KORONA GÜNLERİNDE AŞK...

Ne zaman “korona günleri” diye bir cümleye başlansa aklıma “aşk” kelimesi ile sona erecekmiş gibi gelir. Bu aslın Gabriel Garcia Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” isimli romanının çağrıştırmasıdır. Ben de “Korona Günlerinde Aşk”adı koydum.

Aslında bu durum; hepimizde ortaya çıkan, kimimizde küllenmiş, sönmeye yüz tutmuş bir aşk. Yani facebook aşkı. Evde kalınca herkes kendine göre bir vakit geçirme yol ve yöntemi bulmuştur muhakkak. Ben genellikle okuyarak, yazarak geçiriyorum günlerimi. Ama bende de alevlendi şu facebook aşkı yeniden. “Oku yaz, oku yaz bu ne yahu” diyorum bazen kendime. "Alim mi olacaksın” derdi anam. Bir yazı bittiğinde; "yine memleketi kurtardın mı" diyor sevgili karım. Bende diyorum he... Onun için birazda facebook'u memnun edelim diyorum zaman zaman. Uyduruk uygulamalara da dalıyoruz az da olsa. Can sıkıntısı da denir, evde daralmak da denir buna.

Karım ve ben. İkimiz de istesek sokağa çıkabiliriz aslında, ama çıkmıyoruz. Daha genciz, sokağa çıkma yasağı kapsamına dahil değiliz. İhtiyarlar düşünsün. Bir şey gerekirse, sırayla çıkıyoruz.


Başta söylediklerim yetmez korona günlerindeki aşkı anlatmak için. Devam edeyim o zaman. Makinasız, elde bulaşıkları yıkayıp Türk kahvesi yaptım. Karımın kahvesinin köpüğü ortadan kalp şeklinde açılmış. Yani bir kalp oluşmuş kahvenin üstünde. (Ey tanrım! Sen nelere kadirsin!) Bunu ilk gören ben oldum ve karıma gösterdim. Ne kadar mutlu olduğunu bir görseniz. O da fotoğrafını çekip kızlarla paylaştı hemen. Şimdi sabırsızlıkla fark edip etmeyeceklerini, hangisinin fark edeceğini ve yorumlarını bekliyor sanırım. Bu, bu anın uzatılarak mutluluğu büyütme şekli midir acaba? Söyler misiniz bana; küçük ve anlık mutluluklar mıdır aşkları büyük kılan? Aşkların büyüklük ölçü birimi nedir bilmem ama bizim aşkımızın büyüklüğü, bize yetecek kadar...

Ben daha dar yerlerde yaşamaya alışkınım aslında. O öyle değil. Onun sıkıldığını fark ediyorum evde. Ev geniş olmasına rağmen ona dar geldiğini fark ediyorum zaman zaman. Benim için 50 kişinin kaldığı küçük bir koğuş, tek veya 2 kişinin kaldığı bir hücre. Hiç fark etmez. Yaşamı yeniden üretmek, biçimlendirmek değil midir zaman. Mekanın önemi nedir ki bu ahvalde. Geçmişten alışkınım mekanın darlığına. Mekanın darlığı veya genişliği insanın bilincindedir. Kilit bilinçtedir. Ben çok dışarı çıkıp gezmişimdir o kapısı kilitli yerlerden. Hemde hiç kimseye görünmeden, bazen mazgaldan havalandırmaya, kimi zaman kilitli kapılardan anahtarsız doğrudan dışarıya. Bazen araba hazır kapıda, bazen de bir kuşun kanatlarında giderdim uzaklara. Oralarda da inadına yaşamak, yaşamı savunmak olmadı mı hep şiarımız. Bazen onu savunmak; ölümle yaşam arasında ince bir çizgi olmuştur. Cambazın ipi, bıçağın sırtı misali dayatmıştır kimi zaman. Bunun yaşamı çok sevmekle ilgisi yoktur aslında. İp koptuğunda, bıçak devrildiğinde ne tarafa düştüğün de önemli değildir o kadar. Bazen ipin üstünden, bıçağın sırtından yürürüz karşıya, yaşamı savunuruz. Kimi zaman da ipi keser, bıçağı yatırırız yana, yaşamı savunuruz. Çünkü yaşamı savunmak denen şey düştüğün yeri kendin seçmektir her yerde. O zaman, bir ölüm orucunda bulursun kendini, kimi zaman amansız bir direnişte, kimi zaman da doğa’nın isyanında. Şimdi zaman o zamandır. Doğa ile kavgaya gerek yok, ortak düşmana karşı uzlaşmaktır asıl olan. İşte o zaman anlam kazanır yaşamı savunmak. Bu; bazen çekirdek çitlemek kadar basit, suda taş sektirmek kadar kolay, bazen de yarin yanağına kondurulan bir öpücük kadar sade ve saf bir aşktır. Bu aşk yaşama bağlandığında onurlu bir isyan, kaybolan inançta teslimiyettir…

Korona’nın kasvetli günlerinde yaşamak; kitap okumak, yazmak, üretmek, evde harcanan emeği ve üretimi sevdiğinle paylaşmak kadar ciddi, her gün yaşanan acıların türküsünü, doğmakta olan güneşin şafağını beklerken söyleyebilmek kadar kolaydır.
Bu aşk bize yeter...Mustafa Sır


( Kaynak: https://www.facebook.com/556061101477962/posts/938089383275130/ )























Editör: Haber Merkezi