HABER MERKEZİ – Martin Heidegger’in siyasi metinlerini derleyen, son zamanlarında ise tüm enerjisini Walter Benjamin üzerinde toplayan düşünür ve akademisyen Jean-Michel Palmier’in Kırmızı Kedi‘den çıkan “Bir Gölge Göstericisinin Düşleri” adlı kitabından Heidegger’le ilgili tadımlık bir bölümü paylaşıyoruz. Ayrıca kitabın yayınevi tarafından hazırlanan tanıtım metni ile Palmier’in kısa bir portresini de haberimizde bulabilirsiniz.






Jean-Michel Palmier




Yıl 1968’di. O sıralar karargâhım olarak belirlediğim Sorbonne veya Sainte-Geneviève kütüphanelerinde elime geçen bütün Alman filozofları ve şairleri sistematik şekilde okuyarak dilbilimin ve sembolik mantığın verdiği can sıkıntısından kaçmaya çalışıyordum. Yaşayan insanlarla nasıl tanışılırsa yazarlarla ve düşünürlerle de öyle tanışılır: Bazıları insanı bir ömür boyu etkiler. Lisede Sartre’ın Bulantı’sını okuduktan ve Godard’ın Çılgın Pierrot’sunu seyrettikten sonra felsefeye merak salmıştım. O dönem Heidegger’e karşı gerçek bir hayranlık duyuyordum. Onun Hiçbir Yere Varmayan Yolları’na[1], “Sıkıntılı Zamanlarda Niçin Şairlere İhtiyaç Duyulur?” başlıklı konferansına, Van Gogh’un Köylü Ayakkabıları ve Hölderlin’in şiirleri hakkında yaptığı yorumlara nasıl karşı konabilir ki? Gerçi üniversitede fazlaca sevildiği söylenemezdi. Düşüncesi çoğunlukla anlaşılmaz ve gevezelik olarak görülüyor, bilhassa 1933’te Hitler’i desteklemiş olması eleştiriliyordu. Heidegger, birkaç aylığına olsa da, nasıl Hitler’e gerçek anlamda inanmış olabilirdi? Kitaplarını tekrar tekrar okurken kendime hep bu soruyu sordum ve siyasi yazılarını inceleme isteği duydum. Düşüncelerimin meyvesini bir felsefe tezi şeklinde kendisine gönderdiğimde bana cevap verdi, ithaflı bir fotoğraf gönderdi ve beni Freiburg’a davet etti.

Merdivenin tepesindeki kapının ardından ortaya çıktığında korkudan donakaldım ve zar zor Almanca bir cümle mırıldanabildim. Demek Heidegger kırışık gözleriyle, ileri yaşın olduğu kadar güneşin de izlerini taşıyan yüzüyle, kâh kurnaz kâh neşeli kâh karanlık bakışlarıyla, beyaz gömlekli ve kravatlı bu küçük büyükbaba idi. Sanattan, teknikten konuştuk ve Kara Orman’da yer alan bir handa yemek yedik. Civardaki herhangi bir köylüye benziyordu. Oturur oturmaz çorba istedi ve başka kimin çorba istediğini sordu. Karısı onu vazgeçirmeye çalıştı. Onu sevindirmek için ben de aynı çorbayı sipariş etmekten kendimi alamadım. Gülümsemeye başladı ve tabağıma küçük bir ekmeği ufalayarak şöyle dedi: “Brötchen[2] ile çok daha iyi oluyor.” Bugün hâlâ eserlerinde köylünün işi ile düşüncenin işinden, Holzweglerden ve Feldweglerden[3] bahsettiği onca pasajı okurken bu sahneyi gözümün önüne getirmeden edemem.

Daha sonra, ileri yaşından dolayı artık tırmanamadığı Todtnauberg’deki kulübesinden bahsettik. Bana kesilecek çam ağaçlarını gösterdi ve Fransa üzerine benim ona sormaya cesaret edebildiğimden çok daha fazla soru sordu. Yine de sarf ettiği sözlerin her birinde tuhaf bir derinlik, insana not alma isteği veren gizemli bir şeyler mevcuttu. Ertesi gün kahvaltıda onu yeniden gördüm. Bana sanki bir hazineyi gösterir gibi Sein und Zeit’ın[4] elyazmasını gösterdi. Neredeyse okunaksız incecik elyazısıyla dolu sayfaları çevirmeye zar zor cesaret ediyordum. 1933’teki yandaşlığıyla ilgili bir soru soracak oldum, hemen yüzü karardı. Bunun koca bir budalalık olduğunu söyledi. Karısı o sırada öğrencilerin bugünkü kadar “politize” ve “ihtilalci” fakat sağcı olduklarını ve her gün gelip kocasını tavır almaya, onların tarafını, “devrim”i tutmaya teşvik ettiklerini söyleyerek araya girdi. Bugün, diye ekledi, öğrenciler yine bir o kadar politize ama solcu. Her şıkta, diye devam etti, Heidegger’e karşı saldırılar yakında sona erecek.

– Niçin? diye sordum çekingen bir tavırla.
– Çünkü o yaşlı ve yakında ölecek.

Heidegger başıyla onayladı ve bu beni üzdü. Her şıkta, eserlerinin her zaman okunmaya devam edeceğini söyledim.

Gülümsedi ve bana şöyle dedi: “Böyle söylüyorsunuz, çünkü siz Fransızsınız. Almanya’da ben ölü bir köpekten başka bir şey değilim.” Beni çalışma odasına çıkardı ve bana masasının üzerinde duran Trakl’ın ve mezarının fotoğraflarını gösterdi. Demek şairlerin biyografilerine dair hiçbir şey bilmek istemeyen, Aristoteles için “Doğdu, çalıştı ve öldü,” diyen bu adam, gözünün önünde ve sürekli olarak, kendisine ait bu tuhaf hatıraları muhafaza ediyordu. Yolun kenarında ondan ayrıldığımda ve elini son kez sıktığımda onun gözlerinde de benim gözlerimde de yaşlar vardı. Kendi kendime, onu daima seveceğim, dedim.




[1]Alm. Holzwege. Heidegger’in 1950’de yayımlanan ilk savaş sonrası eseri. (ç.n.)
[2]Alman usulü “küçük ekmek”. (ç.n.)
[3]Alm. “orman yolu” ve “tarla yolu”. Düşünce yolları (Denkwege) olarak bilinen felsefi terim altında Heidegger tarafından ortaya atılmış iki kavram. (ç.n.)
[4]Heidegger’in 1927’de yayımlanan eseri Varlık ve Zaman. (ç.n.)






Jean-Michel Palmier
Bir Gölge Göstericinin Düşleri
Çeviren: Berna Günen
82 sayfa
Yayın Tarihi: Eylül 2020

Arka kapak


Avrupa’nın tarihinde, 20. yüzyılda meydana gelen büyük felaketin dehşeti, geçmişin üzerine kapanan kapıyı yeniden açmaya kalktığımız her an karşımıza çıkan, hiçlik ile hayalin birbirine karıştığı, endişeyle karışık bir kurtuluş duygusuyla çoğu zaman seyredaldığımız o boşlukta aranmalı. Jean-Michel Palmier, büyük felaketin hemen öncesi, tutkuyla bağlandığı Weimar Cumhuriyeti’nin düşünce ve sanat dünyası üzerine yazdığı bu kısa otobiyografik denemelerde, gerçekle arasına sürekli hayali engeller döşeyerek, gölgelerin ve suretlerin peşinde, kaybolan eşsiz bir duyarlılığın izini sürüyor.

Martin Heidegger’in siyasi metinlerini derleyen ve yine Heidegger’in yazdıklarının etkisiyle Avusturyalı şair Georg Trakl hakkında ilk kez tez yayımlayan, son zamanlarında ise tüm enerjisini Walter Benjamin üzerinde toplayan Palmier’den şimdinin yükünü almadan, kendi deyişiyle inzivanın sersemliğinden hiç ama hiç çıkmadan, kopulamayan geçmişin etrafında bir düşünme ve düşleme denemesi.

Jean-Michel Palmier hakkında




Jean-Michel Palmier, 20’li ve 30’lu yılların, yani tam da 2. Dünya Savaşı öncesindeki Weimar Cumhuriyeti’nin Almanya’sı üzerine yazdığı yazılar ve verdiği derslerle tanınan önemli bir düşünür ve akademisyen. Sinemadan edebiyata, felsefeden şiire, oradan da tüm ara katmanlarıyla günlük hayata uzatılan köprülerle, dönemin felaket sonrası neredeyse bir kurtuluş duygusuyla karanlığa itilen kültür coğrafyasında gezindi durdu hayatı boyunca.

Heidegger ile tanıştı, ondan etkilenerek Georg Trakl üzerine tez yazdı; Ernst Bloch, Georg Lukács, Herbert Marcuse ve son olarak Walter Benjamin ile kitaplarında uzun uzun söyleşti; sadece tarihi yapılarıyla değil ama kaybolan yüzleri ve imgeleriyle de kelimenin tam anlamıyla bir yıkıntı şehri olan Berlin, ya da Erwin Piscator’un tiyatrosu, ya da Béla Balázs’ın sineması, dışavurumculuk, Dada, bütün bunlar salt akademik bir ilginin ötesinde, onu gerçeklikten koparacak kadar yoğun, müzmin bir tutkunun, kökleri bilinçdışında aranması gereken bir duygudaşlığın düş ve düşünce uğrakları.

Adını 1923 yapımı Alman filmi Schatten’ın (Gölgeler) öyküsünden alan bu kitabında Palmier, kişilerin ya da olayların kendilerini değil gölgelerini gerçek yerine koyan bir bakışla yazdığı denemelerinde, başka türlü görünemeyecek şeyler gösteriyor bize.

( Kaynak: Gazete Karınca )
Editör: Haber Merkezi