HABER MERKEZİ: İktidarın iç ve dış politikadaki tavrını “bir telaş, bir çaresizlik” olarak değerlendiren Kars Belediyesi Eşbaşkanı Ayhan Bilgen, bu dönemi “sancılı doğum arifesine” benzeterek, “Bu sancılı doğumdan doğrudan demokrasinin çıkması için tarihi bir fırsat var” dedi.


Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 31 Mart yerel seçimlerinde kazandığı 65 belediyenin 6’sına KHK gerekçesiyle mazbata verilmedi, bir yıl içinde 47 belediyesine kayyım atandı. Birçok belediye eşbaşkanı ve meclis üyesi tutuklanan HDP, Van, Diyarbakır ve Mardin büyükşehir belediyelerine kayyım atanmasının birinci yılında hazırladığı raporu açıkladı. “Kayyım modeli çökmüştür” vurgusunun yapıldığı raporda, belediyelerin kayyımlar eliyle soyulduğuna dikkat çekildi.


HDP’nin elinde kalan tek il belediyesi olan Kars Belediyesi, yaptığı çalışmalarla kendinden söz ettirirken, bir taraftan kayyım tehdidi bir taraftan da çeşitli engellemelerle karşı karşıya. Kayyım protestoları kapsamında Mardin’de bulunduğu sırada belediyenin önceki dönem yapılan harcamaları nedeniyle alacaklıları tarafından haciz işlemi başlatılan Kars Belediyesi Eşbaşkanı Ayhan Bilgen ile belediyelere kayyım atanmasını, Kars Belediyesi’ni, yerel yönetimleri ve siyaseti MA / Ahmet Kanbal konuştu.


 HDP’li belediyelere ikinci kez kayyım atanmasının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yılda kayyım uygulamaları ne anlattı bize?


Belediyelerin teknik olarak kim tarafından yönetildiği değil meselemiz. Hangi bağlamda, hangi zeminde atandığı meselesidir. Nasıl bir dönemde Türkiye’yi yönetenler bu siyaseti seçiyorlar. İçinde bulunduğumuz dönemde çok açık; pandemi ile bir kez daha teşhir olmuş küresel sistem krizi yaşıyoruz. Kapitalizmin otoriterleşmenin bütün insanlığa hayatı zehir ettiği, insanların can güvenliğini, sağlığını, gelirini, ekmeğini, alın terini, her şeyini tehdit ettiği bir ortamda merkezileşme, bütün yetkileri merkezde toplama, toplumları, halkları atanmışlarla yönetme nasıl bir tercihtir? Bu nereye oturur? Bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Yoksa mesele bir idari organlar arası güç ve yetki paylaşımı meselesi değildir. Osmanlı nasıl son yüzyılında yaşadığı kriz, uluslararası ilişkiler, ekonomisinin çökmesi, savaş ekonomisinin sürdürülemez olmasıyla bir yol ayrımına geldiyse, o yol ayrımında bütün yetkileri merkezde toplamayı tercih ettiyse ve bu merkezde toplamanın sonuçları toprak kayıpları dahil olmak üzere büyük bir felaketi beraberinde getirdi ise aslında bugünkü tercih de tam aynı mantığın üzerine oturuyor.




 HDP’nin kapitalist rejimlerde yaşanan krize dair söylediği söz yerel demokrasidir, yerel siyasettir. Demokrasi, yerelde demokrasi varsa vardır. Yerelde demokrasi yoksa hukuk yoktur. Bu iddianın ortaya çıkışının sonuçlarını da 7 Haziran'da çok net biçimde gördük.


 İktidar bu sürece girmemeyi tercih edemez miydi?


Yani Ortadoğu’da bir rejim değişikliği rüzgarı yaşandı. Avrupa’da temsili demokrasi ülkelerin sorunlarını çözmediğine dair eylemler, sokak gösterileri yaşandı. Fransa, İngiltere bunun örnekleri, Amerika’da protesto gösterileri oldu. Bu ortamda Türkiye ne yazık ki seçimle gelenlerin eğer yanlış yapıyorlarsa kendi yanlışlarının hesabını halka vermesinin önünü açmak yerine neredeyse daha seçilir seçilmez, daha hiçbir şey yapmadan, nasıl bir pratik sergileyeceğini bilmeden hatta ne için gözaltına alınacaklarını, tutuklanacaklarını ya da yerlerine kayyım atanacağına dair dosyalar bile hazırlanmadan apar topar bir yetkilerine el koyma sergilendi. Bu bir telaştır, bu bir çaresizliktir. Ayrıca çözüm sürecini yönetememenin sonucudur. Bunun sonuçlarını yaşamaya devam ediyoruz. Bu fatura gittikçe ağırlaşmaya devam ediyor. Türkiye’nin Suriye politikası da çözüm sürecini yönetememenin sonucudur, kayyım politikası da. Yani hem dış politikası hem iç politikası hem ekonomi politikası bunların sonucudur. Bunu Cumhurbaşkanı çok net biçimde söyledi zaten. ‘Siz ekonomi ile ilgili bir eleştiri yapıyorsanız, o zaman Meclis’te tezkerelere neden evet verdiğinizi açıklamanız lazım. Madem bu savaş olacaksa biz buralara asker gönderecek ise o zaman bunun elbette mali sonuçları da olacak’ dedi. Aslında muhalefetin de ortak olduğu o politikaların sonuçları ekonomiye yansıyor, demokrasiye de yansıyor. Kayyım politikaları da tipik yansımalarından biridir, sonuçtur.


 HDP’nin bu sürece karşı ortaya koyduğu tavır yeterli mi?


Tabii HDP bir yeni iddia, yeni siyaset tarzı. Bir anlayış yani. Türkiye siyasetindeki bir boşluktan hareketle kurulduğu yıl yeni bir arayışı tarif etti ve çıtayı yukarıya koydu. Yani klasik düzen partileri gibi temsili demokrasi ile ülke sorunlarının çözülemeyeceğini, radikal demokrasiye ihtiyaç olduğunu gördü. Yine Kürt siyasetinin geçmişte Kürt sorunuyla ilişkili ya da bir bölgede yaşanan sorunlarla ilgili siyasetinin de tek başına Kürtlerin sorunlarını çözmeye yetmeyeceğini Türkiye'nin demokratikleşmesi ile barış ihtiyacının barış talebinin birbirinden ayrılmaz şeyler olduğu iddiasıyla yola çıktı. Şimdi iddiayı yukarıya koyduğunuzda, çalışma performansınızın, çabanızın, fedakarlığınızın, adanmışlığınızın uzun mücadele konusunda yeni açılımlar ortaya koyma, yeni çözümler geliştirme çabasında o çıtayı koyduğunuz yere denk olması gerekiyor. Bence HDP kendisiyle yarışıyor. Kendi teziyle, kendi kuruluş iddiasıyla yarışıyor. Çünkü diğer partiler henüz bu alanda değiller, buna dair bir sözleri yok. Buna dair bir iddiaları yok. Zaman zaman demokrasiyle ilgili kaygılar, rahatsızlıklar dile getirilse de HDP’nin kapitalist rejimlerde yaşanan krize dair söylediği söz yerel demokrasidir, yerel siyasettir. Demokrasi, yerelde demokrasi varsa vardır. Yerelde demokrasi yoksa hukuk yoktur. Bu iddianın ortaya çıkışının sonuçlarını da 7 Haziran'da çok net biçimde gördük. Türkiye'de barış kime yarıyor, görece demokratik ortam, hangi siyasi söze ortam oluşturuyor, imkan sunuyor ve toplumun o sözden yana bir tercih yapması için bir imkan, bir fırsat, bir şans doğuyor bunu gösterdi. Dolayısıyla da Türkiye bunun için yeniden otoriterleşmeye döndü, yeniden merkezileşmeye döndü. Bunun için kayyım politikasına, savaş politikasına döndü.


HDP'nin tabii ki üzerindeki baskılar, engellemeler, dışlama, ayrımcılık, haksız uygulamalar, bunlar şüphesiz bugün kayyım politikasında yeterince ya da belediyelerle ilgili, yerel yönetimlerle ilgili yeterince bir başarı elde edememesinin en önemli sebepleridir. Ama siyaset sadece dış nedenlere bir mazeret, bir gerekçe olarak tarifle bir çözüm üretemez. Siyaset ne pahasına olursa olsun mücadele tarihi budur. Sadece demokratik mücadele değil, insanlık mücadelesi, özgürlük mücadelesi, demokrasi ve hak mücadelesi budur. Sonuçta elbette sizin hasımlarınız, rakipleriniz olacak. Savunduğunuz değerlere tahammülü olmayan ve bundan çıkarı etkileneneler olacak ve onlar sizi engelleyecekler. Siz bütün bu engellemelere rağmen dediğinizi hayata geçireceksiniz. Eğer teziniz de samimiyseniz, kararlıysanız o teze inanıyorsanız, başka bir seçenek yoksa onu ne pahasına olursa olsun hayata geçirmek zorundasınız. Bu da şunu gerektirir; HDP, toplumu siyasallaştırma konusunda bugüne kadar uyguladığı yol-yöntem yeterli değilse yeni yol ve yöntemler arayıp bulmak zorunda. Kendi kuruluş tezinin gereğini yapmalı. Burada hepimize sorumluluk düşüyor. Bu sadece partinin organlarına yüklenen bir sorumluluk olmamalıdır. Bir yol haritası kendi doğallığında halkın içinden gelişmeli. Yoksa nasıl ülkenin sorunlarını biz temsili demokrasinin çözmesini beklemiyorsak, HDP'nin sorunlarını da sadece HDP'nin organlarının çözmesini beklememek lazım.


*Kars Belediyesi’nden bakarken önceki dönemler ve kayım belediyeciliği nasıl görünüyor?


Yeniden aynı şeyleri keşfediyoruz ve aynı şeyleri tekrar ediyoruz. Çünkü siyaset çıkmaza girdiğinde eğer bir şeyi yeni yüzleşme, yeni hesaplaşma, yeni açılım yapma cesareti, risk alma, hamle yapma iradesi yoksa hayat birbirini tekrar eder. Yolsuzluk insanlığın ve Türkiye demokrasisi gibi dünya demokrasilerinde bütün rejimlerin en önemli sorunudur. Şeffaflık yoksa, denetleme yoksa, hesap soran bir halk hesap vermeyi göze almış bir yönetim anlayışları yoksa ne olursa olsun bu tehditle hepimiz yüz yüzeyiz. Sonuçta Kars'ta, evet MHP'den seçilmiş bir belediye başkanı vardı. Son bir yılında özellikle şehri artık fiilen çetelerin yönetmesi ile onun kendi partisinden de kopuşuyla birlikte hesabı verilmeyen kaynakları farklı kanallara aktardı.




 Kars kendi kendine yeter yetiyor. Birlikte bu kaynakları tekrardan şehre dönmesini, şehrin kendi ayaklarının üzerinde yürümesini, büyümesini bir örnek modeli, alternatif bir belediyecilik ortaya çıkmasını hep birlikte sağlayacağız.


Burada ise hukuku bir bürokrat olarak daha sık uygulaması gereken, siyasi yerel baskılardan da korunarak, arınarak, kamu malını koruma mükellefiyete taşıyan bürokratların tam tersine ‘Nasıl olsa hesap vermeyeceğim. Nasıl olsa siyaseten bir sorumluluğum yok. İstediğim yere harcarım, istediğim kararı alırım’ mantığı uygulanmış. Oysa hepimiz hukuka uymak zorundayız. Toplumun çıkarlarını koruma işi valiyi de bağlar, seçilmişi de, Cumhurbaşkanını da bağlar, sokaktaki vatandaşı da bağlar. Bir şeyin suç olduğunu bilmek, neyin hak, yetki, sorumluluk olduğunu bilmeyerek, bunları yapmışsanız ayrı ama bir vali bunları bilmeden yapmış olamaz.


Bir valinin ihale kanununu bilmemesi ya da yerel yönetimler mevzuatını, belediyecilik mevzuatının bilmemesi düşünülemez. Burada eğer bile bile bir şey yapılmışsa orada hukuk toplumun çıkarlarını savunan bir mekanizma olmaktan çıkar. Tam tersine o meşhur deyimle büyük sineklerin delip geçtiği küçük sineklerin takılıp kaldığı bir ara rolü oynamaya başlar ki; Türkiye'de yaşadığımız manzara da budur. Bu siyaseten hesabı sorulması, hesabı verilmesi gereken bir durumdur. Mesele sadece bir şahıs meselesi değildir, sadece burada geçmişte görev yapan vali ile kayyım meselesi değildir. Bu Türkiye'de bir sistem sorunudur. İnsanların güvenlik politikalarının arkasına sığınıp Türkiye'yi getirdiği noktadır. Bununla yüzleşmek, bu sistem sorununu belki masaya yatırmak gerekiyor. Mardin bu açıdan bir örnek vaka, incelenmeye ve yüzleşmeye değer nadir bir vaka ama muhtemelen şu an bilmediğimiz, haberimiz olmayan bu kadar teşhir olmamış başka birçok yerde de ilçede de böyle vakalarla bir süre sonra karşı karşıya kalacağız.


 Kars Belediyesi olarak bir kayyım atanma tehdidi altında görüyor musunuz kendinizi, bunun nasıl sonuçları olur? 


Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi Kars’ta da kayyım atama riski yok demek ne yazık ki mümkün değil. Türkiye'de ne yazık ki yarınınızı öngöremediğiniz bir ortamda yaşıyorsunuz. Yarın kim neden yargılanır, kim görevden alınır, kim nereye gelir? Ne yazık ki bu anlamda bir rutin yok. Burada her şey sürpriz. Bu ülkede her an herkes her şeyi yaşayabilir, böyle bir ortamdayız. Tabii bu sürprizleri bekleyerek, bu vakti geçirecek durumda değiliz. Sonuçta bu gücün gerçek sahibi, bu görevin ve yetkinin asıl sahibi halktır. Biz bugüne kadar bir çöp konteyneri bile alamadık. Onu çok net bir şekilde söylüyorum, bu fiilen bir engellemedir. Eğer kaynaklar başka belediyeler aktarılıyor ve bize aktarılmıyorsa, bu bir ayrımcılıktır ama biz buna rağmen artık şunun tartışmasını yapmıyoruz. Niye bize göndermiyorsun? Niye vermiyorsunuz? Kars kendi kendine yeter yetiyor. Birlikte bu kaynakları tekrardan şehre dönmesini, şehrin kendi ayaklarının üzerinde yürümesini, büyümesini bir örnek modeli, alternatif bir belediyecilik ortaya çıkmasını hep birlikte sağlayacağız.


Siz sürpriz demişken, röportaja başlarken Kars Belediyesi’ne haciz geldiği haberi düştü ajanslara. Bu haczi nasıl değerlendiriyorsunuz?


Dediğimiz gibi Türkiye’de her şey sürpriz. Her an ne olacağını tahmin bile edemiyoruz. Bunlar beklemediğimiz şeyler değil. Elbet bu anlamda engellemelerle karşılaşıyor olmamız yadsınamaz ama çalışmalarımızı durdurmak için de bunları gerekçe yapamayız. Bu malzemelerin haczedilmeyeceği yönünde daha önce alınan karar var. Bu karara rağmen haciz işlemi hukuksuz bir şekilde yapılarak, başkanlık büro malzemeleri gasp ediliyor. Bizim derdimiz masa ya da koltuk değil. Sokakta da parkta da çalışmalarımızı yaparız ancak bu şehre ait olanın hukuksuz bir şekilde gasp etmesine de izin vermeyiz. Bu sorumluluk sadece belediyenin organlarında değildir. Kars halkı da bizimle beraber olmalıdır. Bu şekilde olduğu zaman yolsuzluklara ve bu gasp sistemine karşı durabiliriz. Biz Hüseyin değiliz ama Kars halkı da Kûfe halkı değil. Adaletle, hakkaniyetle yöneteceğiz; hırsızlığa ve zulme izin vermeyeceğiz. Açık ve şeffaf, hesap veren bir belediyeciliğin gereği olarak yolumuza devam edeceğiz.




 Eğer siyasette risk alamazsanız, sorumluluk almazsanız, sadece statükonun devam etmesini sağlarsınız bu yeni oluşumlar da o zaman sadece statükonun kendini yeniden üretmesinin aracı, aparatı haline gelirler. Ama tam tersi de olabilir.


 Türkiye siyasetinde başta CHP olmak üzere yeni kurulan partiler, parti kurmayı hedefleyen isimler ya da siyasette bir çıkış arayanların dilinde bu aralar Kürt sorunu var. Türkiye siyasetindeki genel tabloya ve bu yaşananlara baktığımızda çıkış yolunu nasıl bulabiliriz?


Tıpkı kayyumlarla ilgili tablo bir çaresizliğin, bir çözümsüzlüğün sonucu ise aslında bugünkü arayışlar da bu çaresizliğin, objektif okumamanın tepkileridir. Evet, bir yerde bir tıkanıklık varsa insanlar arayışa girerler. Sorunu kişiselleştiriyorsanız, sorunu sadece bir salt Erdoğan sorunu olarak tarif ediyorsanız o zaman Erdoğan değil de Ahmet olsun, Mehmet olsun, Ali olsun, Hasan olsun gibi okursunuz sorunu. Oysa sorunu bir sistem sorunu olarak okursanız, siyasetin yapısal sorunları olduğunu görürseniz, Türkiye'de siyasi partiler sistemi, seçim sistemi hatta toplumun içerisindeki çıkar gruplarının siyaseti kuşatma, kirletme ve rehin alma sorunu olduğunu görürseniz, başka bir model üretmeye çalışırsınız.


Bugün belki kuruluş iddiasıyla HDP’nin farkı budur. Dünyadaki krizi erken görmek ve bu krizden çıkışın yolunun sadece isimlerinin değişmesi, rozetlerin, amblemlerin değişmesi meselesi olmadığını, sadece ülkeyi kimin yönettiği sorunu değil, asıl ülkelerin nasıl yönetildiği, kaynakların nasıl yönetildiği, yasaların nasıl çıkartıldığı, nasıl uygulandığı, bütçelerini nasıl hayata geçirildiği, toplum lehine mi yoksa kişisel rant için mi siyaset yapıldığı konusudur. Bununla yüzleşmedikçe, hesaplaşmadıkça, ne yazık ki yine arayışlar elbette kendince bir anlam ifade edebilir. Bugünkü statükoyu zayıflatma anlamında çok büyük bir değeri olabilir. Sembolik büyük bir değeri olabilir ama çözümü beklentileri oralara odaklamak yanıltıcı olur. Sonuçta biz doğru olanı yapmak zorundayız. Bizim sadece bir yanlıştan sonra başka bir denemeyle, vakti tüketmekle lüksümüz yok.


Çok kritik bir dönemden geçiyor insanlık, dünya tarihi, küresel finans sistemi. Bütün bunlar büyük bir sancılı doğumun arifesinden geçiyor. Bu sancılı doğumdan halklar lehine bir şeyin çıkması yatay demokrasinin, doğrudan demokrasinin çıkması için, buradan daha otoriter rejimler çıkmasın daha faşist daha sağ popülizm güçlenmesin diyorsak Türkiye'de de biz bunun arayışına girmek zorundayız. Bunun arayışı, geçmişin hatalarını tekrarlayabilecek denemelerle olamaz. Burada elbette ki bazen taşlar dağıldığında yeniden dizmenin imkanları da olabilir. Bu anlamda tarihi bir fırsat var ama bu dağılan taşlar tek başına yeni resmi ortaya çıkarabilir mi? Hayır. Burada büyük bir boşluğun olduğu çok açık. HDP’nin dönüp kuruluş referansına ve kuruluş ilkelerine yeniden bakması lazım. Yani Türkiye siyasetinde neye ihtiyaç var? Hangi ittifaklara ihtiyaç var? Siyaset nasıl toplumsallaşır? Biz bunu ne kadar başardık ya da istediğimiz düzeyde başaramadık ise bizden kaynaklı eksikliklerimiz, müttefiklerimizden, bileşenlerimizden, ortaklarımızdan, yol arkadaşlarımızdan, yoldaşlarımızdan kaynaklanan eksiklikler ne? Bunlarla yüzleşmek ve bu boşluğu her ne pahasına olursa olsun dolduracak açılımları yapma konusunda her türlü riski göze almak zorundayız.


Eğer siyasette risk alamazsanız, sorumluluk almazsanız, sadece statükonun devam etmesini sağlarsınız bu yeni oluşumlar da o zaman sadece statükonun kendini yeniden üretmesinin aracı, aparatı haline gelirler. Ama tam tersi de olabilir. Eğer biz doğru olanı formüle edebilirsek, doğru olan öznelerin ortaya çıkmasını siyasete katılmasına zemin oluşturabilirsek, onların güçlenmesine destek olabilirsek; o zaman bu yeni arayışlar, yeni oluşumlar, Türkiye'de değişimin ara bölgesi olabilirler, değişimin ara renkleri olabilirler. Galiba Türkiye'de de buna ihtiyaç var.

Editör: Haber Merkezi