ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; Bunca sefalet, bunca yalan dolan, bunca güvensizlik, bunca çirkinlik içinde “Her şey güzel olacak” diye bir çağrı duymak, elbette iyi geliyor, güzel geliyor. Değişime dair umudu besliyor çünkü.

EMEK ve GÜL 



İstanbul halkı için yine ve yeniden bir “seçim” süreci. Seçim tırnak içinde; çünkü gelinen aşamada öyle seçmek diye bir şey yok gibi duruyor. Zira kaybettiği seçimi tanımak istemeyen bir iktidar söz konusu olunca, sandıklar yeniden kurulabiliyor, açılabiliyor, kapanabiliyor. Oysa 24 Haziran seçimlerinde, her ne olmuş olursa olsun, nedense “Atı alan Üsküdar’ı geçiyor”du!

Sonuçta Cumhur İttifakının ‘başkanlık sistemi’nde ısrarının pratikte böyle sonuçları oluyor. Her ne kadar YSK tartışmalarıyla sınırlı bir ‘yeniden seçim’ tartışması yapılıyorsa da haftalar süren uzun zahmetler sonucu açıklanan iptal gerekçesi de, bu başkanlık sistemi ısrarı zemininde düşünülmeli. Zira ayrı düşünülürse akla ziyan olur, bunu kendimize yapmayalım.

AKP ve Erdoğan yönetimi, yıllardır sürdürdükleri siyasi iktidarın en temel dayanaklarından biri olarak her zaman sandığı gösterdi. “Demokrasi” dediler, “millet iradesi” dediler, “sandık sonuçlarına saygı duyacaksınız” dediler... Yıllardır iktidarlarını sağlamlaştırmak için, antidemokratik uygulamalarına dayanak olarak, işçilerden, emekçilerden aldıkları oyları gösterdiler. Tabii ki sandıktan kendileri çıktığı sürece... “Kazandıkları” her seçimin ardından eşitsiz koşullar ve adaletsizlik eleştirilerine yanıt olarak attıkları “Sandık orada kardeşim!” nidalarının, kaybedince bittiğini görelim. Evet seçmek önemli, ama birlikte bir güç değilseniz kazanmış gibi görünseniz de bir toz bulutu halinde kaybedebilirsiniz. Onun için evet, sandık, demokrasi mücadelesinde bir şeydir, örgütlü gücümüz ise her şey!
ÇÜNKÜ ALIN TERİMİZİ ÇALDILAR!

Şimdi hep birlikte bir deneyim daha yaşıyoruz. 31 Mart ile 23 Haziran arası geçen sürede ortaya çıkanlar ve çıkmaya devam edenler... İsraflar, rantlar, yolsuzluklar... Ve işçi ve emekçilere düşen yoksunluklar, yoksulluklar... Kadınlar içinse ayrıca artan şiddet, ayrıca daha fazla işsizlik...31 Mart seçiminden hemen önce İstanbul Büyükşehir Belediyesinin iktidar yanlısı vakıflara, derneklere, cemaatlere yaptığı yardımlara dair haberleri okuduk.

Seçimden kısa bir süre sonra bunlar daha net ortaya çıktı. Çok geçmedi belediyelerden çalışmadığı halde maaş alan AKP Kadın Kolları başkanları, araba ve şoför tahsis edilen parti yöneticileri, tek işi bankamatiklerden para çekmek olan yandaşlar olduğunu okuduk. Yine kısa sürede AKP’nin “Bütçe yok” dediği için yapılmayan indirimlerin, muhalefet vadedince nasıl da hızlıca yapılabildiğini gördük. Daha neler öğrenecek ve görecektik ki... İstanbul kalesinin düşmesinin AKP’nin çözülmesine gidebileceğini gören iktidar, YSK eliyle duruma müdahale etti. Hem de sadece “Çünkü çaldılar” diyerek... “Kim çaldı, nasıl çaldı, hırsıza ne oldu” sorularına yanıt dahi verme gereği hissetmeden...

Oysa çalınan da hırsız da çoktan ifşa edilmeye başlanmıştı: Mesela Sayıştay raporuna göre yıllık zarar 753 milyon TL, mesela son 5 yıl içinde 20 kat artan bütçe açığı, sadece 2019 yılında 1.1 milyar TL’lik faiz gideri, mesela ihtiyaç dışı alınan araçlar için harcanan 120 milyon TL, sadece son 3 yılda internet sitesine harcanan 80 milyon TL, hiç hayata geçirilmemiş fikir projelerine son 6 yılda harcanan 226 milyon TL...
EVET, KESİNLİKLE BİR ŞEYLER OLDU!

Taşı toprağı altın İstanbul’u eşe dosta, akrabaya, yandaşa pay ederken, “gönül bağı” kurmamış olmak abes olur zaten. Durum böyle olunca “İstanbul’u kaybettik başarılar dileriz” demek öyle kolay olamadı. AKP aslında çok zaman yaptığını yaparak algı operasyonuna başladı; önce İstanbul’un dört bir yanından bilbordlarla İstanbul’a teşekkür etti, sonra olanca muğlak tavrıyla “Bir şeyler olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” dedi. Ne kadar ileri gidebileceğini ölçtü biçti. Sonuçta İstanbul’u kaybetmenin içindeki çözülmenin hızlanması anlamına geleceğini gördü. Çünkü İstanbul’un kaynaklarının, İstanbullunun alınterinin yağmalanması üzerine kurulu “gönül belediyeciliğinin” tüm planları akamete uğradı. Kaynaklar tartışılmaya, saklananlar ifşa olmaya başlandı. Sonuçta kesinlikle olan bu şeye müdahale etmek gerekirdi. O müdahale de YSK eliyle sandık darbesi oldu.
KURTARICI DEĞİL ÖRGÜTLÜ MÜCADELE

Ekonomik kriz yıkıcılığı artarak devam ediyor... Çocuklarını doyuramayan, borçlarını ödeyemeyen, çalışmaktan bitap düştüğü halde üç kuruşu bir araya getiremeyen, diğer yandan işsizlikten bunalan, geleceksizlikten, çaresizlikten intihara savrulan, iş cinayetlerinde yaşamını yitiren emekçilerin öfkesi büyüyor.İstanbul’un her ilçesinde, her mahallesinde, her pazarında, her kaldırımında, hatta bizzat belediyeler tarafından kurulan her iftar çadırında yoksulluğun her halini görmek mümkün. Kimse kendisine uzatılan mikrofondan öyle korkarak uzaklaşmıyor da artık. Seçime dair sorulan her sorunun yanıtı akşam ne yeneceğine, okul masraflarına, nasıl geçinileceğine bağlanıyor. Ve devamı da geliyor; yönetenlerin sefahati sorgulanıyor. Bir yanda yoksulluk sefaletle baş etmeye çalışanlar, kendinden vazgeçme çaresizliğine düşen işçiler, emekçiler, en temel haklarına el konulanlar, açlık sınırının altında asgari ücretle yaşamaya çalışanlar, kadın erkek çoluk çocuk saatlerce çalışıp yine de evi geçindiremeyenler... Diğer yanda musluğun başını tutanlar, yedi sülalelerine bin yıl yetecek servetle yaşayanlar, “tek devlet, tek ülke, tek millet” deyip de pek çok ülkede banka hesabı bulunanlar...

“Seçim işlerini bırakın, nasıl geçineceğiz”, “Şiddet artıyor, istismar artıyor, koltuk derdindeler”, “İş bulamıyoruz, iş bulsak çocukları ne yapacağımızı bilmiyoruz”, “Hem sandık deniliyor hem mazbata verilmiyor”, “Hani bütçe yoktu o zaman çalışmayanlara nasıl maaş veriliyor”, “Hani kriz yoktu, ekonomi iyiydi, niye pazar fiyatları bu durumda”... Sorular birbiri ardına sıralanırken, demokrasi tartışması da daha çok yapılıyor.

Bunca sefalet, bunca yalan dolan, bunca güvensizlik, bunca çirkinlik içinde “Her şey güzel olacak” diye bir çağrı duymak, elbette iyi geliyor, güzel geliyor. Değişime dair umudu besliyor çünkü. Ama umut edilenin, seçimle sınırlı bir iyilik, mutluluk hali olmadığı kesin. Bunun içinse ihtiyacımız olan bir kurtarıcı değil örgütlü mücadeledir. Emekçi halk olarak kendimizi değiştirici asıl güç görmeyince gerisi gelmiyor, gelemiyor. Bunu en çok kadınlar biliyor; ancak kendindeki gücü fark ettiği andan itibaren tüm sorunlarla boğuşabilme cesaretini de gösterebildiğini.

Eğer o seçimden bu seçime gidip gelirken sonunda yine geçim derdine düşmek istemiyorsak, işçiler, kadınlar, gençler olarak kendi taleplerimizin örgütlenmesinden yana seçim yapmalıyız. Her şeyi güzel yapabilmenin önce kendi ellerimizde, sonra kendimiz gibi olanlarla el ele vermekte olduğunun farkına varmalıyız.

Editör: Haber Merkezi