GAZİANTEP- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ;  Psikiyatri profesörü Gaziantep Üniversitesi’nden 01 Eylül 2016 tarihinde 1672 sayılı KHK ile  ihraç edilen KESK’e bağlı Adana KHK Platform üyesi  Prof. Dr Haluk Savaş Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı…



Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Nelere değer verir, nelerden hoşlanırsınız? Önem verdiğiniz şeyler nelerdir?

1966 Adana doğumluyum. Döşeme mahallesinde doğdum, büyüdüm. Bir ticaret adamı olan Mehmet Nogay’ ın (Herekeci Mehmet Ağa’nın) torunuydum. Diğer taraftan bir subay, emekli yüzbaşı muaallengazi Mustafa Asım Savaş’ ın torunu olarak hayata geldim. İlki bir Nogay tatarıdır. İkincisi bir Çerkezdir. %25 de bir Kürt'lük var. Babaannem kürt'tür. Halime ninem Bedirhaniler’ dendir. Böyle değişik etnik kökenlerden geliyor olmak, Adana gibi çok kültürlü bir yerde yetişmiş olmak insanı doğal olarak tabiatında daha esnek yapıyor. Başka insanlara yaklaştırıyor. Onlarla etkileşime açık kılıyor. Hani buna Adanalılık da denilebilir belki. Bunun yanında özellikle amcalarımın çok eğitimli olduğunu  görmüş olmak, onların hakimlik, savcılık, emniyet müdürlüğü gibi görevler yapmış olduğuna şahit olmak yine eğitim hakkında bir fikir verdi. Çocuklarının tıp fakültesini okuması, hekim olması, uzman olması, benim de dünyaya bakışımı değiştirdi, geliştirdi. Yine dedemin Herekeci Mehmet Ağa’nın veya Preseci Mehmet Ağa’nın, preseci olarak da geçer. Geçmiş zamanlarda sanayicilik yapmış olması, pamuk prese tesislerinin olmuş olması Adana’nın zenginliği içinde bizim de bir biçimde yaşadığımızı, nefes aldığımızı ailecek bana hissettiren örnekler. Dolayısıyla hayata hiçbir zaman maddi hırslarla bakmadım. İnsanoğlunun yükselebileceğini, düşebileceğini bunun çok kritik olmadığını, insanın belli değerlere sahip olması gerektiğini çok küçük yaştan itibaren esnaf olan babam Yusuf Savaş’ tan ve terzi olan annem Fahriye Savaş’ tan öğrendim. Hayatta olmazsa olmaz dediğim bir şey var mı? Gerçekte çok fazla bir şey yok yani insanoğlu her şeye alışabilir ama elbette beni yalan söylemeye sevk edecek, olduğumdan ayrı bir şey olarak göstermeye sevk edecek durumdan çok rahatsız olurum. Elbette hürriyet en önemli kutsalımdır. Sağlık bile sonra geliyor. Hapishanede bu durumla karşılaştım. Sağlık bir hürriyet mi dedim kendime. Kanser olduğum anlaşılmıştı hürriyet dedim. Bir şekilde tahliye edilirsem gerisi gelir diye düşündüm. Nitekim tahliye oldum. 2 seneden fazla zaman geçti. Hastalıkla mücadele ediyorum ama hür olmak gerçekten çok kıymetli. Değerler sistemimde dürüstlük ve hür olmayı en öne koyabilirim doğrusu. Bunun dışında kitap okumanın benim için ne kadar kıymetli. Üretkenlik, yenilik yapma, yeni fikirler oluşturma da çok değerli. Yeni kuşakların oluşumuna katkıda bulunmak, gençlerin hür fikirlerlerle yetişmesi, eleştirel bir bakış açısıyla yetişmesi benim için çok kıymetli.



Kanun Hükmünde Kararnamelerle(KHK) yönetilen bir ülke konumuna geldik Yeni Türkiye’de? KHK’lerle önce akademisyenler ihraç edildi ve her yeni kararnameyle birçok kişi işini kaybetti. Sizi ihraç ederken bir neden gösterdiler mi? Yeni Türkiye’nin kabul edemediği hangi eylemi gerçekleştirdiniz?

Her yeni kararname ile bir grup insan işinden oldu. Benim ihraç edildiğim kararname 1672 sayılı kararnamedir. 1 Eylül 2016 tarihli en yaygın sivil, memur ihracının gerçekleştiği kararnamedir. Bildiğim kadarıyla 30-40 bin kişi birden tek kalemde devletten ihraç oldu. Evet, yeni Türkiye KHK’larla yönetilen bir ülkeye doğru gitti. Bu hesapta veya görünüşte bir yönetme kolaylığı gibi görünüyor, anlaşılıyor ama hiç şüphesiz rejimin totaliterleştiğinin, otoriterleştiğinin en bariz kanıtlarından birisi. Meclis büyük oranda önemini yitirdi. Meclisin hesap sorma, denetleme, dönüştürme ve beğenmediği sistemleri değiştirme imkânları maalesef çok kısıtlandı.

Bu KHK’larla yürütülen yeni Türkiye’de beni de KHK ile atarken gerekçe belirtmediler. Ama sonradan Ohal Komisyonuna yaptığımız başvurular, mahkemelerde süren duruşmalar nedeniyle aslında FETÖ’ den yargılandığımı, FETÖ’ den suçlandığımı, Fethullahçı Terör Örgütü üyesi olmakla itham edildiğimi anlamış bulunuyorum. Tüm bunlara nasıl karar vermişler çok basit. Bank Asya’ da 40 bin lira paramın olması ve iki çocuğumun cemaat okulunda öğrenci olması bir terör örgütü üyesi olmama kanıt kabul etmiş savcılık. Bir iddianame düzenlemiş. İddianamesi çok önemli değil, düzenlenebilir. Sonra da mahkeme bu iddianameyi kabul etmiş. Ben şimdi bu iddianameden dolayı 2,5 yıldır yargılanmaya devam ediyorum. 8 Ocak 2019 itibariyle duruşmam var. Muhtemelen karar duruşması, emin değilim. Ama ben bu 2,5 yıldır hepi topu bu 40 bin lira para ve iki çocuğumun cemaat okulunda öğrenci olması gibi en somut nedenler bunlar!! Bunlarla FETÖ üyesi olmaktan yargılanıyorum onun dışında twitter’ da yazdığım şeyler var, tweetler var. Yani FETÖ üyesi olmama vesile saydıkları, onlar nedir 15 Temmuz Darbe sonrası darbenin ne kadar aşağılık bir girişim olduğunu açıklayan aynı zamanda darbecilerin ne kadar salakça hareket ettiklerini anlatan tweetlerdir. Buradan bir biçimde savcı darbeyi eleştirdiğim ve aşağıladığım sonucu değil de darbecilere sanki destek oluyormuşum sonucunu çıkararak benim hakkımda dava açmış bulunuyor. Bunların bir önemi yok. Sonuçta sorunuz çok anlamlı. Yeni Türkiye’ye neyin uymadığı; Yeni Türkiye’ ye neyimin uymadığı da çok açık. Soru soruyorum ve cevaplıyorum. Twitter’ da 100 bin takipçim var. Hiçbir şeyi doğrudan kabul eden bir insan olmadım. Çocukluğumdan itibaren sürekli sorgulayan bir yapım var. Yeni Türkiye otoriter ve totaliter bir yerdir. Otoriter ve totaliter yapılar asla soru soranları ve kendi cevaplarını oluşturanları sevmezler. Hızla genişleyen bir ihraç çemberi içinde bulunca kendimi çok büyük bir şaşkınlık içinde değil ama bir miktar şaşkınlık içinde buldum. O da şudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sonuçta 1923 de kuruldu. 93 yaşında bir devletti. 93 yaşındaki bir devletin memurlarını bir gecede binlerce insanı tek bir kalemde yazarak kaldırıp atması devlet geleneğine oturmuş bir yapıya yakışmıyor. Dolayısıyla her şeyden evvel bu sürprizi yaşadığımda kendi memuriyetimin sona ermesinin verdiği şoktan daha çok içinde yaşadığımız ülkenin ve vatandaşı olduğumuz cumhuriyetin içine düşürüldüğü acziyetten tedirgin oldum, ürktüm. Koskoca bir devlet, herhangi bir düzgün soruşturma süreci yaşamadan, yaşatmadan on binlerce memurunu kalkıp kapıya koyuyor. Bu çok büyük bir aciziyettir. Bu büyük bir devlete asla yakışmayacak bir davranıştır. Hiç şüphesiz bunlar devletimizin acziyeti değil devleti yürütenlerin gösterdiği bir acziyetin yansımasıdır. Hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti önemli bir devlettir. Kendi kuralları anayasası olan bir devlettir. Her şeye rağmen bizim çatımızdır, vatanımızdır, toprağımızdır, yaşadığımız zeminimizdir. Onun bu hale düşürülmesi beni çok üzdü.

Hızla genişleyen bir ihraç çemberinin içinde bulunca kendinizi, nasıl bir haleti ruhiye yaşadınız?

Benimle birlikte eşimde ihraç oldu. İkimiz de üniversitede öğretim üyesiydik. Ben profesördüm, o dâhiliye doçenti. Psikiyatri profesörü olarak Gaziantep Üniversitesi’nde çalışıyordum. Gece vakti saat 24.00-01.00 civarıydı. KHK yayınlandı. Listeye baktım. Hem eşimin hem de benim ihraç edildiğimizi öğrendik. Gece vakti bir 15-20 dakika konuştuktan sonra vurduk kafayı yattık. Yani özellikle üzerinde durulacak bir şeymiş gibi hissetmedim. Neler olabileceğini, neler yapılabileceğini hususunda zaten belli fikirlerimiz vardı. Ona yönelik hazırlıklarımızı sürdürdük. Diğer taraftan işsiz kalmak tabi önemsiz değil ama sonuçta biz hekimiz. Diğer ihraç edilen arkadaşlar gibi bir anda tüm sıfatlarımız silinmedi. Bu nedenle avantajlıyız. Bir üstünlük iddiası değil, yanlış anlaşılmasın. Ama bir tür rahatlık yaşadık. Devlet bizi görevden atsa da özelde, kendi başımıza veya daha sonra bazı özel merkezlerde çalışabileceğimize ilişkin imkânlar ortaya çıktı. Dolayısıyla mali açıdan ve mesleki açıdan çok ezildiğimi söylemem hakkaniyetsizlik olur.

 

İhraç edildikten sonra neler yaşadınız, hayatınızda neler değişti ve değişen hayata nasıl uyum sağladınız ya da sağlayabildiniz mi?

KHK’larla ihraç edilen sistemde yaşamaya alışmak benim için çok çok büyük bir zorluk içermedi. Önemli zorluklar içerdi ama zorluklar yaşayanların da zorluklarına şahit oldum. İhraç kararına itiraz ettim Ohal Komisyonu’ na. Ohal Komisyonu red verdi. Bundan yaklaşık 1,5-2 ay önce red verdi yani Bank Asya’ da paramın olması, çocuklarımın cemaatin okulunda öğrenci olması vs. onları yine kanıt gibi sayarak benim terör örgütüyle irtibatlı, irtisaklı olduğumu bu yüzden ihraç edildiğimi söylüyor bunların da somut kanıtlar olduğu kanaatindeler. Dolayısıyla reddediyor. Eşimle ilgili talebin henüz sonuçlanmadığı yazıyor. Şimdi mahkemeye müracaat ettim. Ohal Komisyonu’nun red kararını iptal ettirmek üzere Ankara’ da idari mahkemeye başvurdum. Onun sonuçlarını takip edeceğim.

İhraç kararına itiraz ettiniz mi, hukuki süreç hakkındaki düşünceleriniz neler, hukuk sisteminden ümitli misiniz?

İnsanoğlunun çatışmaları çözmek için kullanabileceği en ideal yol hukuk sistemi. Her ne kadar yıpranmış, yozlaşmış olsa da tüm zamanlarda hukuk, önemli sorunların çözümüne katkı sağlar. Bu dönem içinde ben olayın gecikeceğini, sürüncemede kalacağını ama en nihayetinde mutlaka çözüme kavuşacağını ve bunun çözüm merciinin hukuk olduğunu düşünüyorum. Yani geç gelen adalet adalet değildir gibi sözler olsa da adalet her zaman biraz yavaş, gecikerek gelir zaten. Bunu peşinen kabul etmek lazım. Gerek iç hukuk yoluyla gerek dış hukuk yoluyla kayıpların önemli bir kısmının telafi edileceğini veya insanların bir kısmının isimlerinin yeniden temizlenip, aklanacağını düşünüyorum. Bu da az bir şey değildir. Adana’dan KHK ile ne kadar kişi ihraç edildi. Tam olarak rakamını bilmiyorum. Birkaç bin kişi olduğunu az çok anlıyoruz. Çünkü özellikle emniyet birimlerinden ihraç edilenlerin net sayısı gözükmüyor. Galiba hukukçuların sayıları tam KHK ile değil onlar HSYK kararnamesi ile işten çıkarıldıkları için bilemiyorum sayıyı ama birkaç binden aşağı olmadığı anlaşılıyor.

Adana’da KHK’yle kaç kişi ihraç edildi, ihraç edilen diğer meslektaşlarınızla iletişiminiz var mı, birbirinize destek oluyor musunuz?

Biz KHK’larla küçük bir dayanışma grubu oluşturduk. Gittikçe büyüyeceğini tahmin ediyorum. ‘’Adana KHK mağdurları’’ başlığı altında bir grup khklı öğretmen, doktor, teknisyen, biyolog, akademisyen vs. birçok meslekten insan bir araya gelerek ‘’Adana Khk Mağdurları’’ grubunu, platformunu oluşturduk. Bu hepimiz için önemli bir şey. Önemli bir yardımlaşma, duygusal yardımlaşma imkanı. Her şeyden evvel hayatla karşı karşıya kaldığımız bu büyük, ağır, totaliter, oligarşik, bürokratik basınçla ve uğradığımız mağduriyetle baş etmenin iyi bir yöntemi olduğunu düşünüyorum. Başka şehirlerde olanlara da benzer şekilde birbirlerinin acılarını anlamak üzere, birbirlerine yakınlaşmalarını tavsiye ederim.

İhraç edildikten sonra maddi sıkıntıları nasıl aştınız, iş bulabildiniz mi, şuanda çalışabiliyor musunuz?

       Evet. Muayenehanemde çalışabiliyorum. Bu her ne kadar işimin yoğun olduğu dönemlere oldukça hafif bir tempoda olsa da sağlığımın elverdiği ölçülerde; ki zaten sağlığım çok daha ağır çalışmaya müsaade etmeyecektir. Sağlığımın elverdiği ölçülerde çalışmaya devam ediyorum. Günde bir kaç hasta bakarak maişeyitimi temin etmeye çalışıyorum. Çok şükür işimden mutluyum, seviyorum. Zaten severek seçtiğim bir mesleğim vardı. Bu anlamda mutluyum. Hayatım devam ediyor.

Kültürel, sanatsal faaliyetlerle ilgili düşünceleriniz nelerdir, bu alanlarda çalışmalarınız var mı veya bu alanlarda çalışmayı düşünüyor musunuz, ihraç edilen kişiler bu çalışmalara entegre olabilecekleri olanaklara sahipler mi?

Küçük yaştan itibaren kültürel ve sanatsal faaliyetlere çok ilgim oldu. Zaten kendim bir bilim insanıyım. Çiçero’nun bir duası vardır. ‘’Allah’ım bana içi çiçek dolu bir bahçe ve içi kitap dolu bir ev bahşet’’ diye. Çiçero’ nun bu duasına her zaman katılmışımdır. Çok şükür benzer şartlarda yaşadığımı söyleyebilirim. Kitaplara rahatlıkla ulaşabiliyorum. Merak ettiğim her kitabı okumak için elimde mali imkanım var. Bu büyük bir nimettir. Bunun farkındayım.

Diğer yandan bilimsel bir üretimden söz etmişsiniz. Ben Türkiye’de en fazla akademik makalesi olan psikiyatristim. Araştırma ve diğer alanlada ki makalelerimle, bunun yanında yeryüzünde en fazla atıf yapılan 3. Türk psikiyatristiyim. Yaklaşık 5 bine yakın eserde, benim eserlerime ve yaptığım araştırmalarıma atıf yapılmaktadır. İlginç bir şey söyleyeyim. Son birkaç yıldır üniversiteden ihraç edildiğimiz için üretkenliğimizde belli bir düşüş doğal olarak vardı. Yayınlarımıza yapılan atıflarda dünyada kısmen azalma eğilimine girmişti. Ama yeni atıf sonuçlarına bakıyorum 2018 yılı itibariyle atıflarımız tekrar atağa geçmiş. Şu anda ise daha çok yaşadıklarımı kağıda geçirme açısından bu röportajda da olduğu gibi olan biteni anlatma, kayda geçirme gibi bir faaliyetim var. Ümit ediyorum yaşadıklarımdan bir anı-roman ortaya çıkacak. Bir belgesel olmasa da gerçekleri anlatan, gözleme dayalı, bilgiye dayalı bir anlatı ortaya çıkacak. Onun dışında hali hazırda başlıca bir edebi, sanatsal, bilimsel bir faaliyet yapmıyorum. Ama sağlığım biraz daha elverişli hale geldiğinde onları da yapacağım.

 

İhraç edildikten sonra yaşadığınız zor günlerde yeterince desteklendiğinizi düşünüyor musunuz, kimler sizin yanınızdaydı bu süreçte?

       Öncelikle yakın akrabalarımın, kuzenlerimin bana çok destek verdiğini söyleyebilirim. Onun dışında bazı arkadaşlarımın,  benzer zorluklarla cebelleşen, zorluklar yaşayan bazı arkadaşlarımın ve hiç şüphesiz onlarda KHK’lıydı ama onun dışında çevremde bulunan birkaç dostumun destek verdiğini söyleyebilirim. Geniş toplum kesimleri KHK gibi bir uygulamayla görevden uzaklaştırıldığınızda korkuyla size de yaklaşamıyorlar. Soruna da yaklaşamıyorlar. Bu büyük ve olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir tablo gibi algılanıyor. İnsanları çok itham etmek istemem ama bu süreçte uzun yıllar birlikte olduğumuz dostluğuna, arkadaşlığına güvenmemiz gereken insanların önemli bir kısmının nasıl korkuyla hareket ettiklerini ve nasıl korkuya teslim olduklarını diğer yandan da belli bir mesafede gördüğümüz, bunlar bizi yakın mesafede algılasa bile bizim onları yeterince yakın algılamadığımız birçok akademisyen arkadaşımızın farklı siyasal, sosyal görüşlerden kamplara mesul olmakla birlikte bize nasıl yakın davrandıklarını görmek benim için oldukça sürpriz oldu. Bu hem hapishane, hem hastane, hem KHK gibi süreçler bir arada olunca insanlar hangi konuda yakınlık hissederek benimle temas kurdular, bilmiyorum. Ama Ayhan Bilgen Bey Hdp’nin sözcülüğünü yaptı. Doğrudan bir tanışıklığımız yok. Aileme ulaşmış. Halimizi hatırımızı sormuş bu mesela çok önemli bir şeydi. Yine Sezgin Tanrıkulu Bey CHP’den konuyla ilgilendi. Ben hapishanedeyken veya hastanedeyken. Yine Gürsel Tekin CHP’den konuyla ilgilenmişti. Tabipler Birliği Başkanı Sayın Prof. Dr. Raşit Tükel ilgilenmişti. Türkiye Psikiyatri Derneği’ nin o zamanki başkanı Timuçin Oral konuyla gün gün telefonla ilgilendi. Takip etti. Bunlar benim için çok değerli desteklerdi. Onun dışında onlarca meslektaşım bizzat Gaziantep’e gelerek hem hastalığım hem daha sonraki mağduriyet süreçlerimle doğrudan ilgilendi. Doğrusu bu anlamda ciddi bir arkadaşla, dostla, destekle de karşılaştığımı söylemeliyim. Bir kısmı da hiç dostum olmayan insanlar o saate kadar. Dolayısıyla bu insani açıdan çok zengin bir durum. Kendimi iyi hissettim.

İhraç edilen insanlarımız için neler yapılabilir, nasıl desteklenebilirler, bu konuda neler söylersiniz?

İhraç edilen kişilerle ilgili bu süreçte yapılabilecek en önemli şey onlarla bir kere onlarla bir araya gelmek veya onların yanına gitmek. Temas etmek ve sorunlardan haberdar olduğumuzu hissettirmek, öncelikle duygudaşlığımızı ifade etmek. Bu insanlar önce var olduklarını ve çeşitli mağduriyete uğratıldıklarının bilinmesini istiyorlar. Gayet insani bir talep. Yoksa tüm KHK mağdurlarının maddi problemlerini vs. bir kalemde çözmek hem zaten mümkün değil hem de doğru değil. Yani doğru davranış öncelikle bu insanların yabancılık hissinin giderilmesi. KHK gibi toplu halde 30-40 bin kişinin görevinden ayrılması suretiyle uğradığı mağduriyetlerin birincisi aslında izolasyon, yalıtma. O kişiyi alıp toplumun dışına atıyorsunuz. Gerçekten toplumun tepkilerinde öyle gerçekleşiyor. Siz çok özel bir suç işlemişsiniz gibi size muamele edebilirler, ediyorlar. Korkuyorlar çünkü ne olduğunu bilmiyorlar.  Bir adım ötesi kendilerinin de benzer bir muameleye uğrama korkusu oluyor insanların. Dolayısıyla KHK’lının  birinci derdi izolasyon, yani yalıtım. Bu insanlar toplumdan yalıtılmış duruma düşüyorlar. Ayrıştırılmış duruma düşüyorlar. Dolayısıyla KHK’lılara yapılacak en önemli birinci yardım onları tekrar topluma entegre etmek. Bu nasıl olacak? Bizzat tanışmak, beraber toplantı tertip etmek, bir yerlere beraber gezi yapmak, bir yerlerde beraber yemek yemek her neyse bunların tamamı esas olarak o izolasyonun yalıtımın tam tersine çalışacak işlemler. Dolayısıyla ilk yapılması gereken şeyler bu; yalıtımı kaldırmaya yönelik önlemler. İkinci olarak tabi ki bu insanlar işsizlik, maddi problemler çekmektedirler. Bunlarla ilgili dayanışma ve olası geçim vasıtalarının temini ve onlara yönelik dayanışma ve bilgilendirme. Üçüncüsü gerçekten temin edilecek şeyler yoksa ve ortam çok kötü ve namüsait şekilde cereyan ediyorsa şartlar o zaman belki doğrudan maddi yardım için destek organizasyonlarına girmek gerekebilir. Bir diğer yol da dördüncüsü belki onlara hukuksal destek vermektir. Çünkü ciddi anlamda hukuki kayıpları var. Her şeyden evvel KHK gibi bir uygulama ile işlerinden oldular. Adli süreçleri varsa onlara bu konuda hukuki bir yardım sunabilmekte önemli bir yardım ve destek mekanizması olacaktır.

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz kendiniz ve Türkiye adına?

       Demokrasi ve gelecek adına coğrafyamız adına nasıl bir gelecek tahayyül ediyorum. 2019 yılındayız 4 yıl sonra Cumhuriyetimiz 100. Yılını kutlamış olacak. 95-96 yıllık cumhuriyetimizin geldiği noktada birçok yenilik ve insan hakkı içeren yasal düzenlemeye rağmen aslında topluluğumuzun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük oranda hem Orta Doğu’nun hem de Türklüğün bazı geçmişten gelen kalıntılarını taşıyor olmaları nedeniyle gerçek anlamda bir cumhuriyet, gerçek anlamda bir demokrasi kuramadığımıza ilişkin çok sayıda kanıt var. Kuruluşumuzdan itibaren geniş insan gruplarını mağdur etmeye yönelik otoriter uygulamalara imza atmışız ve bunları maalesef halen sürdürüyoruz. Burada Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Sünni, Alevi, Dürzi, Nusayri vs. gibi ayrımlara gitmeden devletimizin zaman zaman belli bir grup insanı düşman gibi belleyip, onu nasıl yalıttığını, izole ettiğini, ayrıştırdığını, toplumdan dışladığını ve toplumun da buna ne kadar yatkın olduğunu defalarca gördük. Devrimciler komünist oldular, aşağılandılar. Milliyetçiler faşist oldular, aşağılandılar. Dindarlar dinci oldular, aşağılandılar vs. liste böyle uzar gider. Her grup bu toplumda aşağılandı ve kenara itilebildi. Bu uygulamalar merkez tarafından hayata geçirilirken toplumda bunlara tabii oldu. Büyük oradan tabii oldu. ‘’Durun bakalım! Ne yapıyoruz?’’ demedi. Dolayısıyla bu toplum her kesimiyle devletten dayak yemeye alışkın. Şimdi herkes dayak yiye yiye, dayak yememiş çok az kesim kaldı veya herkes dayak yedi. Bu iyi bir şey mi? Elbette kötü bir şey ama bunda iyi bir yan da var. Artık herkes devletin ne türden bir dayak atacağını, biliyor. Tüm bu dayak atmaya karşı dayak yemiş olanların, mağdurların suçsuz olmadıkları halde sürekli siyasal aşağılanma ve ayrıştırmalara maruz kalarak siyasal basınçlara uğrayan grupların artık uyanması gerek ki bence artık uyanıyorlar. Ortak hareket etmesi gerek ki bence artık ortak hareket etmeye başlıyorlar. Bu ortak hareket her türden otoriter, oligarşik, totaliter, insanı ezmeye yönelik faşizm uygulamalarına karşı toplumca birlikte hareket etme eylemidir. Ayrıştırmalara maruz kalmadan sivil direnişi örgütlemektir. Sivil direnişten kastım ne? Herhangi bir biçimde devlet düşmanlığı içermeyen, devleti yıkmak gibi bir fikri asla olmayan, ama devletin yaptığı tüm otoriter uygulamalara toptan karşı çıkabilecek Gandhi-vari bir hareketten bahsediyorum.  Gandhi-vari yani barışçıl, hiçbir biçimde elini silaha uzatmayan, hiçbir biçimde silahtan medet ummayan tümüyle barışçıl ve diğer barışçıl insanlarla bir araya gelerek gittikçe her tür yanlış otoriteye başkaldıran, doğruluğu alkışlayan bir sivil dayanışma hareketinden söz ediyorum. Evet, buna sivil itaatsizlik de deniyor. Böyle de söyleyebiliriz. Bir sivil itaatsizliği örgütlemek gerekiyor. Türkiye’nin geleceğini burada görüyorum. Bunun çok uzun sürmeyeceğini, maalesef daha önce atlamış olduğumu, batının içinden geçerken çok büyük bedeller ödediği aydınlarla, Rönesans sınıf savaşları ve en nihayetinde I. –II. Dünya Savaşları’ndan sonra içinden geçilmiş olan faşizm ve ona karşı kazanılmış olan sivil zaferin, medeni zaferin benzerlerini birkaç kuşak içerisinde Türkiye’de yaşanılacağını ve yaşanması gerektiğini, eğer bunlar yaşanmaz ise o şiddette inşallah yaşamayız diye umuyorum. O da ayrı bir husus. Hiçbir biçimde demokrasinin gelip tam olarak yerleşemeyeceğini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle bu yaşadıklarımızı gelecekteki büyük, anlamlı, esnek, sivil fikre dayalı gelişmeye açık Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hazırlık sancısı olarak görüyorum. Kendi adıma yaşadıklarımı bir maliyet olarak algılasam da gelecekteki bu ödülün yani demokrat, çağdaş bir Türkiye’nin bu ödülün her tür maliyeti hak edeceğini düşünüyorum. Yaşadığım maliyetler adına bu nedenle çok üzülmüyorum ve ümitliyim. Toplumumuzdan da, geleceğimizden de ümitliyim. Her şey güzel olacak.

Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz.
Editör: Haber Merkezi