Çözüm sürecini bitiren açıklama krizin de habercisiydi. Kriz Afrin operasyonu ile birlikte çöküşe dönüştü. Türkiye daha Afrin’e girmeden uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları kredi notunu yatırım yapılmaz, borç verilmez düzeyini düşürdü. Türkiye’nin notu bir daha düzelmedi

Yeni Yaşam Gazetesinden Hüseyin Kalkan'nın analizi...

Krizden çöküşe geçiş Afrin planının hayata geçirilmesi ile başladı. Operasyonun başladığı dönemde Başbakan olan Binali Yıldırım, “Türk ekonomisi güçlü bir ekonomidir, böyle küçük hareketlerle sarsılmaz” diyordu. Oysaki operasyon daha tartışılma aşamasındayken, kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Afrin’i ima ederek coğrafi ve siyasi risklerin artması durumunda kredi notunu bir basamak aşağı düşüreceğini açıklamıştı. Operasyonla birlikte Türkiye’ye yönelik sermaye hareketi yavaşladı. Güvensizlik hisseden yabancı sermaye daha güvenli limanlara doğru çekilmeye başladı. Afrin operasyonu Suriye’deki dengelerle oynamak anlamına geliyordu. Bunun sonuçları yavaş yavaş kendini gösterdi. Bütçe açığı, cari açık ve sosyal güvenlik açığını kapatmak için Türkiye’ye her yıl 230 milyar dolar yabancı sermayenin girmesi gerekiyor. Dış kaynaklar ortamı kendine uygun bulursa, siyasi ve sosyal risk yoksa gelir. Afrin Operasyonu bu riskleri arttırdı, bu bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşti. Türkiye’nin Avrupalı ortakları bu riskler konusunda kapalı kapılar arkasında AKP yetkililerini uyardılar, AKP yönetimi ise bu uyarılara kulak asmadı. Bu yüzden beklenen 230 milyar dolar gelmedi. Gelmedikçe ve döviz ihtiyacı arttıkça dolar yukarı doğru tırmandı. Bu gün yaşadığımız kriz direkt buradan kaynaklanıyor. Aslında Afrin operasyonunun Türk ekonomisinde ve piyasalarında yaratacağı yıkım daha büyüktü ve krizin daha erken gelmesi bekleniyordu. Ancak büyük güçlerin, özellikle de ABD’nin harekata sessiz kalması, ekonomik ve parasal daralmanın tercihen gerçekleşmesini sağladı.

Operasyonun aylık maliyeti

Afrin ya da Fırat Kalkanı Harekâtı ile ilgili bilgiler hükümet tarafından açıklanmadığı için, gerçek bir maliyet dökümü yapmak mümkün değil. Açıklanan bazı yüzeysel rakamlara göre harekâtın maliyeti asgari 1,5 milyar TL (400 milyon dolar) olacaktı. Ancak bu masa başı hesap tutmadı. Afrin Harekâtı’nın ilk gününde Hava Kuvvetleri envanterindeki bütün uçaklar bombardımana katıldı. Bu uçaklar tarafından ilk defa kullanılan yeni nesil akıllı bombaların tanesi 600 bin TL tutarındaydı. Akıllı bombaların bir raf ömrü var. Bu nedenle belli bir süre içinde kullanılmadığı takdirde bu işlevini yitiriyor. Uzmanlar bu nedenle bombaların Afrin Harekâtı’nda kullanılmasının zorunlu olduğunu savunuyordu. Çok namlulu roketatarların (ÇNRA sistemi olarak biliniyor) mermilerinin (T 107, T 122 ve T 300 versiyonları var ve sırasıyla 107, 120 ve 300 milimetrelik mermi kullanıyorlar) tanesi ise ortalama 200 bin TL ve bu mermilerden de en az 700 adet kullanıldığı tahmin ediliyor. Afrin Harekâtı’na katılan tek askerin savaş harcamalarının asgari maliyetinin ise 150 bin TL olduğu hesaplanıyor. Afrin harekatının ilk bir aylık maliyetinin 1 milyar doları bulduğu sanılıyor. Harekatın maliyeti çok yüksek görünmüyor. Ancak harekatın yarattığı siyasi ve sosyal iklim daha önemli. Bu iklim Türkiye’yi uluslararası yatırımcılar gözünde güvensiz bir ülke haline getirdi. Hükümet güvenlik politikalarında ısrar ettiği için bu iklim sürüyor.

Barıştan savaşa

Afrin’e adım adım gelindi. 1984’ten beri süre gelen bir çatışma bir kaç yıldır sona ermiş, Türkiye’de barış rüzgârı esiyordu. Bu yıllar, Türkiye ekonomisinin gerçekten büyüdüğü, kişi başına gelirin gerçekten arttığı, yabancı sermayenin girişinin rekor düzeye çıktığı yıllardı. Milliyetçiliğin bizzat devleti yönetenlerce “ayakaltına” alındığı, toplumsal kutuplaşmanın azaldığı ve insanların gelecek umudunun büyüdüğü günlerdi. Bu sürecin bittiğini Erdoğan 2015 yılında şu sözlerle ilan etti: “İkide bir, Dolmabahçe mutabakatından bahsediyor. Ne Dolmabahçe mutabakatı? Nereden çıkmış böyle bir şey? Böyle bir mutabakat falan söz konusu değil. Bu iktidarın terör örgütüyle bir mutabakatı söz konusu değildir, olmamıştır. (15 Nisan 2015)” Bu sözlerin üzerinden çok geçmeden ‘Tarihin en büyük hava operasyonu’ serisi başladı. O günden bu güne ülkenin başına gelmedik kalmadı. Her şey başlayan çatışmaya tabii kılındı. Çok geçmeden Türkiye silaha en çok para yatıran ülkeler sıralamasında üst sıralara tırmandı. Türkiye’nin bütün komşularıyla ilişkileri bozuldu. Rusya ve Katar’dan başka dostu kalmadı!

Silahlanma yılları

Bu yıllar Türkiye’nin hızla silahlandığı yıllar oldu. 2017 yılında silah ithalatına 18,2 milyar dolar harcayarak dünyada 15. sırayı aldı. NATO ülkeleri içinde 6’ncı, Ortadoğu ülkeleri arasında ise 5’inci sırada yer aldı. Türkiye en çok silahı ABD’den alıyor. Savunma ve Havacılık Sanayici İmalatçılar Derneği’nin (SASAD) raporuna göre, Türkiye 2017 yılında savunma sanayinde toplam 1.54 milyar dolarlık ithalat yaptı. Bu rakamın yaklaşık yüzde 35’lik kısmını ise ABD’den alınan ürünler oluşturuyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2017 yılı rakamlarına göre (SIPRI) silah ithalatında dünya altıncısı olan Türkiye, ABD’nin en çok silah sattığı üç ülkeden biri. Öte yandan, son yıllarda milli savunma sanayindeki gelişmelerle birlikte yine SASAD’ın verilerine göre, silah ihracatı 2017’de yüzde 3,7 büyümeyle 1.7 milyar dolara ulaştı. TSK envanterindeki silahlar içinde ABD’nin ağırlığı şöyle:

  • Tank: 2431

  • Zırhlı araç:

  • 7849 Topçu sistemleri:1061

  • Çok namlulu Roketatar: 24

  • F16: 49 F4: 245

  • Helikopter: 525


İkinci sırada Almanya var

Almanya-Türkiye arasındaki gerginliğe rağmen silah satışı devam ediyor. Alman firmaları, bu yılın ilk dört ayında Türkiye’ye 5 milyon 600 bin euro tutarında silah ve mühimmat sattı. Alman Federal Meclisi’nde Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelen’in soru önergesi üzerine Ekonomi Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre, bu rakam daha önce izni verilmiş ve bu yılın başından itibaren sevkiyatı gerçekleşmiş silah ve mühimmatı içeriyor. Bakanlık, Almanya’nın NATO müttefiki Türkiye’ye 2016 yılında 49 milyon euro değerinde silah ve mühimmat satışı yaptığını kaydetti. Bu rakamın 2015’te 26 milyon 500 bin euro olduğu belirtildi.

Kriz seçime yol açtı

Silahlanmaya yapılan harcamalar dış alım için ayrılan kaynaklardan ibaret değil. “Milli Savunma Sanayini Kurmak” adı altında ayrılan kaynaklar inşaattan sonra Türk ekonomisinin ikinci kara deliği olmaya aday. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarını izlemek bile bu konuda yeteri ip ucu veriyor. Erdoğan hemen hemen her konuşmasında silahlanma ile ilgili rakamlar vermekte ve bunun Suriye ve Irak’ta operasyonlarla ilgisini ortaya koymakta.

En son AKP’nin 16. Kongresi’deki konuşmasına bir göz atılırsa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Erdoğan konuşmasında, savunma sanayindeki ‘yerlilik’ oranının yüzde 65 yükseltildiğini belirterek, ‘savunma sanayi’ ile ilgili yürürlükteki projeler hakkında şunları söyledi: “Ülkemizde halen yürütülmekte olan savunma sanayi projelerinin tutarı 45 milyar dolarlık bir hacme ulaştı. Gelişmeler, çok yakında bu rakamın 75 milyar dolara varacağını gösteriyor.” Bu projelerin neler olduğuna dair konuşmanın devamında şu ipuçlarını verdi: “Bunun için, insanlı ve insansız hava araçlarından uçak ve helikoptere, her sınıftan gemilerden uydulara, tankından topuna kadar her alanda, araştırmageliştirmesiyle, yazılımıyla, donanımıyla savunma sanayimizi geliştirmeyi sürdüreceğiz.”

Peki, bütün bu yatırımlar ne için yapılmakta? Erdoğan onun cevabını da hiç bir tereddüte mahal vermeden açıklamakta: “Türkiye’nin sınır güvenliğinin sınır ötesinden başladığı inancıyla yürüttüğümüz operasyonları genişleterek devam ettireceğiz. Özellikle Suriye ve Irak’tan ülkemize yönelen tehditleri, ne pahasına olursa olsun kaynağından kurutmakta kararlıyız. Daha önce Cerablus’ta, El Bab’ta, dün Afrin’de ne yaptıysak, Suruç’tan Cizre’ye kadar olan sınırlarımız boyunca da aynısını yapacağız. Kandil’i ülkemize yönelik terör saldırılarının üssü olmaktan çıkartacak adımları atıyoruz. Aynı şekilde bölücü terör örgütünün yeni üssü haline dönüşen Sincar da menzilimiz içindedir.”

Bakanlık bütçeleri

Erdoğan’ın açıkladığı bu projeler dışında Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçesi de hızla artmakta. 2018 yılında MSB bütçesi yüzde 41 artarken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi sadece yüzde 9 artış gösterdi. Muhalefet bu yüzden 2018 bütçesini, “savaş bütçesi” olarak adlandırmıştı. 2017 yılında 64 milyar 306 milyon 50 bin TL olan savunma ve güvenlikle ilgili kurumların başlangıç bütçesi ödeneği, 2018 yılı için 92 milyar 718 milyon 151 bin TL olarak belirlendi.

Bir yıl arayla sadece güvenlik ve savunmayla alakalı 9 kurumun toplam bütçesinde 28 milyar 412 milyon 101 bin TL artışa gidilmesi de muhalefetin, hükümetin savaş politikalarında ısrarı olarak komisyonda eleştirilen başlıkların başında geldi. 2018 yılı merkezi yönetim bütçesinde bazı kamu kurumlarının ödenekleri şu miktarda belirlendi:

  • Diyanet İşleri Başkanlığı 7.7 milyar TL,

  • Adalet Bakanlığı 13.7 milyar TL

  • Milli Savunma Bakanlığı 40.4 milyar TL

  • Milli Eğitim Bakanlığı 92.5 milyar

  • Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar 37.5 milyar TL

  • Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 26.7 milyar TL

  • Cumhurbaşkanlığı: 845 milyon 365 bin

  • Milli İstihbarat Teşkilatı: 2 milyar 335 milyon 535 bin

  • İçişleri Bakanlığı: 7 milyar 300 milyon 918 bin

  • Jandarma Genel Komutanlığı: 13 milyar 311 milyon 208 bin

  • Emniyet Genel Müdürlüğü: 27 milyar 792 milyon 655 bin

  • Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı: 18 milyon 373 bin. Kriz her geçen gün daha da derinleşiyor.


Güvenlik politikalarında ısrar edilirse ne ekonomi ne de ülke düze çıkacak. Türkiye’nin önünde tek yol var: Demokrasi ve barış.

Türkiye’den 50 bin ÖSO’cuya maaş

“Müjde”yi hükümetin yarı resmi yayın organı olarak kabul edilen Yeni Şafak verdi. Suriye’de 30 grup bir araya gelerek ‘Milli orduyu kurmuştu’. Kimi kaynaklara göre bu ordunun 40 bin, kim kaynaklara göre 35 bin militanı vardı. Bu ordu Türkiye’nin öncülüğünde kurulmuştu, içinde iki Türkmen tugayı da vardı. Militanların maaşını Türkiye ödüyordu. Bütün ihtiyaçları karşıladığı gibi, lojistik destek de Türkiye tarafından karşılanıyordu. Bu haber 30 Mart 2018’de Yeni Şafak’ın manşetinde yer aldı. Aylar sonra Reuters ‘Ulusal Ordu’nun’ başındaki isim Albay Haitham Afisi ile konuştu. Azez’de bulunan Afisi, “Daha yolun başındayız. Çok sayıda zorlukla karşı karşıyayız ama üstesinden gelmek için çalışıyoruz” dedi. Afisi, “Ulusal Ordu’ya tüm destek yalnızca Türkiye’den geliyor. Başka ortak devlet yok” diye konuştu. Afisi, Türkiye’nin savaşçıların maaşlarının ödenmesi, lojistik destek ve ‘gerekli görülmesi durumunda silah yardımında’ bulunduğunu açıkladı. Haberde, Türkiye’nin rolünün yalnızca müttefik gördükleri Suriyeli muhalifleri desteklemekle kalmadığı, bölgede okullar, hastaneler inşa edildiği ve PTT’ye ait beş şube açıldığı belirtildi. Reuters’a konuşan muhalif ‘Ulusal Ordu komutanı Albay Haitham Afisi, muhalif birliklerine ‘rastgele ateş açmamaları, üniforma giymeleri ve ‘kanun hükümlerini ve adaleti temsil etmesi için yeni kurulan askeri polisle işbirliği içinde olmaları, diğer fraksiyonlarla rekabete girmemeleri’ talimatı verdiğini söylüyor. Reuters’ın haberine göre Ulusal Ordu 35-50 bin savaşçıdan oluşuyor. Ajans, Ulusal Ordu’nun daha önce birleşip ayrılan muhalif gruplardan farklı olduğunu bunun sebebinin de Fırat Kalkanı ile Zeytin Dalı Operasyonu’yla YPG’yi bölgeden uzaklaştıran ‘Türk varlığı’ olduğunu belirtiyor. İdlib’de muhalif birlikler ile cihatçı örgütler arasında çatışmalar devam ederken ‘Ulusal Ordu’ komutanı Albay Afisi, “Devrimin amacına hizmet eden tüm örgütlere yardım elimizi uzatmaya hazırız” dedi.

ÖSO’culara ödül olarak ev

Ceyş el Vatani’nin kurucuları arasında bulunan ve Astana görüşmeleri öncesi Ankara’da ağırlanan Mustafa Secari, Afrin’de ölen ya da yaralanan ÖSO’cular için AKP ile vardıkları mutabakatı açıkladı. Mutabakatta vaat edilen Türkiye vatandaşlığı, tazminat ve ücretsiz daire madde madde sıralandı. Mustafa Secari, mutabakatın içeriğini 12 Mart 2018’de onaylı Twitter hesabından duyurdu. Birinci başlıkta “Cömert, misafirperver, büyük ağabey, terörizme karşı savaşımızdaki gerçek ortağımız” diye söz edilen Türkiye ile “ÖSO’cuların kaderi ve geleceği için” kararlar alındığı belirtilerek, şöyle denildi: “Bu savaşta şehit düşen her Suriyeli savaşçının eşi ve çocukları Türk vatandaşlığını alma hakkına sahiptir. Evli olmayanların ebeveynlerine vatandaşlık verilir. Savaşta yaralanan ve kalıcı bir sakatlığı oluşan ÖSO üyelerine (bekar ya da evli) Türk vatandaşlığı hakkı verilir. Şehit olanın ailesine bir apartman dairesi verilir (ücretsiz). Şehit ailesine toplamda 30 bin Türk Lirası verilir. Kalıcı sakatlığı oluşan her yaralı kişiye 15 bin Türk Lirası verilir.
Editör: Haber Merkezi