Siyasi davranışları, üç çeşit çıkar beklentisinin belerlediğini ve yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda bir partinin tabanından tavanına uzanan piramidde üç tip insan yer alır.

Birincisi, aday olma ve seçilme yoluyla siyasette bir yere gelme beklentisi olan kimselerdir. Bunlar da iki türdür: Siyasetten nemalanmak için girenler ile siyastte fark yaratmak, değer katmak için girenler.

Milletvekilliği, belediye başkanlığı, meclis üyeliği, ya da bu yerlerin uhdesinde bulunan bürokraside yer almak isteyen kesimlerden oluşan bu kişiler, siyasi açıdan "gladyatör" dediğimiz faaliyet içindedirler: Sayıları azdır ama siyasete şu ya da bu biçimde etki etme gücü en fazla olan bu kesimdir.

Bunların birinci kesimi; siyasal gelişmeleri doğru ve objektif değerlendirmek yerine kendi çıkarları bağlamında "değer atfederek" değerlendirirler. Bir liderin, kurmay heyetinin, genel merkezin veya il yönetiminin tutum ve davranışlarını, doğruluk ya da yanlışlık temelinde (ya da kamu yararı doğrultusunda) değerlendirmezler. Daha ziyade kendi çıkarlarına uygun olup olmadığına göre değerlendirirler. Hatta bu kişiliklerin siyasi söylem, eylem, idolojik ve politik tutumları da gene bu çıkarlara göre şekillenir. Kendi bağlamında “değer atfeder”, değerlendirir, propagandalarını buna göre yaparlar. Bir kişinin siyasi konum veya tutumu yanlış olasa da ve parti açısından zarar verici bir durum arz etse de eğer ona yaralı ise destekler, onaylar; siyasi tavır alışını ona göre belirler. Bu tutumla yaklaşır, eylem ve söylemini buna göre yapar. O yüzden bunlar, politikaya bir şey katmak için değil, tam tersine politikadan birşeyler almak için girerler. Türkiye siyasetinin başına musallat olmuş en temel problem budur.

Oysa ki siyaset bir meslek, bir zengin olma aracı değildir. Ammeye hizmet etme yeridir. Bu yanıyla da şerefli ve itibarlı bir iştir. Siyastte, nemalanmak için değil ona değer katmak için girenler böyle düşünürler. Maalesef sayıları diğerlerine göre çok azdır. Esas mesle bunların sayısını yükseltmektir. O zaman ülke siyaseti de düze çıkabilir. tabi bunun da eveliyati eğitim sistemine, demokrasi kültürüne ve yetişme biçimine kadar gider.

İkinci kesim, daha ziyade iş çevreleridir. Bunlar siyaset yoluyla, siyaset üzerinden mal-mülk sahibi olmayı (ya da var olan mal ve mülklerine değer katmayı tasarlayan), bu yolla zengin olmak isteyen küçük bir azınlıktır. Bu anlayışa göre devletin malı deniz, yemeyen keriz.. ya da bal tutan parmağını yalar..vb. Bunlar siyasi kirleticilerdir. Ancak toplum tarafından rededilmedikleri sürece revaçta kalamaya devam edeceklerdir. Nitekim bu kesimler özenle bakılan, sadece siyaseti değil giderek toplumsal kiriliğe yol açan kesimlerdir. Çünkü siyaset ile akçalı bağları ve bu bağ oranında ilgileri ve etkileme güçleri vardır. Bir yere gelmek potansiyeli olan siyasetçilere (yerelde ya da genelde olsun fark etmez ) yatırım yaparlar; “kaz gelen yerden tavuk esirgenmez” diyerek.. Parasal katkı, lojistik destek vb sağladıkları kişiler bir yere geldiğinde bunları kamu kaynaklarından haksız biçimde nemalandırırlar. Bu zavata sağlanan yarar genellikle kamunun zararınadır. Kamu kaynakları bu şekilde kişisel hırs ve hesaplar için kullanılmış çar çur edilmiş olur. Böylece onlara sağlanan yararlar halka yoksulluk olarak geri döner. Bu kesim de doğru değerlendirmeyle ilgilenmez. Siyasete ve onun aktörlerine “değer biçme” mantığı ile yaklaşırlar.

Siyastten nemalanmak için girenlerle onlardan nemalanmak isteyenlerin amaçları aynıdır. Bu iki kesm de siyasete değer katmak için değil (araçlar farklı da olsa ) siyasetten nemalanmak amacında (tipi biçimi farklı olsa da) birleşirler. Bunların toplumsal fayda sağlamak ve kamu yararını gözeterek davranmak gibi kaygıları yoktur.

Türkiye siyasetinin ikinci büyük hastalığı da budur. Yani siyaseti para ile yapılan bir akçalı iş haline getirmektir. Bunun sonucunda siyasettin kirlenmesidir. Bu anlayış sadece liyakatlı halk çocuklarının ve yetişmiş birikimli insanların önü kesmekle kalmaz siyaseti kirletmek yoluyla temiz bir toplum yaratmanın da önünü kesmiş olur. Bunu önlemenin yolu para ili siyasetin ilişkisini kurala ve nizama bağlamaktır. Nitekim, kendisi temiz olmayanlar temiz toplum yaratamazlar. Çünkü temiz topluma giden yol temiz siyasetten geçer.

Üçüncü kesim, halktır. Geniş halk kitleleridir. Yığınlardır. Büyük seçmen kitleleridir. Bunların da siyasette elbette beklentileri vardır. Ama beklentileri kendi nevi sahıslarına dair değildir. Çünkü şahıslarına münhasır beklentileri olsa da bunların yerine gelmeyeceğini bilirler. O nedenle kişisel beklentileri ammenin genel beklentileri içinde erimiştir. Bu yüzden topluma yararlı olanın onlara da yararlı olacağını bilirler. Örneğin gıda fiyatları düştüğünde sadece onun için değil herkes için düşer, o da bundan faydalanır. Ya da buğday taban fiyatı yükseldiğinde bütün çiftçiler gibi, o da bundan faydalanır. Dolayısıyla artık burda kişisel değil toplumsal yarar sözkonusudur. Kamu yararı söz konusu olduğundan yapılacak olan değerlendirme, kendi bağlamında “değer affetme” ya da kişisel çıkar ilişkisi bağlamında “değer biçme” olmayacak; objektif kriterlere göre “doğru değerlendirme” olacaktır.

Siyaseti nicelik açısından seçmen bazında etkileyen kesim bu bu kesimdir. Bu anlamda kazanmak için genel toplumsal beklentilere ve kamusal yarara göre davranmak lazım. Bu da ekonomik ortak çıkarların ve temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesini gerektirir. Çağcıl toplumlarda böyledir.

Ancak geri kalmış toplumlar, genellikle sözde bu ilkelerden hareket ettiklerini, kamu için kamu yararını istediklerini ileri sürerler ama pratikte bunun tam tersine davranırlar. Yanı tam anlamıyla halkı aldatırlar. Bu yüzden kitleler içinde etnik kimlik, dini kimlik, milliyetçilik, muhafazakarlık gibi değerleri kullanmaktan geri durmazlar. Birden bire vatan, millet sakarya söylemi ile kendi yaptıkları yanlışları örtmeye sureti haktan görünmeye çalışırlar. Toplumu çeşitlin araçlarla avutur ve uyuturlar. (Medya, siyasi propoganda, kısmı atraksiyonlar, cüzi yardımlar vs bunda rol oynar.) Rıza yoksa da rıza inşaa ederler. İktidardalarsa devletin idolojik politik araçlarını bu uğurda kullanırlar. Sonuç olarak gerçekte afaroz edilip tecrit edilmesi gereken siyasi sömürgenlerin ön alma gerçeği ile karşı karşıya kalırız.

Peki ne yapılabilir?
Ez cümle yapılması gereken siyaseti temizlemek, ona değer katmaktır. Bunun için de siyaste nemalanmak için girenlere değil ona değer katmak için gerenlere yer ve değer vermektir. Siyaseti bir yönetme sanatı olarak itibarlı hale getirmektir. Çünkü kötü olan siyaset kurumu değil onu kötü yapan siyasetçilerdir. Bunu önlemenin yolu ise, kayırmacılıktan değil liyakkattan geçer.

Peki bu kısır döngüye nerden müdahale ederek kırmak gerekir?

(Bu da başka bir yazının konusu
Editör: Haber Merkezi