HABER MERKEZİ- Avukat, insan hakları savunucusu Ercan Karar da Artı Gerçek’in “Türkiye’nin krizi ve Sol bakış açısından çıkış yolları” tartışmasına katıldı. Türkiye’nin demokratik, yerele, farklılığa saygılı bir anayasa hedefi olması gerektiğini savunan Yarar’ın makalesi şöyle:

Üçüncü yolun omurgasını dillerin ve halkların hak eşitliğini temel alan alternatif, yeni, özgürlükçü bir anayasal rejim oluşturuyor.

2002 de iktidara gelen AKP, son anayasal değişikliklerle parlamenter rejimden patrimonyal rejime geçişi gerçekleştirdi. Artık eski tip devlet yok. Kuvvetler ayrılığının kırıntılarının da kaldırıldığı, tüm yetkilerin tek kişide toplandığı şirket tipi patrimonyal (diktatör babalık) bir rejim var. Bu rejim aynı zamanda ırkçı ve köktendinci.

Macaristan’da, Filipinler’de, Azerbeycan’da, bazı Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, Rusya’da da bu niteliğe yakın patrimonyal sistemler var. Patrimonyal anlayışın karşısında ise, HDP dışındaki partiler tarafından temsil edilen, eski, merkeziyetci ve milliyetci, militarizm ile örtülü bürokratik parlamentarizm anlayışı var.

Üçüncü yol, bu iki yola da alternatif özgürlükçü bir yol. Bu yolun hukuki altyapısı nasıl olabilir? Bunu yanıtlamadan önce iki konuya değineceğiz:

1- Coğrafyamızda üçüncü yola yakın tarihsel bir geçmiş var mıdır?

2- Cumhuriyet tarihi boyunca anayasalarda başta Kürtler olmak üzere ezilen halkların ve azınlıkların konumu nedir?

Coğrafyada Özerk Yönetim Deneyleri Var mıdır?

12.yüzyıl ortalarında Arguvan, Tokat çevresi ve İç Anadolu'nun bazı yörelerinde Ermenilerin atalarının doğrudan demokrasiye yakın özyönetim pratiği yaşanmıştır. Bu özyönetim deneyi Bizans tarafından kanla bastırılmış, yaklaşık 25 bin kişinin katledilmesiyle sonlanmıştır. Keza Şeyh Bedrettin ve Torlak Kemal deneylerini de unutmamak gerekir.

Başka çok önemli bir deney, 1918-1920 sürecinde Mondros mütarekesinden sonra görülen Kongre iktidarları dönemidir. Sivas kongresi hariç, 27 kongre Kemalist ekibin etkisiyle değil, koşullar gereği spontane yerel hareketler olarak ortaya çıktı.

Bu hareketler nasıl bir devlet olmalı sorusu açısından bir arayıştı. İktidar odağı olarak bunlar; Elviye-i Selase kongresi, Trakya, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu Kongreleri Grubu, Batı Anadolu Kongreleri grubudur. Bu kongrelerin ortak karakterleri, dış egemenlik için silahlı mücadele, ulusal ideoloji, ulusal anavatan özlemidir.

Kars, Batı ve Doğu Trakya Kongreleri’nde de ademi merkeziyet, özerklik ağır basıyordu. Hatta yer yer federalist ayrılma eğilimleri de vardı. Bu kongre iktidarlarının herhangi bir devletle bağları yoktu.

Temsili esasa dayalı kamuyu ilgilendiren kararlar almak ve uygulamak, yani yeni tipte iktidarlar şeklinde öz erk yapılardı. Kuşkusuz bu kongre iktidarlarını Wilson prensipleri ve Ekim devrimide kısmen de olsa etkilemişti.

Kongrelerde seçim, temsil, meşruluk ve yaptırım gücü esastı. Aşağıdan yukarı bir temsil ve seçim ağı vardı. Bazen kararlar mitinglerde alınıyordu. Yerel mülki amirler gerektiğinde halk tarafından azledilebiliyordu.Yerel kongrelerin kendilerine bağlı silahlı güçleri de vardı. Silahlı birlik komutanları sivildi. Komutanları sivil kongre güçleri seçiyordu. Diplomatik konularla ilgili de kararlar alabiliyorlardı.

Batı Trakya’da; 1876-1888, 31.08.1913, 15.101919, 23.5.1920, 24.07 1923 arası küçük çapta iktidar deneyimleri yaşandı. Doğudaki  şura hükümetlerinden Cenub-i Garb-i Kafkas hükümetlerinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da vardı.

Bu kanunda azınlık haklarının da korunacağı vurgulanmıştı. Vali ve komutanlar meclis kararıyla atanıyordu. Milletvekili seçilme yaşı 25, seçme yaşı ise 18’di. Ulusallık ve demokratiklik, tebaa yerine vatandaşlık esastı.

Oltu Şura hükümeti ise 25.5.1919 ile 17.05.1920 sürecinde var oldu. Bunları anlatmamızın sebebi coğrafyamızın özerk yönetimlere aşina olduğu gerçekliğidir. 1918-1920 Kongre iktidarları için kaynak olarak Bülent Tanör’ün Alfa yayınlarından çıkan "Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları"çalışmasına bakılabilir.

Cumhuriyet tarihi anayasalarında Kürtlerin ve azınlıkların konumu

hiçbir zaman pratiğe geçmemiş 1921 anayasasını bir tarafa bırakırsak 1924, 1961, 1982 Anayasaları ve 18 kez yapılan Anayasal değişikliklerde Kürt halkı ve azınlıklar yok kabul edilmiştir.

Lakin önce 1921 anayasasına da kısaca değinmek de yarar vardır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu uygulanmamış da olsa,daha sonraki anayasalara göre kısmen daha demokratik, kısmen azda olsa şoven, milliyetçi anlayıştan uzaktır. O süreçte Mustafa Kemal, Ekim devriminden etkilenerek halk hükümetinden bahseder.

İsmet İnönü Lozan’da "Türkleri ve Kürtleri temsil ediyorum" diye konuşur. TBMM’de ise Kürdistan, Lazistan milletvekilleri kavramsal olarak yadırganmaz. 1921 anayasası 23 artı bir ek maddeden oluşan bir yasadır.

Birinci maddede, "yönetim biçimi halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etme esasına dayalıdır" denmektedir. 1921 anayasasının 10-21 maddeleri yerel yönetimle ilgilidir. Vilayetler, tüzel kişiliği olan özerk birimler, kazalar tüzel kişiliği olmayan, merkezi yönetime bağlı, idari ve inzibati birimler, nahiyeler yine tüzel kişiliği olan özerk birimlerdir.

Vilayetler ve nahiyeler şuralar ve idare heyetlerince yönetilirler. Valiler Büyük Millet Meclisi’nce atanır. Valiler sadece devletin genel ve ortak görevlerini icra ederler. Yerel yönetime sadece devletin genel görevleriyle yerel görevler arasında çatışma çıktığında müdahale ederler.

İç ve dış siyaset, şeri, adli işler, askeri işler ve uluslararası iktisadi işler dışında kalan vakıf, medrese, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işleri vilayet şuralarına aitdir. Merkez bunlara karışamaz.

Bu anayasada Türkçenin resmi dil olması da söz konusu değildir. Türkçenin resmi dil olması daha sonradır. 1923 değişikliği ile anayasada yer alır.

1923’ten sonra, Jakoben, mutlak merkeziyetci ve şoven anlayış rejime egemen olmaya başlamıştır. 1924 anayasasında adem-i merkeziyet anlayışından eser yoktur. 1924 anayasası sadece Türklerin haklarını teminat altına alır.

1937’de yapılan ikinci anayasal değişiklikle CHP"nin altı oku yani ideolojisi artık anayasaya tamamen yansımıştır. Parti ideolojisi ve parti-devlet özdeşleşmesi 1924 anayasasına egemen olmuşdur.

1924 anayasasından sonra başta kürtler olmak üzere muhaliflere kan kusturan Takrir-i Sükun kanunu yürürlüğe girmiştir. İstiklal Mahkemeleri o döneme özgü düşmanla savaş hukukunu, başta Kürtler olmak üzere muhaliflere uygulamıştır.

Aslında bu mahkemeler yargı organı olmaktan ziyade,yürütmenin kılıcı olan  idari birim organlarıdır. Fazla bilinmeyen bir noktaya işaret etmek istiyorum: Önemli bakanlıklarda bulunan Kürt halkının ve Ermeni halkının kimliğine sürekli saldıran Mahmut Esat Bozkurt da Kastamonu İstiklal Mahkemesi'nde yargıçlık yapmıştır.

Sonraki süreçte temyizsiz Dersim Yargılamaları gelecektir. Azınlıkları göçe zorlamak, Kürtleri ise asimile etmek Kemalist rejimin temel görevidir.

1961 Anayasası’nda ve 1971 değişikliğinde de, yine sonraki 1982 Anayasası’nda da Kürt halkının ve azınlıkların herhangi bir hakkı yoktur. Bu anayasalar tek millet, tek dil anlayışını, yani Türk milleti ve türkçeyi tek realite olarak kabul eden hukuki statüyü hoyratça dayatan anayasalardır.

1961 Anayasası ile Milli Güvenlik Kurulu anayasal kurul statüsüne kavuşturulmuştur. MGK, Kürt ve azınlıklara karşı politikaların üretildiği emredici, en tepede bir organ olarak işlev görmüştür.

1960 Darbesi’nden sonrada çok sayıda Kürt göçe tabi kılınmıştır. 1982 anayasasına göre de devlet, "Kutsal Türk devletidir." Bu kavram 2001 Anayasa değişikliğine kadar korunmuştur. 1982 Anayasası’nı takiben 2932 sayılı yasa ile esas olarak Kürtçe yasaklanmıştır..1921 Anayasası dışındaki tüm anayasalarda vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk sayılmıştır.

Anayasanın 2’nci maddesinden itibaren beş maddesi, koyu Türk milliyetçiliğini yansıtır. Yine anayasanın 27 ve 28. maddelerinde de aynı anlayış devam eder. Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevini düzenleyen madede Türkçeden başka hiçbir dil eğitim kurumlarında vatandaşlara ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez denir.

Keza vatandaşlığı düzenleyen maddede aynı anlayış devam eder.Keza Atatürk kültür dil ve tarih yüksek kurumunu düzenleyen anayasal maddede aynı şoven anlayış devam eder.

AKP iktidarı döneminde de ırkçı kökten dinci anlayış tavan yapmıştır. Yargı organları İstiklal Mahkemeleri ğ gibi iktidarın kılıcına dönüşen idari birim organları haline gelmiştir.Kadın ve çocuk cinayetleri, istismarları açısından Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemi yaşanmaktadır.

AKP iktidara geldiğinde cezaevlerinin nüfusu 49 bin civarındaydı. Bugün cezaevlerinin nüfusu 300 bine ulaşmış durumda. AKP’nin düşmanla savaş hukukunun coğrafyası. klasik düşmanla savaş hukukunun sınırlarını çoktan aşmış durumda. Muhalif olan herkes iktidar açısından bertaraf edilmesi gereken bir düşman.

Dış politikada fetihci, Osmanlıcı zihniyet hortlamıştır. rÖzgürlükçü bir anayasayı yapmak ve bu iktidardan kurtulmak için bir kurucu meclisi oluşturacak bir seçime gidilmelidir.

Özgürlükçü Üçüncü Yolun Hukuki Statüsü Nasıl Olabilir?

Dillerin ve halkların hak eşitliğini temel alan, mutlak merkeziyetçilik yerine adem-i merkeziyetçiliği temel alan,en çok birey ve toplum en az devlet anlayışıyla ve toplumsal katılımla hazırlanacak bir özgürlükçü anayasanın gündeme gelmesiyle olabilir.

Bu anayasada; Türk, Kürt, Zaza, Çerkez, Arap, Gürcü, Laz, Süryani, Ermeni, Rum ve daha başka var olan tüm etnik toplulukların ve Alevi, Sünni, Hıristiyan, Ortodoks, Gregoryan, Protestan, Musevi gibi inanç topluluklarının haklar asından eşitliği ilk temel maddeler arasında yer almalıdır.

Cumhuriyetin niteliği olarak demokratik, özgürlükçü, çoğulcu, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmalıdır. Tüm ana dillerde eğitim ve öğrenim hakkı anayasal bir hüküm olarak düzenlenmelidir. Bolivya Anayasası örneğinde olduğu gibi ana dillerin aynı zamanda resmi dil olduğu da vurgulanmalıdır.

Yedi bölgeye de demokratik özerklik getirilmelidir. Ticari, tarım, bayındırlık, sosyal yardım, kültür, doğal çevre, turizm ve sağlıktan özerk yerel meclisler sorumlu olmalıdır. Bu konularda yasama ve yürütme özel yerel meclislerin inisiyatifinde olmalıdır.

Merkez yönetimin il yetkilisi halk tarafından seçilecek valinin amiri değil, il yönetimiyle merkez arasında koordinasyonu sağlayan bir statüde olmalıdır. Özerk bölgelerde vali halk tarafından seçilmelidir. Seçilen valinin partisiyle ilişiği kesilmelidir. Valinin merkezi yasalara ve TBMM’nin kararlarına karşı anayasa mahkemesine başvurabilme yetkisi olmalıdır.

Özerk bölgelerde polis teşkilatı vali yardımcısına bağlanmalıdır.Anayasalarda toplumsal cinsiyet eşitliği teminat altına alınmalıdır. Azınlık hakları ve bu hakları teminat altına alan düzenlemeler anayasal hükme kavuşmalıdır. Vicdani red hakkı anayasal hüküm haline gelmelidir. Ekolojik varlığın, estetik mal varlıklarının, çevre, su, orman tarihi ve kültürel değerlerin tüzel kişilikleri olmalıdır.

Anayasada hiç kimsenin doğal yargıdan başka bir merci önünde yargılanamayacağı düzenlenmelidir. Halkın da yargılama sürecine katılımının önü açılmalıdır. Soykırım ,insanlığa karşı suç, savaş suçları ve barışa karşı işlenmiş suçlarda cezasızlıkla mücadeleyi teminat altına alan düzenlemeler yapılmalıdır.

Yine  doğrudan demokrasiye kapıyı aralamak açısından, yönetilenlerin yasama faaliyetine katılımını sağlamak için belli sayıda imzayla   yönetilenlerin de yasa teklif edebileceği,belli sayıda imzayla da halkın seçilmişleri  azledebileceği anayasal hüküm haline getirilmelidir.

Halkların kendi kaderini tayin hakkı da anayasal bir ilke haline gelmelidir. Yoksulluğa ve zulme karşı direnme hakkı da anayasal bir hak haline gelmelidir.

Kuşkusuz anayasalar sihirli değnekler değildir. Anayasalar kurucu, siyasal yönü ağır basan hukuki belgelerdir. Anayasaların niteliğini toplumsal ihtiyaç kadar sosyal güçlerin mücadelesi yaratır. İlk hedef bu iktidardan kurtulmak olmalı. Ancak kitlelere 3’üncü yol gösterilmeli.

( Kaynak: https://artigercek.com/haberler/avukat-ercan-kanar-ozgurlukler-ve-halklarin-esitligi-icin-care-ucuncu-yol

Editör: Haber Merkezi