Merhaba, ehlen ve sehlen ey canlar ve dahi cânanlar! Seyyah olup şu âlemi gezer iken, şöyle kafa dengi bir ahbap bulamadan, elimi boynuna dolamadan, şarabın dibine vuramadan günlerim akşam, akşamlarım da birden bire sabaha dönüşüveriyor, a cancağızlarım! Kirli emelleri, pis nefesleriyle memleketin havasını bozan, kafalarına göre eğleşerek her mevzuu eşeleyip duran ve dahi ahalinin ezberinin içine eden dâhili ve haricî şer artıklarına karşı her daim teyakkuz halinde bulunmak iktiza eder. Din, iman ve dahi istikbal-i vatan içün dünyalığını denkleştirip, her önüne gelen ile cenk halindeki Evlâd-ı Fâtihân’a bir lâhza bile duruvermeden, “Ya Allah, Bismillah, Allahuekber!” nidalarıyla tabanları yağlayıp bu mübarek yolda ilerlemek düşer, gayri.

Merhaba, ehlen ve sehlen ey canlar ve dahi cânanlar!
Seyyah olup şu âlemi gezer iken, şöyle kafa dengi bir ahbap bulamadan, elimi boynuna dolamadan, şarabın dibine vuramadan günlerim akşam, akşamlarım da birden bire sabaha dönüşüveriyor, a cancağızlarım!
Kirli emelleri, pis nefesleriyle memleketin havasını bozan, kafalarına göre eğleşerek her mevzuu eşeleyip duran ve dahi ahalinin ezberinin içine eden dâhili ve haricî şer artıklarına karşı her daim teyakkuz halinde bulunmak iktiza eder.
Din, iman ve dahi istikbal-i vatan içün dünyalığını denkleştirip, her önüne gelen ile cenk halindeki Evlâd-ı Fâtihân’a bir lâhza bile duruvermeden, “Ya Allah, Bismillah, Allahuekber!” nidalarıyla tabanları yağlayıp bu mübarek yolda ilerlemek düşer, gayri.
Biz herkesin el ele tutuştuğu, yan yana gelüp yanak yanağa buluştuğu istiklâl ve dahi hürriyet nizamına canı gönülden bağlıyız diyerekten yolunu şaşıran birtakım başıbozuklar ile bu yolun sonunun felaket olduğundan dem vurup, sultan hazretlerinin zor bela oturmakta bulunduğu tahtına göz koyan, kocaman nasırlı ayağını kaydırmak içün de olmadık haltlar karıştıran yedi göbekten hainlere yüce Mevlâ fırsat vermesin.
Küffarın üzerine doğru dörtnala koşturdukları attan inip, haremindeki biri birinden güzel avratların koynuna giren ceddi şahanemiz, Devlet-i Aliyye’nin hududunu genişletmekteki maharetini, biiznillah neslini çoğaltmakta da pek mahir davranarak cihana nam ve dahi korku salmış, bin bir çeşit nebatat ile hıyanetin yeşerdiği bu verimli toprakları biz torunlarına emanet bırakmışlar. İşbu emanete hıyanet içerisindeki zavallılara kalsa değil cihana, bir nahiyeye bile hükmedemez idik.
Binâenaleyh; fikri hür, irfanı hür, lakin ufukları pek dar bu adamcağızlara aldırma da geç git diyemeyiz. Son devrin sultanının gölgesinden bile acaib kıllanan bu mel’unları inlerine girerek tıpkı bir böcek gibi çiğner, icabı halinde köklerini kazıyıp hilâfet-i Osmaniye’yi tutar yeniden ayağa kaldırırız.
Azıcık aşı ağrısız başıyla son devrin sultanının önünde her daim hürmetle eğilen, öl derse ölen, vur derse vuran, ver derse veren ahalinin aklını çelerek fesat çıkaranlara zinhar fırsat vermeye gelmez.
Yedi düvel ile birlik olup her Allah’ın günü hünkârımızın neredeyse göğe değiveren boyu kadar iftiralarda bulunan bazı nabekârlarda ar, hayâ, edep ve dahi sadâkat diye bir şey kalmadı. Memleketin dört bir yandan istilaya maruz kaldığı bu civcivli günlerde, bu hainlerin her biri ayrı ayrı horoz kesilir oldu başımıza.
Fakr-u zaruret içerisindeki memleket ahalisinden epeyce bir bölüğü bir kuru lokma, bir yamalı hırka aval aval ortalıkta dolaşır iken, devletlû padişahımız itibar-ı saltanatından ne diye tasarruf eylemiyor gibisinden züğürtçe lakırdılar eden uğursuz tiplerin sesi ta sarayın abdesthanesine kadar ulaşarak, huşû içerisinde elini yüzünü yunmakta olan hünkârımızın cinlerini tepesine çıkarmış bulunuyor.
Azâmetli Sultanımızın hiç teklemeden ha bire memleketin, hassaten de Âlem-i İslâm’ın baht-ı kara maderinin daha fazla madara olmaması içün güm güm atan yüreğine indirmeye azimli kimi mankafalılar da, hanedana mensup bazı sadık kulların akçeli işlere bulaşarak deveyi havuduyla yutuverdiklerini savurup duruyorlar. Çil çil altınları anca rüyasında görüp de yumurtanın sarısıyla karıştırıveren işbu kindar develer, harıl harıl yedikleri haramı hamamda terleyerek atan sultan hazretlerinin güzide efradının korkudan yağlarını eritmek içün ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Akçe ile imanın kimde olduğu, Cenâb-ı Mevlâ’nın bir lütufu velinimetimiz hükümdarımızın her hükmünün vardır bir hikmeti diyen tebaanın gül gibi sararıp solduğu, aslanın kediye boğdurulduğu, dağın fare doğurduğu ahir zamanda bu ne azgınlıktır, bu ne haddini bilmezliktir!
Osmanlı’nın yedi kat yerin dibine sinmiş ruhunu diriltmek içün mızrağın ucu ile toprağı kazarak cümle âlemi titreten hünkârımızın celâdet ve hiddeti karşısında kılını dahi kıpırdatmayıp, bühtan üstüne bühtanlarda bulunan, her işe bulaştırdıkları burunlarını pişkin pişkin karıştırıp duran din, iman ve dahi servet düşmanlarının ardı arkası kesilecek gibi değil.
Neyse ki; memleketin bekası, hilâfetin ihyası içün ahırdaki danasına varıncaya kadar her şeyini feda etmeye hazır ve nazır gözü gönlü kara babayiğitler, “Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, binamazların eştiği kuyuya düşmemeli, ey ahali!” diyerekten, gâvurun oyununa gelenleri gerisin geriye savuşturmasını bilmiş; Ümmet-i Muhammed’in aşkıyla cayır cayır yanan, bu uğurda alan, satan ve dahi malına mal katanların gönlünü ferah tutmalarını sağlamıştır.
Oh olsun, torbalar dolsun, Cenâb-ı Hakk’a hamdolsun; böylesine saf, iri, diri, bir olan, dini bütün ve dahi aklı yarım kulların eksikliğini vermesin, gayri!