Depremin "geliyorum" demeden.. Belki de "geliyorum" diye diye geldiği o tarihlerde..

Antalya'da, bir otel havuz kenarında, Londra'dan gelmiş kızımızla ailece güneşleniyorduk. Ben bir anne olarak; kızımdan dil uğruna ayrılığın da mimarı bir anne olarak, günlerin nasıl da hızla geçtiğine güneşte yandığımdan daha fazla yanarak, yine başlayacak olan özlem günlerimizde sarılacağım anılar biriktiriyordum O'na sık sık sarılarak. On beş ağustos, 03 sularında İzmit tünelinden geçtik. On altı ağustos öğle saatlerinde, kızımı cümbür cemaat Atatürk Hava Limanın dan Londra'ya yolcu ettik. Bolca kâğıt mendil kullandığım bir gündü. Kızım ne zaman uçsa, duygu durumum bozulur. Yere ayak basar basmaz, "alo" dediği anda kendiliğinden düzelir. NTV de birisi, Sertab Erener ile bir sohbet programı gerçekleştiriyordu. Oğlum babamla gitmiş. Evdekiler uyumuş. Eh kızım da alo dediğine göre, bir votka soda ile kendimi şımartabilir, Sertab ne diyor, bakabilirdim az huzurla artık. Hava sıcak mı sıcak. Açık balkon kapısından görebildiğim kadarı yıldız kaynıyordu göğün. Mutfak masasında bir sandalyeye iliştim. İçkimden bir yudum aldım ki..

Aman tanrım!! Tanrım bu ne? Önce dipten bir uğultu. Peşi sıra bir çatırtı; dev gibi apartmanımız, daldan çatırdayarak düşmeye çalışan bir yaprak gibi hızla sallanıyordu. Yere düşen, devrilen bir çok şeyin arasından doğrulmaya çalışarak balkon yönüne doğru ayakta duramayınca adeta sürüklendim. Ve asfaltın kocaman kara bir yılan gibi büküldüğünü gördüm. Uzatmayayım, oğlum güvende, kızım kurtuldu tesellisi içinde depreme teslim oldum. Çok uzun.. Yüz yıl kadar çok uzun ve geceden daha karanlık.. Çokk karanlık bir geceydi..

Bundan şunu anladım. İnsan ölürken bile sevdiklerinin hayatta kalmış olmasına sevinerek ölebilir. Hiç bir felaketin çok büyüklüğü, insanın felaketlerden çok daha büyük olan yaşamak umudunu sevdiklerine aktarmasına engel değil. O büyük felakette hayatını kaybeden canlarımızı rahmetle anıyor, anılarına saygılarımı sunuyorum. Tekrarı yaşanmasın dilek-temennilerimle..
Editör: Haber Merkezi