer silahlar bile kullanılabilir.

Öte yandan, nasıl ki Birinci Dünya Savaşı’nın içinden, hiç hesapta olmadığı halde bir Ekim Devrimi doğup, neredeyse yüzyıla yakın bir süre dünyanın gidişatını etkilediyse; günümüzdeki bu savaşta da, çağını bitiren ulus-devlet paradigmasına karşı, Öcalan’ın Demokratik Ulus paradigmasının, Rojava Devrimi ile hayat bulması, tüm dünya halkları açısından, tıpkı Ekim Devrimi gibi bir etki yarattı. Rojava Devrimi’nin özellikle Kadın Devrimi niteliği, tüm dünya kadınlarının ilgi odağı oldu. Aynı zamanda Rojava Devrimi, reel sosyalizmin 1990’daki çözülmesinden sonra, dünya devrimci güçleri açısından bir çıkış paradigması haline geldi. IŞİD zihniyetinin Ortadoğu’daki panzehiri olarak, dünya halklarınca coşkuyla desteklendi. Kapitalist modernitenin tüm ezilen ve sömürülenleri için bir umut kaynağı oldu. Zaten Rojava Devrimi’ni ölümsüz kılan da bu nitelikleridir. Ancak devrim, büyük tehlikelerle de karşı karşıyadır. İnanıyorum ki, Öcalan’ın paradigması doğrultusunda devrim derinleştikçe, Kürtler arası birlik güçlenip, diğer Suriye halklarıyla ortaklaşıp kardeşleştikçe ve devrimci halk diplomasisi ile tüm dünya halklarının desteğini almaya devam ettikçe, her türlü tehlikeyi de bertaraf etme gücünü gösterecektir.

  • Kürtlerin bir kongre ile birliğini sağlamasının imkanları ne aşamada? Bunun sağlanmasının faydaları; geç kalınması halinde ise ne tür riskleri var sizce?


Kürtler, Birinci Dünya Savaşı içinde uluslararası sistemi doğru analiz eden ve buna göre doğru stratejik hat oluşturan bir siyasal önderliğe sahip bulunmamaları; halkı örgütlemekteki yetersizlikleri; siyasal muhatapları karşısında alternatif planlara sahip olmamaları ve ulusal birliklerini oluşturup parçalılığa son vermedikleri gibi önemli temel nedenler dolayısıyla siyasal statüsüz kalıp, çok büyük kaybettiler. Günümüzde, yüzyıllık bu yakın tarihten çıkarılan dersler ve 3. Dünya Savaşı içindeki tehlikeleri doğru çözümleyip ulusal birlik sorununu ve aynı coğrafyayı paylaşan halklarla demokratik bir ilişkilenmeyi başarmaları durumunda, 21. yüzyılın büyük kazananlarının arasına girecekleri şüphesizdir.

Bunun için, son yılların ulusal birlik çalışmalarından edinilen tecrübelere göre, önce her bir Kürdistan parçasında Kürt ulusal birliğini sağlama ve daha sonra bu alt birliklerin üst çatısını inşa etme yolu izlenebilir. Bu üst çatının örülmesinde PKK, PDK ve YNK’ye daha büyük bir tarihi sorumluluk düştüğü, çok net bir gerçekliktir. Şüphesiz ki bu hayatiyet arz eden ulusal birliğin çatısının çatılmasında, tüm parçalardaki sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, aydınlar ve sanatçılara da büyük bir tarihi görev düşmektedir. Samimi kanaatimi belirtmem gerekir ki; bu ulusal görevin şu veya bu nedenle başarılmaması durumunda, tüm Kürt ulusal dinamiklerinin, milyonlarca şehidin manevi huzurunda suçlu konumuna düşeceği ve tarih tarafından acımasızca mahkum edilecekleri kesindir.

  • Siz geride bıraktığımız yılı Kürtler ve halklar açısından nasıl yorumluyorsunuz? Bu sınavdan geçer not alındı mı, eksiklikleri varsa nelerdir? 2020 yılında Kürtleri bekleyen avantaj ve tehditler için ön görünüz nedir?


Doğrusu, dünyanın tüm hegemon güçlerinin Ortadoğu’da hamle üzerine hamle yaptığı bir kaos ortamında, politik öngörülerde bulunmak hayli zordur. Ama yine de şu hususların altı çizilebilir: Kürdistan halklarının mücadeledeki kazanımları, her geçen yıl biraz daha yükselen bir ivmeyle, zafere kilitlenmiş bir pozisyondadır. Her ne kadar, Güney Kürdistan ve Rojava’da olduğu gibi bazen bilinen kayıplar yaşansa da, devrim genel anlamda bir yükseliş trendi içindedir.

2020 yılı İran ve Rojhilat Kürdistan halklarının özgürlük mücadelesi açısından, yeni siyasal hamlelere gebedir. ABD-İran gerginliğinde ise inişli-çıkışlı bir kriz halinin devam edeceği görülüyor. Hegemon güçlerin, İran rejim güçlerini Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da geriletmek için yıl boyunca siyasi ve askeri hamlelerine tanıklık edeceğimiz, şimdiden bellidir.

ABD-İran gerginliğine paralel olarak, Irak’ta Şiiler arasındaki kamplaşma ve çatışmanın, 2020 yılı içinde de devam edeceği söylenebilir. Şüphesiz ki bu kriz hali, Güney Kürdistan’ı da olumsuz etkileyecektir. IŞİD’in bu durumu fırsat bilerek, terör eylemlerini artıracağı beklenmelidir. Bu nedenle Güney Kürdistan ve Rojava siyasi güçlerinin, halkın kazanımlarını ve güvenliğini korumak adına daha sıkı bir birliktelik içinde hareket etme zorunluluğunda oldukları açıktır.

Türkiye’deki iktidarın yeminli Kürt düşmanlığının, 2020 yılı içinde de tehlike arz edeceği kesindir. Hatta Ankara’daki zihniyetin, Türkiye’yi bir devletler arası savaşa bulaştırma olasılığı da giderek güçlenmektedir. Kuşkusuz ki böylesi bir savaş, iktidarı çöküşe götürebileceği gibi, halkın güvenliğini de yeni tehlikelerle karşı karşıya getirebilir. Bu nedenle, her türlü olasılığa karşı, halkımızın hazırlıklı olması hayati önemdedir.
Rojava Devrimi de 2020 yılı içinde yeni kazanımlarla, dünya gündemindeki yerini koruyacaktır. Ancak Suriye genelindeki nihai demokratik bir çözümün; Ortadoğu çapındaki genel çözümlerle iç içe gelişeceği, daha güçlü bir olasılıktır.
Editör: Haber Merkezi