Kenan Kırkaya Yeni Yaşam İçin yazdı: Dostluğunuz batsın!

Yüzbinlerce mülteci otobüslere bindirilip sınırlara, azgın nehir ve hırçın deniz kıyılarına bırakıldığı günden beri Aylan bebeğin görüntüsü gözümün önünden gitmiyor. Aylan’ın ölümüne sebep olan, onu yaşatamayan herkes arkasından timsah gözyaşları döktü. BM kürsülerinde ağlamaklı seslerle Aylan’ın adı anıldı. İsmi mültecileri kurtarmaya giden gemilere verildi ama bu sistem yüzbinlerce çocuğu yeniden Aylan bebeğin akıbetini yaşamasını göze alarak sınırlara sürüyor.

Türkiye’nin batı sınırlarına gönderilen bütün mültecilerin bakışlarında Aylan bebeğin üzerimize dikilmiş gözleri var. Anne ya da babasının kucağında sınır boylarında gülüşleri tel örgülere asılı kalan yüzlerce Aylan bebek bulunuyor. 21’inci yüzyılda o dikenli teller arasındaki sınırlara kurulan can pazarında binlerce insanın yaşadığı trajediyi canlı canlı izliyoruz. Üstelik bundan hiç rahatsız olmadan, üstelik kendi günlük rutinimizi sürdürerek. Bir gün aynı akıbeti hepimizin yaşayabileceği gerçeğini ıskalayarak.










Birkaç yıl önce IŞİD’in Kobanê saldırılarını izlemek için gittiğim Suruç’taki mültecilerin yüzlerinde de benzer ifadeler görmüştüm. Her şeyini geride bırakıp kendisini sınırlara vuran ve sadece yaşam hakkı isteyen o mültecilerden faydalanmaya çalışan ölüm tacirlerinin yaptıklarına tanık olmuştum. Tıpkı günler önce “reis yol verdi biz de yolumuza bakıyoruz” diyerek ölüm kalım mücadelesi üzerinden rant hesabı yapan ve hiç rahatsız olmadan kendisini insan taciri olarak nitelendiren o sefil adam gibi.









Suriyeli mülteciler için artık sınırın Türkiye tarafı Suriye tarafından daha az tehlikeli değil. Bu topraklardan kaçmak için ölümü göze alan milyonlar, dünyanın geri kalanına bir hakikati çok yalın bir şekilde anlatmak istiyor. Tabi ki duymak isteyen kulaklara, görmek isteyen gözlere.

Oysa hikaye böyle başlamamıştı. Esad’dan kaçan milyonlar güvenli bir liman olarak Türkiye’ye sığınmış; mültecileri “Muhacir” kendisini de “Ensar” ya da “mazlum ve mağdur halkların dostu” olarak tanıtan Türkiye’deki iktidara güvenmişlerdi. Karşılarında yükseltilen ırkçılığa rağmen “EnsarMuhacir” edebiyatı ruhsal dünyalarında dağ gibi bir dayanak oluşturmaya yetmişti. İnsan zorda kalınca inanmaya mecbur kalıyor, inanmak istiyor; belki de hiç inanmaması gereken her şeye. Çünkü bütün iktidarların ve devletlerin dostluk kelamında sonsuz bir hesapçılık, kendisini sürekli üreten bir düşmanlık var. Bunun bedelini de en fazla mülteciler ödüyor

Dostum Esad’ın “katil Esed’e” dönüşmesinin serencamını ve sonuçlarını herkesten çok Suriyeli mülteciler yaşadı. “Dostum Putin” yerini “Ayıdan post, Rus’tan dost olmaz” atasözüne bıraktığında ve araştırmacı olarak ekranlara çıkarılan bir adam cinsiyetçi zihniyetiyle, “Ruslardan başka türlü dost olur” diyerek cüzzamlı nefretini kustuğunda mülteciler yine bu topraklardaydı. “Dostum Trump”, “Ey Trump’a” dönüştüğüne, “Dostum AB”nin “Hristiyan Kulübü” olduğuna kanaat getirildiğine de yine hep birlikte tanık olduk. “Gülen Hocaefendi” ve cemaatle kurulan dostluk, yoldaşlık, sırdaşlık ilişkisinin bir gecede nasıl kanlı bir hesaplaşmaya dönüştüğünü yine ödettiği ağır bedellerle hepimiz yaşadık. Bugün Yunanistan sınırında kendilerine bir parça yaşam alanı tanınmayan, her gün üzerlerine yağan mermiler altında can veren mültecilerin en büyük talihsizliği, bir zamanlar dost olan iki ülkeden birinin vatandaşı bir diğerinin de dostu olmalarıdır.

Bunca insanın kaderi ne yazık ki, Moskova’da, Şam’da, Ankara’da, Cenevre’de, Soçi’de, Astana’da kurulan pazarlık masalarında belirleniyor. Dün Moskova’da kurulan pazarlık masasının mezesi yine sınırdaki milyonlarca insanın yaşamıydı. Peki sonuç? Sonuç ortada; bir devletin kapı dışarı ettiği diğer devletlerin kabul etmediği; bütün bu devletlerin ortak yaratımı olan savaşlardan kaçan, sönümlenmeye terk edilmiş çoluk çocuk milyonlarca yaşam!

Bu görüntüler insanlığın geleceği için fazlasıyla karamsar. Ama çözüm basit. Irkçıların, savaşı körüklemek için yaşam alanlarını kast ederek sarf ettiği, “Yansın Suriye, Yıkılsın İdlib” sloganı bütün bu melanetlerin çıkış noktasıdır. Oysa yıkılması ve yanması gereken insanların yaşamları üzerinden sistemin bütün yerkürede yükseltilen bu iktidarcılık ve devletçiliktir. Yıkılması gereken insanların önüne dikilen sınırlardır. Yanması gereken dayatılan ölümdür, mültecilerin botlarını alabora etmeye çalışan çürümüş ruhlardır. Yıkılması gereken halkların geleceğini karartmak için kurulan kirli pazarlık masalarıdır.

O ölüm kalım savaşının yükseltildiği sınırlarda yeni bir yaşamı, özgür bir geleceği yaratabiliriz. Yeter ki dayatılan bu kötülüklerin karşısında hep birlikte duralım.
Editör: Haber Merkezi