ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; Hürriyet gazetesinin kadın çalışanları, 2000’li yılların başında bir e-posta grubu kurarak örgütlenmişti. Hürriyet Kadın Grubu’nun amacı erkek egemen yazı işlerini dönüştürmek, ayrımcılığı ortadan kaldırmak, kadına yönelik şiddet haberlerinde kullanılan eril dilden ücret adaletine dek her alanda toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde ilerlemekti.

 journo.com.tr  Yağmur Kaya'nın yer alan haberinden; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle Hürriyet’in “Hürriyet olduğu yıllarda” idari görevler de üstlenen üç gazeteci ile bu grubun o dönemdeki kazanımlarını konuştuk. Medyanın bugünkü durumunu da ele aldık. “Ojeli tırnaklar” ve “elinin hamuruyla” gibi ifadelerle dolu haberlerden, şimdi nerelere geldiğimizi…
Ferai Tınç bu tarihsel sorunun “ideolojik” kökenine vurgu yaptı ve kadın gazetecilerin mücadelesinin yılmadan sürdürülmesi gerektiğini vurguladı. Ayşe Özek Karasu yazı işlerinde yapılan cinsiyetçi hatalardan örnekler verip bunların nasıl ortadan kaldırılabileceğini anlattı. Emel Armutçu ise “Tepeye taşıdığımız kaya yeniden aşağıya yuvarlandı… Gazeteciliği tamamen gömüp yeniden diriltmek gerekiyor” derken yeni nesil gazetecilere tavsiyelerini de sıraladı.

Yaklaşık 20 yıl önce Hürriyet’te çalışan kadın gazeteciler, haber dilinin ataerkil kalıplar içinde kullanılmasına “Yeter” diyerek bir araya geldiler. Üst yönetimin de desteğiyle bir e-posta grubu üzerinden kadın hakları ve  toplumsal cinsiyet odaklı haber kültürünün yerleşmesi adına gazete içinde yıllar sürecek bir mücadele başlattılar.

O dönem Hürriyet’in yazı işlerinin neredeyse tamamının erkek gazetecilerden oluşması, haber dilini de etkiliyordu. Ataerkil ve geleneksel kalıplara hapsolmuş bir gazete kültürü ortaya çıkıyordu. “Amiral gemisi” Hürriyet’in dili ve kültürü neredeyse tüm medya kuruluşlarına sirayet ediyordu. Ana akım medyanın yıllardır beslediği bu sorunlu dil ve kültürle kadın metalaştırılıyor, kimliği göz ardı ediliyor, özgürlük mücadelesi verenlerin önüne eril duvarlar örülüyor, üstünde bulundukları zemin çökertilmeye çalışılıyordu.

Hürriyet içinde yıllarca toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele veren ve bu kuruluştan uzun süre önce ayrılan deneyimli gazeteciler Ferai Tınç, Ayşe Özek Karasu ve Emel Armutçu ile, 2000’li yılların başlarında bir e-posta grubu ile başlattıkları bu ilerici girişimi konuştuk.

Ferai Tınç: Devletçi çizgi, maçoizm ile birlikte ayrımcı dili yaygınlaştırdı


Ferai Tınç, mesleğe başladığı Hürriyet dış haberler servisinde 28 yıl çalıştı, yıllarca dış haberler müdürlüğü ve dış politika yazarlığı yaptı. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) yönetim kurulu üyesi olarak Türkiye’de basın özgürlüğü için mücadele verdi. Hürriyet’in kadın gazeteciler e-posta grubunun da etkili bir üyesiydi. 2011’de Hürriyet’ten istifa ettikten sonra Bozcaada’ya yerleşti. Tınç ile tarihi kökenlerinden başlayarak Hürriyet’in dönüşen haber dilini ve kültürünü konuştuk.

Erkek bakış açısı ve diline karşı medyada kadın gazeteciler olarak nasıl mücadele yürüttünüz?
Hürriyet gazetesinde var olan erkek bakış açısı ve diline karşı farkındalığa bir gecede varmadık. Hürriyet gazetesi, kurucusu Sedat Simavi’nin “ilerici” çizgisini kuruluşundan bir süre sonra kaybetmiş ve 60’lı yıllardan itibaren güçlenen “devletçi” çizgisinin, milliyetçi ve statükocu duruşunun doğal sonucu olarak güçlü bir maçoizm ile birlikte ayrımcı dili kendi içinde yaygınlaştırmıştı.

Bu yaklaşım, 1980’lerden itibaren gazetede çalışmaya başlayan solcu ve feminist kadın gazeteciler tarafından dikkate getiriliyor ve eleştiriliyordu. Özellikle 3. sayfadaki haberlerdeki kadın düşmanı bilinçaltı, haberdeki yaklaşım ve haber dili ile ortaya çıkıyordu.

‘Kadın şoför kaza yaptı’ başlıkları


Örneğin bir kadının yaptığı otomobil kazasında, kaza yapanın cinsiyeti mutlaka belirtiliyordu. “Kadın şoför kaza yaptı” diye okurun gözüne sokulan haber, kaza yapan erkek sürücü olduğunda cinsiyet vurgulanmıyordu. Tıpkı, “dul kadın”, “yaşlı teyze” betimlemelerinin  vazgeçilmezliği gibi. Bizim en çok kızdığımız, “Ojelı tırnaklar şunu yaptı, bunu yaptı” diye atılan başlıklardı. “Elinin hamuruyla” başarıya ulaşan kadın sporculara, bilim insanlarına da haberlerde sıkça rastlanıyordu.

Kadınları cinsel obje olarak tanımlayan “dekolte” resimler, sağlık haberlerinin mutlaka, güzel bir kadın resmi ile verilmesi bu örneklerden bazılarıydı.

Gazeteciler arasında bir otokontrol mekanizmasına dönüştü


Vuslat Doğan Sabancı’nın gazetenin başına gelmesiyle beraber, bu eleştirilerimiz ve rahatsızlıklarımız yönetim katında ilk kez dikkate alındı. Ve onun da desteğiyle Hürriyet’in kadın gazetecileri arasında bir mail grubu oluşturduk. Her gün haberlerde kadın erkek eşitliğini zedeleyen yaklaşım ve dile dikkat çekildi, erkek bakış açısının ayrımcı yansımaları eleştirildi. Bu mailleri yazı işlerine de gönderiyorduk.

Çok ciddi tahlillerle, eşitliği bozan yaklaşımlar ve sözcüklerin altı çiziliyordu. Bu grubu oluşturduğumuz dönem, Türkiye’de Ceza Yasası’nın değiştirilmesi süreciydi. Hürriyet bu süreçte kadın haklarının ve eşitliğin yasalar tarafından güvence altına alınması için de kadın gazetecilerin öncülüğünde çok önemli bir rol oynadı.

Erkek gazetecilerin bu mücadelenize engel oluşturduğu oldu mu?
Bu çalışma bir süre sonra bazı erkek yöneticiler tarafından bir “iktidar” mücadelesi olarak görülmeye başladı. Mesela yerel seçimler öncesi, belediye başkan adaylarını gazetede toplayıp “Kadınlar için ne yapacaksınız” sorusuna yanıt aranacağı toplantılar düzenlemek için harekete geçtiğimizde, Vuslat Doğan Sabancı’yı araya sokarak bu girişim engellendi. Gerekçe de, “Gazetede iki başlı bir görüntü ortaya çıkar” idi.

‘Bu bir ideoloji meselesi’


Ne yazık ki, farkındalık çalışmalarının engellenmesi ile, mücadele ile geriletilen erkek dili ve bakış açısı yeniden gazete sayfalarında boy göstermeye başladı. Tabii, erkek bakış açısı ve dilinin hakim olduğu bir ortamda kadın gazetecilerin erkek meslektaşlarıyla tam bir eşitlik paylaştıklarını söylemek mümkün değil. Çünkü bu bir ideoloji meselesidir. Çalışmalarımız sırasında erkek meslektaşlarımızın çoğunun ayrımcı bir dil kullanırken, bunun farkına bile varmadıklarını, hiçbir kötü niyet taşımadıklarını gördük.

‘Mücadele durunca, eski ve alışılmış olan geri döner’


Hâkim bakış açılarına göre biçimlenen bilincimizin ve dilimizin, seçtiğimiz tanımlamaların ve sözcüklerin altında yatan ayrımcılığı fark etmesi çok zordur. Mücadele durunca, eski ve alışılmış olan geri döner. Tıpkı demokrasi mücadelelerinin gevşediği zaman baskı ve zulmün geri dönmesi gibi.

Şunu da belirtmek istiyorum: Baskıların arttığı, demokrasi krizlerinin yaşandığı dönemlerde, kadın erkek eşitliği çok ciddi tehdit altındadır. Şiddet, hamaset, ayrımcılık kol gezerken, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olan toplumsal cinsiyet eşitliği ilk boğulacak özgürlüklerdendir.

‘Basın erkek egemen ideolojinin en fazla hâkim olduğu mesleklerden’


Bugün, basın özgürlüğünün tamamen rafa kalktığı ortamda, kadın ve erkek meslektaşlarımız ağır baskılar altındayken eşitlik mücadelesinden söz edilebilir mi?

Maaş eşitsizliği de bunun bir parçası değil mi?
Ücret adaletsizliği her zaman vardı. Hiçbir zaman eşit işe eşit ücret alınmadı. Bu maalesef dünyanın her yerinde böyle. Bunun birçok nedeni var. Ayrıntılı tartışmayı bir başka sefere bırakıp, şunu söylemekle yetineyim: Basın, erkek egemen ideolojinin en fazla hâkim olduğu mesleklerden biridir. Bu ahbap çavuşlar kulübüne kadın gazetecilerin büyük bir heyecan ve şevk ile kabul edilmelerini bekleyebilir miyiz?

Ayşe Özek Karasu: Haber dilinin nasıl olması gerektiğini kadın örgütlerinden öğreniyorduk


Hürriyet gazetesinde 25 yıl çalışan Ayşe Özek Karasu’yu dış haber müdürlüğü yaptığı dönemde Hürriyet’in hafta sonu eklerine yazdığı, ciddi konuları renkli açılardan, zengin bir dille anlattığı yazılarla tanıdık. Özellikle 2000’lerin başlarında Hürriyet yazı işlerindeki erkek egemen dili ve üslubu değiştirmeye çalışan kadın gazetecilerden biri olan Karasu, ardından Habertürk’te 10 yıl boyunca gazetenin üst düzey yöneticiliğini yaptı. Yazılarına Habertürk’ün internet sitesinde devam eden Karasu, Hürriyet’teki girişimleri boyunca kadın gazetecilerin, kadın örgütlerinden çok şey öğrendiğini söylüyor.

Hürriyet’teki o dönemden bahseder misiniz?
Hürriyet’te bizim şöyle bir şansımız vardı: Gazetenin üst yöneticisi Vuslat Doğan Sabancı, kadın gazetecilerle birlikte, patron bilinciyle değil kadın bilinciyle hareket ediyordu. Önce kadın kimliği geliyordu. Bizi toplardı, konuşurdu. Mail grubumuz vardı. Gazetede bir şeye sinirlendiğimiz zaman dile getirebiliyorduk. Anında müdahale edebiliyorduk.

Biz de kadın olarak her şeyi bilmiyorduk. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı dilin nasıl olması gerektiğini kadın örgütlerinden öğreniyorduk. Kadın örgütlerinin temsilcileri geliyorlardı. Kadına karşı işlenen suçlarda haksız tahrikten tutun da “töre cinayetleri” vs. Bütün bunları biz çok detaylı öğrendik. Ve öğrendikçe hem yazılarımıza yansıttık hem de yazı işlerine.

‘Sosyal haklar ve insan hakları sorunu var’


Hürriyet kurumsal olarak çok başarılı bir ortamdı. Nadiren meydana gelen ihlâller dışında özellikle kadına yönelik bir ayrımcılık, cinsiyetçilik ben hiç görmedim. Her şey daha medeni ilişkiler düzeyinde yürüyordu. Fakat 1994’te gazetenin Aydın Doğan’a satılmasıyla, Doğan Medya’nın ilk işi bizi sendikadan çıkarmak oldu. Bu kadın erkek meselesi değildi, haklarla ilgili meseleydi.

Medyada kadının durumu da dâhil, Türkiye’de insan hakları sorunu var. Emekten yana düşünürsek eğer, sadece yaşam hakkı değil, sosyal haklar ve insan hakları sorunu var. Bugün Hürriyet gazetesinde yaşananlar… Sendikalı oldukları için gazetecileri işten attılar. Onun için ‘insan hakları sorunu var’ diyorum.

Yazı işlerinde kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran ve cinsiyetler arası eşitsizliği körükleyen başlıklar, haberler neydi? Birkaç örnek verebilir misiniz?
Özellikle adliye haberleri… Muhabirden haber geliyor: “Öfkeli koca karısını dövdü.” Böyle bir başlıkla failin işlediği cinayete gazeteci meşruiyet kazandırıyor.

Habertürk’te aynı masada çalıştığım insanlar… Yayın Yönetmenimiz Selçuk Tepeli. Çok severim. Şöyle bir haber geldi: “Türkiye’de kadınların şu kadarı antidepresan kullanıyor.” “Vay şu alçaklığa bak” diye tepki gösterdi. “Sürmanşetten vereceğiz. Başlık: ‘Kadınları hasta ettik.’”

‘Yazı işlerindeki kadınlar olarak hep alarmdaydık’


“Hop!” dedim, “Kim hasta etti? Sen erkek diliyle konuşuyorsun. Hasta ettik derken kendini öne çıkarıyorsun.” Masadaki erkekler anlayamadı. “Biz hasta ettik.” Sen kendini önemsiyorsun. “’Biz” derken! Türkiye erkeklerden oluşmuyor. Kadınlar da var.

Bu tür şeyleri zor anlatıyorsun. Aslında hiçbir şoven tarafı yok. Aklınca orada nedamet getiriyor. Ama öyle değil. O çok ince bir nokta. Sen toplumun sadece erkeklerden oluştuğunu sanıyorsun. Bu dili ayıklamak için hayli uğraştım.

Habertürk’te cinsiyetçi dil yoktu. Yazı işlerindeki kadınlar olarak hep alarmdaydık. “Kadının yasak aşkı” diye başlık atıyorlardı. Ne yasak aşkı! Olsa olsa gizli aşktır. Kim yasaklıyor ya! Aşkın yasağı mı olur? Gizli aşk dersin.

‘Türk kadını kötü kalpli’ başlığına çok tepki gösterdim


Milliyet gazetesi şöyle bir başlık kullandı o dönem. Onların içyüzünü bilmem ama dışarıya yansıttığı bizde infial yaratmıştı. Bir 8 Mart’ta “Gazeteyi kadınlara teslim ettik, onlar yaptı” diye sürmanşet yaptılar. Büyük rezalet!  Şimdi Milliyet gazetesinin nasıl bir şey olduğuna dair fikir veriyor.

Yine Hürriyet’te şöyle bir haber çıktı: “Türk kadınlarının şu kadarında kalp hastalığı var.” Genelde kalp hastalığına erkekler kadınlara oranla fazla yakalanır diye bilinir ya. Başlığı söylüyorum sıkı dur! “Türk kadını kötü kalpli.”

Sert tepki gösterdim. Akılları sıra “esprili başlık” atmak istemişler. Hürriyet’te bu haber çıkınca gittim, Prof. Bingür Sönmez ile röportaj yaptım. “Türk kadını öyle yumuşak kalpli ki zor dikiyoruz” dedi. ? Meğerse kadınların kalp dokuları daha yumuşakmış. Kimse bununla ilgilenmiyor, bilmiyor. Ama bu evrensel bir şey. Kalp ile ilgili araştırmalar erkekler üzerine yapılmış. Kadınlar üzerine yapılmıyor ki tamamen farklı organizmalar.

‘Bilinçli değiller, tane tane anlatmak gerek’


Erkekler bilinçli yapmıyorlardı birçok şeyi. Biz söylediğimiz zaman dinliyorlardı. Bazen küçük alaycı gülümsemeler olsa da bizi dinliyorlardı. Öğreniyorlardı.  Onları mazur göstermek için söylemiyorum. Çünkü bazı şeyleri anlatması zor oluyor. Yaşadığı ve yazdığı şeyin erkekçi bir dil olduğunu fark edemiyor. Anlamıyor. Tane tane anlatmak gerekiyor.

Bir de tabii yetiştirilme tarzıyla da ilgisi var. Hangi ailede, nasıl bir ortamda, nereden geldi, nerede yetişti? Rol model olarak babadan ne gördü? Annesi ne kadar ezildi baba karşısında? Mutlaka birçok erkek aileden bağımsız olarak da kendini geliştirebilir ama içinde yine de o erkek egemen motifleri taşır kaçınılmaz olarak.

‘Meslek içi eğitimde zincir koptu’


Mesela eşit işe farklı ücret. Dünyanın her yerinde böyle, Türkiye’de de böyle. Muhtemelen benimle aynı görevi yapan erkek benden daha çok ücret alıyordu. Ama benim bir bilgim yoktu, olmazdı.

Sizinle çalışmayı çok isterdim…
Gazetecilik el vermekle alakalı bir şey. İletişim fakültelerinde öğretilen bir şey değil gazetecilik. Ancak çalışarak ve yaşayarak öğrenilen bir şey. Ve bu, el vermekle olur. Sen daha kıdemli, tecrübeli gazetecilerin yanında başlarsın, onlar sana öğretir, sen bir başkasına öğretirsin. Beraber çalıştığın herkese el veriyorsun. “Bak şu şöyledir, o öyledir…” Fakat şimdi o zincir koptu. Bugün kıdemli, tecrübeli gazetecileri medya dışına ittikleri için, bütün o deneyimli gazeteciler kendi mecralarını kuruyor. Bu kanallarda ancak çalışıyorlar.

Emel Armutçu: Tepeye taşıdığımız kaya, yeniden dağdan aşağı yuvarlandı


Gazeteciliğe 1982’de başlayan Emel Armutçu, 1994’te girip yaklaşık 15 yıl editörlük ve muhabirlik yaptığı Hürriyet’te bir dönem kurumsal iletişim koordinatörü olarak idari görev de üstlendi. Kadına karşı şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularda Hürriyet’in düzenlediği ses getiren kampanyaları yönetti, röportajlar yaptı. 25 yıl çalıştığı Hürriyet’teki “güçlü kadın lobisinin” bir üyesi olan Armutçu, o dönemde elde edinilen kazanımların bugün kaybolduğunu ama yeni nesil gazetecilerin vazgeçmemesi gerektiğini vurguluyor.

Hürriyet’teki itirazınız tam olarak kime, neye yönelikti?
İtirazımız öncelikle haber dilinin fazlasıyla erkek olmasınaydı. Yazı işlerinin neredeyse tamamının erkek olmasının bunda payı büyük olduğundan, bu egemenliğe de yöneliyordu tabii. “İçerde” yani yazı işlerinde tek bir kadın müdür vardı ve tamamen işbirlikçimizdi, o zaman bir kale olarak anılan Hürriyet yazı işlerini o içeriden biz dışarıdan epeyce sarstık. ?

İlk arama toplantısı 90’ların ortasında


Ama bu tartışma Hürriyet’te 2000’den önce, 1990’lı yılların ortalarında başladı. Dönemin genel yayın yönetmeninin bizzat köşesinde yazdığı gibi, Hürriyet’te güçlü bir kadın lobisi vardı. Toplumsal cinsiyet konusunun farkında, kadına yönelik her türlü ayrımcılıkla derdi olan ve bunu dile getirmekten, gerekirse kavga etmekten imtina etmeyen bölüm şefleri, az sayıda da olsa haber sorumluları, muhabirler, köşe yazarları…

Reklam Başkanı ve hatta kadın patronumuz da bizimleydi. Önceleri hep aramızda konuşuyor, söyleniyor, bazı şeylere tekil itirazlarda bulunuyorduk ama hafızam beni yanıltmıyorsa 1994-95 yıllarında iki günlük, geniş katılımlı bir arama toplantısı yapılmıştı, konu ilk o zaman geniş bir şekilde ortaya serildi. Sonrasında bu saydığım kadın çalışanlar “Hürriyet Kadın Grubu” adlı inisiyatifi oluşturdu. Bu deklare de edildi. Yeraltında değildik yani!

Erkekler önce alay etti, ardından direndi ve sonunda hak verdiler


Bir mail grubuyla haberleşme başladı. Mail listesine genel yayın yönetmeni, yazı işleri sorumlularının mailleri eklendi, böylece her tartışmadan yani yaptıkları her yanlıştan anında haberleri oldu. O gün gazetede kadınlar aleyhine yapılan her yayın masaya yatırılmaya başlandı. Başlangıçta koridorlarda “Hürriyet kadınları grup kurmuş, haha” diye bel altı espriler yapan erkek yöneticiler, grubun periyodik toplantılarında önce savunmaya geçtiler, bir süre direndiler, ardından “Haklısınız” demeye başladılar. Hatta birini o dönem feminizme kazandırdığımızı söyleyebilirim rahatlıkla. Bütün bunlar peyderpey Hürriyet’in cinsiyetçi dilini değiştirdi.

Önce ‘bayan’ kalktı, sonra diğer sorunlu ifadeler


Önce “bayan” kalktı. Tecavüze uğrayan, erkek şiddetine kurban giden kadının “dul” olması, “o saatte orada olması,” “kıyafeti,” işlenen suça bahane olmaktan çıktı. Hatta haberler kadının haklarını savunan bir dile döndü. Kadınlara karşı daha dikkatli bir dil kullanılmaya başlandı. ‘Arka sayfa güzeli’ni kaldırtmayı başaramadık ama en azından fotoğrafların ‘cinsel nesnelik oranı’nı azalttırdık, cinsiyetçi fotoğraf altlarının düzelmesini sağladık.

Bir olay hatırlıyorum; gece nöbetten dönen bir hemşire sokakta tecavüze uğramış, çok direnmesine rağmen başarılı olamamıştı. Hemşireyle röportaj yaparak bu haberi kadın ve hakları açısından kaleme aldım, yazı işlerine verdim. Nerede çalışırsam çalışayım yayımlanana kadar haberinin peşini bırakmayan bir gazeteci olarak, akşamcı bir yazı işleri mensubu tarafından söyleşimin tamamen “namus koruma” yaklaşımı üzerinden bir melodrama dönüştürüldüğünü gördüm. Kıyamet kopardım. Yazı sayfadan çıkıp, eski hâlinde yeniden kondu.

Gazete suçları ‘namus’ üzerinden görmeyi bıraktı


Hürriyet zamanla, kadınlara karşı işlenen suçları “namus” üzerinden görmekten vazgeçti. Bir kıyamet de daha önce ofiste tecavüz girişiminde bulunan bir yöneticinin bir iki yıl sonra tekrar işe alınması üzerine kopmuştu. Kadınlar resmen ayaklandı, o yönetici gönderildi.

2004’te Hürriyet Kurumsal İletişim Departmanı tarafından oluşturulan “Aile İçi Şiddete Son Kampanyası” da bu değişimi hızlandırdı. Kampanya başladıktan sonra gazetecilikten Kurumsal İletişim’e transfer olmuştum ve kampanyayı 15 yıl kesintisiz yürütenler içindeydim. Kampanya kendini topluma anlatırken, bir de “içerde” anlatmak durumunda kalmıştı. Doğrusu içeriye kabul ettirmek daha zor oldu. Buna direnişi anlamak mümkün ama zor. Kendi kurumunun kampanyasına karşı bu dirence rağmen başarılı işler yaptık.

‘Aile içi şiddet’ konusunda bir STK gibi baskı gücü oluşturduk


Aile içi şiddet sorununu hem topluma hem de Hürriyet’e kabul ettirmeyi başardık. Kampanya için önce “kadına yönelik şiddet haberlerinin dili” konusunda bir rehber hazırlandı. “Ne denmeli, ne asla denmemeli” yazılı hale getirildi, kurum içi toplantılar yapıldı. Haberlerin “aile içi şiddete son” logosuyla çıkması sağlandı. Konferanslarımız, eğitimlerimiz, devlet ve STK’larla yaptığımız işbirlikleri, etkinliklerimiz, yayınlarımız sık sık haber oldu. O dönem çok etkili olan reklam olanakları sonuna kadar kadına yönelik şiddet farkındalığına açıldı. Hürriyet bir STK gibi baskı gücü oluşturdu, yetkili kurumların harekete geçmesini sağladı, gelişmeleri takip etti, haber gücünü kullanarak aksaklıkların düzeltilmesini sağladı.

Kadın grubu dağıldı, Hürriyet artık ‘temiz çıkıyordu’


Bir süre sonra kadın grubu dağıldı ama artık bu kadar sık bir araya gelmeye gerek kalmamıştı. O zamanlar yapılan “nefret dili,” “cinsiyetçi dil” araştırmalarında artık Hürriyet genelde temiz çıkıyordu. Bunda o dönem yine çok etkili olan Okur Temsilcisi’nin de bizden yana olmasının etkisi büyüktü. İçerde halledemediklerimizi ona şikayet ediyorduk, yazıyordu.

Son dönemde basılı gazete epeyce yol almıştı ama yaygınlaşan internet haberciliğinde bu sorunların fazlasını yaşamaya başlamış, mesaimizi oraya yöneltmiştik ki… Hürriyet bitti. Şimdi tepeye taşıdığımız kaya, yeniden dağdan aşağı yuvarlandı. Üzgünüm.

O dönemin gazetecilik anlayışı ile günümüz gazetecilik anlayışı arasında farklar nelerdir sizce?
Ben gazeteciliğe 1982 yılında Türk Haberler Ajansı’nda başladım. Bugün genç meslektaşlar bilmez, orası üniversite eğitiminden sonra asıl okuldu. Birçok ünlü gazeteci de oradan yetişmeydi o zaman. Genç meslektaşlar yine bilmez, başka bir ekoldü. “Gerçek” kavramı önemliydi o zaman. Her zaman yazılacak şey oydu. Manipülatif haberler, ideolojik haberler, en az yarısı görülmeyen ya da hiçbir yanı görülmeyen haberler, dost kıyağı haberleri, para karşılığı haberler yoktu o zaman.

“Medya tarihinin Paris komünleri gibi ilaveler çıkardık’


İletişim Yayınları’nın çıkardığı Yeni Gündem dergisinde de, Metin Münir’in genel yayın yönetmeni olduğu Güneş gazetesinde de hak temelli habercilik yaptım çoğunlukla. Aktüel dergisinde yarıya indi bu ama yine de eli yüzü düzgün, araştırma haberleri ağırlıktaydı. Hürriyet ise bambaşka bir dünyaydı. Doğrusu transfer olduğumuzda ve sonrasında, yayın çizgisini çok da doğru bulduğumu söyleyemem. Ama biz oraya ‘yan yayınlar’dan giriş yaptık. O zamanki ekleri tamamen magazindi.

Biz Hürriyet Cuma, Cumartesi, Pazar, Seyahat gazetelerini çıkaran ekiptik. Ana gazeteye de haber yapıyorduk ama daha öncekilerden farklı bir dil ve yaklaşımda oluyordu bunlar. Aynı ekip Gazete Pazar’ı ve Hürriyet İstanbul’u da çıkardı. Bu yayınlar, medya tarihindeki Paris Komünleri gibiydi bana göre. Evrensel gazetecilik ilkelerine uygun, entelektüel düzeyi yüksek, sıkı yayınlardı. Her konuyu, her sorunu olması gerektiği gibi, tüm unsurlarıyla ele alabilirler, ürküteceği vakvaklardan çekinmezlerdi.

‘İnternet gazeteciliği ortama kuralsız, ilkesiz daldı’


Gazetecilik itibarlı bir işti. Dutluklar, beş on yıl önce imara açıldı. İnternet gazeteciliği ve yeni medya, ortama kuralsız, yayın ilkesiz dalarak, işi bozdu. Basılı gazetede belli ilkelere bağlanmış kör topal yerine getirilmeye çalışılan gazetecilik, etik tanımaz bu yeni rüzgarla sarsılmaya, değerler şekil değiştirmeye başladı. Buna iktidar baskısıyla daralan gazetecilik alanlarını da eklemeliyim.

Basılı yayının tirajı ve reklam geliri düşerken, öbür tarafta başka bir değerler sistemi oluştu. Tık almak için yapılanlar, kabul edilebilir gibi değildi, burada veremeyeceğim kadar sayısız örnek var. Nitekim medyanın neredeyse tamamının el değiştirmesinden sonra artık kimse ilke, değer filan aramadı. Şimdi tamamına yakını iktidar güdümünde olan medya organlarının ne yaptığı malum.

‘Bugün gazetecilik yok, Türkçe bilmiyorlar’


Genç meslektaşlara üzülüyorum ama; bizim temel noktamız gazetecilikti, birinin “adamı” olmak yüz kızartıcıydı, ‘öteki’yi görüyorduk ve haberin ifade şekli, Türkçesi bizim için gurur meselesiydi. Onlar bir yere arkalarını dayamak durumundalar, bunu çok isteyerek yapıyormuş gibi görünüyorlar, maalesef çok cahiller, arka plan sorunları yok, hiçbir olayda neden sonuç ilişkisine girmeye ihtiyaç duymuyorlar ve Türkçe bilmiyorlar. Gerçi Türkçeyi onları yönetenler, editörleri de bilmiyor o ayrı. Şimdi çok az oranda bağımsız yayınlar hariç, tüm “medya” iktidarın propaganda aracı. Bugünkü gazetecilik nasıl, diyorsunuz ya, yok. O yüzden değerlendiremiyorum.

Kadın gazeteci olarak yaşadığınız zorluklar ve bu zorluklara karşı verdiğiniz mücadeleler nelerdi?
Ben bizzat yaşamadım ama pek çok taciz vakası yaşandı, tanıklıklarım var. Fiziki olmasa da sözlü taciz çok yaygındı. Ama bence kadınların gazetecilikte en büyük sorunu, tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi cam tavandır. Personel sayısı açısından kadın cennetidir gazeteler, ama koltuklar büyüdükçe, kadınlardan uzaklaşır. Yazı işleri kadına hep kapalıydı. O kapılar çok zorlandı, olmadı. Kadın Genel Yayın Yönetmeni benim hatırladığım tarihte hâlâ bir tanedir, bilmiyorum Nurcan Akad’dan başkası oldu mu? Gazetelerde kadınlar genelde reklam, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim gibi “prezentabl” olmak gereken ve konusu hizmet olan departmanlara doldurulurdu. Kadınları “vitrin” olarak görme eğilimi yaygındı.

‘Gazeteciliği tamamen gömüp yeniden diriltmek gerekiyor’


Medyada toplumsal cinsiyet eşitliği haber anlayışı için mücadele nasıl yeniden oluşturulabilir? Bugün ne gerekiyor?
Yukarıda anlattığım o kayanın tekrar dağın tepesine çıkarılması gerekiyor. Ama bunun için önce gazeteciliği yeniden diriltmek ya da diriltmekten vazgeçip tamamen gömüp yeniden doğurmak gerekiyor. Evrensel anlamda gazeteciliğin yapılabileceği bir ülke yaratmak gerek önce; demokrasiyi yeniden inşa etmek. Yasama, yürütme, yargı gibi güçlerin ayrılığını sağladıktan sonra dördüncü güç olarak gazeteciliği yeniden hatırlamak.

Sivil toplumun kısılan sesini açmak. Gazetecilik eğitimini gözden geçirmeden önce, İstanbul Sözleşmesi’nin işaret ettiği gibi anaokulundan itibaren toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimine başlamak. O arada şu an “Gazeteciyim” diyenler emekli olur ya da bu dünyadan göçer, şu dönemi de unutturabilirsek ve daha önceki geçmişle bağı yeniden kurabilirsek yeni kuşaklarla yola daha umutlu bir şekilde devam edilebilir belki.

‘Bu kadar da olmaz’ dediğiniz, anlatabileceğiniz bir hatıranız var mı?
Yıllar önce Taksim’de LGBTİ+’lara takmış bir polis müdürü vardı. Gözaltına aldıklarını hortumla dövdüğü için “Hortum Süleyman” diye anılırdı (Evet bu kadar doğal bir şekilde bu lakap takılmıştı). Kendisinden randevu istedim, verdi ve Emniyet Müdürlüğü’ndeki makamına gittim. Danışmadaki polise sarı basın kartımı verip ziyaretçi kartını aldım, yukarı “o polisin müdürüne” görüşmeye çıktım. Dönüşte ziyaretçi kartımı verip kartımı bekledim.

‘Genç kadın gazeteciler okusunlar, merak etsinler’


Polis, müdürünün misafiri olan bana basın kartımı, işaret parmağıyla orta parmağının arasına sıkıştırarak o iğrenç hareketi yapıyormuş gibi uzattı. İsterseniz ona göre o zaman “Allah” olan hortumlu müdürünün misafiri olun, kadınsan her türlü tacize açıksınız. Hem de bu cüretle! Doğrusu o kadar şaşırdım ki genelde kavgadan çekinmeyen biri olmama rağmen nutkum tutuldu, bir karşılık veremedim. İşte o veremediğim karşılık 30 yıldır boğazımda bir düğüm olarak duruyor, çok aşağılayıcıydı.

Genç kadın gazetecilere  ve gazeteci adaylarına önerileriniz neler?
Okusunlar. Özellikle tarih okusunlar, Türkiye ve dünya tarihini, medya tarihini… Evrensel gazeteciliği. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu hatmetsinler; hem kendileri hem de ülkelerinin sağlığı, huzuru için. Gazeteciliğin aslında ne olduğunu masal gibi okuyabilirler, sonra hayata geçirmek için… Sonra, gazeteciliğin temel kuralı, merak etsinler. Şimdiki gazeteciliğin arka planla işi olmuyor. Olsun. Ayrıca bir haber yapmak için “açıklama” bekliyorlar. Beklemesinler. Biz haberimizi kendimiz bulup çıkarırdık. Açıklama sonra yapılırdı. Ve soru sorsunlar, merak ettikleri her şeyi sormayı öğrenmeliler. Tabii bunları yapabilmeleri için önce, yukarıdaki ülke şartlarının sağlanması gerekiyor. Onların da işi zor.

( Kaynak: https://journo.com.tr/hurriyet-kadinlar-esitlik )
Editör: Haber Merkezi