Dillerin ve Kültürlerin Yüzyılı

2000’li yıllar başlarken dünya olumlu ve umutlu bir dönemece girmişti.  İnsanın bütün beşeri kötülüklerini 20. yüzyıla atfettiler. Bu niyete göre sömürgecilik, işgal ve istilalar, diktatörlükler, asimilasyon ve insanı odağına almayan tüm bu politikaların hepsi 20.yüzyılda kalmıştı. 21. Yüzyıl, tıpkı yeni bir yıl gibi, yeni bir sayfa açıyordu insanlığa.

Neydi bu yeni yüzyılın özelliği?

Soğuk savaş sona ermiş, reel sosyalizm çökmüştü. Bu ülkelerdeki sayısız halk, milliyet ve etnik yapılar sosyalizmin bu ilk yaygın deneyiminin bir kazanımı olarak dillerini ve kültürlerini kurumsal ve siyasal düzeyde kabul ettirmişlerdi.

Öte yandan 20.yüzyılın emperyalist kapitalist devletleri de daha fazla demokrasi bayraktarlığı yapmak durumunda kalmıştı. Ekonomi küreselleşmiş, ulusal dar kalıplar yıkılmıştı. Küresel düzeyde düşünmek, küresel düzeyde ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel politikalar geliştirmek ‘Yenidünya Düzeni’nin temelini oluşturdu.

Tam da böyle bir dönemeçte UNESCO 21 Şubat gününü Dünya Ana Dilleri günü yapması Küresel düzeyde yaşanan bu değişimle bağlantılı olduğunu ifade edebiliriz.

UNESCO Bengal halkının dil mücadelesini referans aldı. Belgal halkı, diline sahip çıkarak bağımsız devlete giden yolu da açmıştı. Bu örnek 20. yüzyıl ikinci yarısından sonra yaygınlaştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki yüzlerce halk, ulus, kavim veya etnik yapı büyük oranda dilleri ile birlikte siyasal statülerine de kavuştular. Dillerini eğitim dili haline getirdiler. Ve kültürlerini serbestçe yaşamaya ve geliştirmeye başladılar.

Ancak bu gelişme Ortadoğu’da yaşanmadı. Yüzyılın başlarında çizilen sınırlar içinde kalan halklar egemen merkezi devletlerin uluslaşma alanı olarak kaldı. Kürtler bu halkların başında geliyordu. İran’da Azeriler, Beluciler de bu durumda.

Kürtler, bulundukları yerde egemen ulus devletlerin kıskacında kaldı. Asimilasyon politikaları ile Araplaştırma, Farslaştırma ve Türkleştirme sürecine alındı. Bugün bile etkisi  devam eden siyasal ve ekonomik krizlerin, savaş ve çatışmaların, açlık ve yoksulluğun temelinde de bu kıskaç ve asimilasyon politikasının yattığını söylemek abartı olmaz. Ortadoğu siyasal sistemlerinin iflah olmaz krizleri hala devam ediyor olması da bu dil ve kültürleri tanımama, tekçi yapıda diretmede yattığını n açık bir kanıtı oluyor.

Kapitalist moderniteye dayalı ulus devlet teorisine sahip olan bu Ortadoğu devletleri diğer dil ve kültürleri asimile etme sürecine tutmakla bu halkların statü taleplerinin de önüne geçtiklerine inanıyorlar. Bu sebeple öteki dilleri önce küçük düşüreme, sonra da kendi içine alma ve eritme sürecine koymaktadırlar. Yok sayılan bir şeyin ne dili olur, ne kültürü ne de statü talebi olur.

Oysa dünya halklarının demokratik kazanımları her geçen an yeni yeni haklar, ulusal ve etnik hakları tanıyor ve yaşıyor. Türkiye’de izlenen bu tekçi siyaset açık ki dünyadaki gelişme ve değişme ile çelişiyor. Bu çelişkili siyaseti, ağır bedeli olan bu ikili siyaseti ne kadar sürdürebilir?

Bu çelişkili politikayı dünyanın gözü önünde yapan Türkiye siyaseti, dünyanın neresinde olursa olsun Türkçe için ana dilde eğitimi savunurken kendi içinde ana dilden bahsedenleri hapse atıyor, terör sayıyor ve yüksek cezalarla bu talebi bastırıyor. Yeni bir Bengal halkı deneyiminin yaşanmaması için her türlü tedbirlerini en erkenden aldılar ve devam ettiriyorlar.

Deniz Baykal bir dönem “Türkleştirme süreci tamamlanmamıştır” derken içe dönük izlenen bu politikayı dile getirmiş oluyordu.

Bu olumsuz ve çelişkili durumun aksine dillere ve kültürlere özgürlük tanınan ülkelerde de demokrasi ilerlemektedir, ekonomik refah,  sosyal yapıların geliştiğini görmekteyiz. Dil ve kültür özgürlüğü aynı zamanda demokratik değerlerin gelişimi anlamına gelmektedir.

21 Şubat Dünya Ana dil günü 1999 yılında UNESCO tarafından kabul edildi. O tarihe kadar halklar, uluslar etnik yapıların bir çoğu zaten dil ve kültürlerine statüleri ile birlikte kavuşmuşlardı.  Bengal halkı 21 Şubatları ana dil şehitleri ve mücadele günü olarak bu mirası dünya halklarına sundular. Doğrusu da bu. Ana diline sahip çıkmak, ana dili yaşam, eğitim ve kültüre dili yapmak her etnik yapıya, ulusa veya halka mensup olan insanların en temel insani ve toplumsal görevidir. İnsan ve toplum olmak zaten ana dilden ve kültürden geçer. 21 Şubat sadece bunu hatırlatmalı bizlere ve tüm insanlığa. Asıl mesaj da budur.

 
Editör: Haber Merkezi