İSTANBUL- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ; ’14 Temmuz 2017 1692 sayılı KHK ile  ihraç edilen Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden Dr. Mihrican Zorlu Günok, Gazeteci Hamza ÖZKAN’ın sorularını yanıtladı…



 

 

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz, hayata nasıl bakarsınız, nelere değer verir, neleri önemsersiniz, olmazsa yaşayamam dediğiniz şeyler nelerdir?

Doğrusu kendimden nasıl bahsetmem gerektiğini bilemiyorum. Kolay görünen zor bir soru bu. Akademik hayatı sona ermiş olmasına rağmen “sosyal bilimci” kimliğini korumaya çalışan bir marksist, bir feministim. Kürt ve aleviyim aynı zamanda.  Hayatta en çok adalet, eşitlik, demokrasi gibi ilkelere değer veririm. Maddi anlamda olmazsa yaşayamam dediğim bir şey yok ancak eşitlik ve demokrasi temelli bir mücadelenin parçası olmadan yaşamak çok sıkıcı ve anlamsız olurdu benim için. Bir yerlerde birileri haksızlığa uğruyorken benim evimde, masamın başında, televizyonun karşısında oturmam mümkün değil. Çok küçük yaşlarımdan beridir hep hayatın anlamının ne olabileceği üzerine düşünüp durdum; 35 yıllık hayatım o anlam arayışının peşinden sürüklenerek geçti. Sanırım bundan sonrası da öyle olacak. Vazgeçemeyeceğim bir diğer şey de bu arayışın kendisi.

Kanun Hükmünde Kararnamelerle(KHK) yönetilen bir ülke konumuna geldik Yeni Türkiye’de? KHK’lerle önce akademisyenler ihraç edildi ve her yeni kararnameyle birçok kişi işini kaybetti. Siz mahkeme kararıyla girdiğiniz Van Yüzüncü yıl Üniversitesinden barışı korumak adına Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisini imzaladığınız için KHK ile çıkarıldınız, üniversite ile yaşadığınız bu durumu bizler için değerlendirir misiniz?

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, benim üniversiteden ihraç edilmemin gerisinde Eğitim-Sen’in 29 Aralık 2015 tarihinde yaptığı greve katılmış olmam yatıyor. Greve katıldıktan sonra hakkımda soruşturma açıldı ve “sözlü uyarı” cezası verildikten sonra kapatıldı ancak, 2017 yılında aynı soruşturma bir kez daha açıldı ve bu sefer ihraçla sonuçlandı. Türkiye’de son birkaç yıldır duymaya alıştığımız skandal niteliğindeki olaylardan sadece biri. Birilerinin iktidara yaranmak uğruna başkalarını hiç çekinmeden karaladığı, onların hayatıyla oynadığı, herhangi bir anlamı olmayan kaotik bir süreç. Bir zamanlar “deli dana” hastalığı vardı belki anımsarsınız. Büyükbaş hayvanların delirip şuursuz bir şekilde ortalıkta koşuşturduğunu gösteren videolar izlemiştik. Başıma gelen sevimsiz durumu karikatürize etmek istemiyorum ama bu yaşanılanlar bana biraz deli dana hastalığına yakalanmış sığırların etraflarına saldırışını anımsatıyor. Düşünün ki, ihraç nedenimle ilgili olarak üniversite yönetimi tarafından şahsıma gönderilen belgede dört farklı örgüte üyelik suçlaması var. Güler misin, ağlar mısın? Birbiriyle alakasız dört farklı örgütle ilişkilendirilmişim. Yani zahmet edip google’dan araştırma yapmamışlar bile.

Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisinin içeriğinden bahseder misiniz, bu bildiriyi iktidar cenahı neden bu kadar tehlikeli buldu?

Açıkçası bildirinin içeriğini tartışmanın hiçbir anlamı yok artık. Bildiri sağduyu sahibi bir grup akademisyenin yurttaşı oldukları devletten temel insan hakları ilkelerini esas alan birtakım beklentilerini ve taleplerini içeriyor ki sert ya da tehlikeli bulduğum hiçbir yanı yok. İşin aslı, ben iktidar cenahının da bildiriyi tehlikeli bulduğunu düşünmüyorum. Bildiri sadece uzun yıllardan beridir planlanan bir tasfiye sürecinin, iktidar açısından tetikleyicisi ya da bahanesi oldu. Bunu da herkes biliyor zaten.

Hızla genişleyen bir ihraç çemberinin içinde bulunca kendinizi nasıl bir haleti ruhiye yaşadınız, hayatınızda neler değişti ve değişen hayata nasıl uyum sağladınız ya da sağlayabildiniz mi?

Belki inanmayacaksınız ama ben çok mutluyum. İhraç olmamım üzerinden (açığa alınma sürecimi de sayarsak) yaklaşık iki yıl geçti. Herhangi bir konudan dolayı pişman değilim ya da “keşke şunu yapmasaydım da, üniversitede kalsaydım” dediğim tek bir gün bile olmadı. Vicdanım ve sağduyum bana hangi yönü gösterdiyse rotamı oraya çevirdim. Kendimi tüm yaşamım boyunca hep ezilen topluluklara yakın hissettim; onların dertleriyle dertlendim, onların kazanımlarıyla nefes aldım. Kürtler eziliyorsa Kürtlerin yanındayım, Ermeniler eziliyorsa Ermenilerin. Ezidilerin, Alevilerin, LGBTİ hareketinin, kadın hakları mücadelesinin, savaş mağdurlarının, emek mücadelesinin, zulüm gören samimi İslamcıların, yoksulların yanındayım.  Dolayısıyla, yeni hayatımda uyum sağlayamayacağım bir durum olmadı. Değişen tek şey, insanlarla ilişkilerimde daha seçici birine dönüşmem oldu. Etrafımda ne kadar korkak ve ilkesiz insan olduğunu da bu süreçte fark ettim. Herkesin kendine göre bir bahanesi var tabi ama ben bahane kabul etmiyorum. Bu konuda katı davrandığım söylenebilir. Kendini “muhalif” olarak tanımlayan insanların değil tamamı, yarısı bile gerekli cesareti gösterseydi farklı bir konumda olurduk şu an.

İhraç kararına itiraz ettiniz mi, hukuki süreç hakkındaki düşünceleriniz neler, Türkiye’deki hukuk kurumunun adalet işlevini yerine getirdiğini düşünüyor musunuz, Türkiye’nin hukuk karnesi ne durumda?

İhraç kararına itiraz ettim. Dosyam OHAL Komisyonu’nda bekliyor. Türkiye’deki hukuk sisteminin işlevini yerine getirdiğine inanmıyorum, dahası sistem felç olmuş durumda. Bu anlamda, olumlu yönde beklentim yok. Kendimi tüm olasılıklara hazırlıyorum.

Van’da KHK’yle kaç kişi ihraç edildi, ihraç edilen diğer meslektaşlarınızla iletişiminiz var mı, birbirinize destek oluyor musunuz?

Toplam ihraç sayısını bilmiyorum ancak bizim gibi muhalifleri kast ediyorsanız 14 kişi ihraç edildi. Sürekli iletişim halindeyiz, birbirimizden haberimiz var. Destek de oluyoruz birbirimize. O anlamda sıkıntı yok.

İhraç edildikten sonra maddi sıkıntıları nasıl aştınız, iş bulabildiniz mi, şuanda çalışabiliyor musunuz?

İhraçtan sonra cüzi bir ücretle bir sivil toplum kuruluşunda 8 ay çalıştım, o kadar. Sendikamız Eğitim-Sen’den her ay dayanışma ödeneği alıyorum ve o da mutfak masraflarını karşılamaya yetiyor. Şu an işsizim, birçok yere başvuru yaptım ancak iş bulmam mümkün görünmüyor. Bildiğiniz gibi, KHK’lılara kimse iş vermek istemiyor. Özel sektör üzerinde bir iktidar baskısı söz konusu. Kimse devleti karşısına almak istemiyor. Birtakım maddi sıkıntılar var tabiî ki ancak detaya girmek istemiyorum bu konuda.

İhraç edildikten sonra köşe yazısı yazmaya başladınız, köşe yazısı yazmak ve akademik yazı yazmak bu iki eylemi kıyasladığınızda neler düşünüyorsunuz?

Ben akademisyenken de çeşitli dergilere ve gazetelere yazılar yazıyordum. İhraçtan sonra başladığım bir şey değil bu. Akademik metin ve köşe yazısı arasında bir takım temel farklılıklar var ve olmak zorunda. Öncelikle hedef kitlesi ve kullanılan dil farklı oluyor.  Ben her iki yazı biçimini de seviyorum. Sosyal bilimci olarak işimi ciddiye alıyorum ve bilimsel metin yazmayı da okumayı da önemsiyorum. Öte yandan, köşe yazıları sayesinde daha geniş kitlelere ulaşmak ve insanları belirli tartışmalara ortak etmek de değerli bir fiil. İkisini bir arada yürütmek lazım.

İhraç edildikten sonra yaşadığınız zor günlerde yeterince desteklendiğinizi düşünüyor musunuz, kimler sizin yanınızdaydı bu süreçte?

Bu süreçte birbirlerine destek olanlar genel olarak ihraç edilenlerin kendileri oldu. Bizim gibi muhalif muhreçler arasında müthiş bir dayanışma ağı kuruldu. Maddi ve manevi anlamda herkes elinden geldiğince bir diğerinin hayatına dahil oldu. Türkiye tarihinde buna benzer bir dayanışma ağı daha önceki yıllarda kurulmuş mudur emin değilim. Yoldaşlığın ne olduğu, ne anlama geldiğini o kadar iyi öğrendim ki, hayatım boyunca unutacağımı sanmıyorum.

İhraç edilen insanlarımız için neler yapılabilir, nasıl desteklenebilirler, bu konuda neler söylersiniz?

Bizim gibi muhaliflerin dünyasında herkes elinden geleni yapıyor. Sivil toplum kuruluşları, dayanışma akademileri, ihraçların kurduğu kooperatifler bu anlamda başarılı işlere imza attılar ancak gerçekçi olmak lazım, bu sorunun ortadan kalkması makro bir çözüm mekanizmasının varlığından geçiyor. Taraflar bir şekilde uzlaşmak zorunda. Devlet bir şekilde yaptığı hataları telafi etme yoluna girmeli ve biz de bunun gerçekleşmesi için devlete daha fazla baskı yapmalıyız. Bu gerçekleşmeyecekse de yurtdışı çıkış yasakları kalkmalı artık.

Üniversitelerin, akademisyenlerin Türkiye’de özgürce bilimsel çalışmalar yaptığını düşünüyor musunuz, üniversiteler gerçekten özerk mi, üniversiteler ve siyaset arasında nasıl bir ilişki söz konusu?

Türkiye, özgür bilimsel çalışmalar için uygun bir ülke değil. Müfredat ve bir bütün olarak eğitim sistemi günden güne gericileşiyor. Bilimin ve bilginin, üretmenin, doğruyu yanlışı tartışmanın, sorunlara çözüm geliştirmenin önemi yok bu ülkede. Üniversite ve siyaset arasındaki ilişki ise, siyasi mekanizmaların üniversiteler üzerinde yoğun bir denetim ve baskı unsuru olarak yer almasına dayanıyor. Üniversitelerdeki muhalif akademisyenlerin büyük çoğunluğu tasfiye edildiği ve geriye kalanların önemli bir kısmı da cesaret edemediği için üniversiteden devlete, hükümete yönelik bir eleştiri duymak da mümkün olmuyor. Bilim üreten, daha doğrusu bilim üretmesi gereken insanlar ev kredisinin, çocuğunun okul aidatının, yurtdışı gezi masraflarının derdine düşmüş durumda. Dolayısıyla, hükümetle çatışmak, ellerindeki gelirden olmak istemiyorlar, varsın Cizre’de Kürtler ölsün.  Üniversiteler önceden de özerk değildi ama şu günlerde daha kötü durumda.

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz kendiniz ve demokrasi, eşit bir yaşam ve barış?

En büyük beklentim “çözüm süreci”nin yeniden başlamasıdır. Bu meseleyi çok önemsiyorum. Çok uzun vadeli hayallerim yok, o yüzden uzun uzun yazmayacağım. Önce “çözüm süreci”.

Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz.

 
Editör: Haber Merkezi