HABER MERKEZİ - DTK’nin hedef alınmasıyla Kürtlerin demokratik alanda güçlenmelerinin önüne set çekilmek istendiğini söyleyen Kürt siyasetçi Hatip Dicle, “DTK, devletin Kürt sorununun çözümünde ihtiyaç duyacağı demokratik muhataplığı fiilen gerçekleştirme azim ve iddiasındadır” dedi.


Yargıtay, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) yasal statüsüne ilişkin Kürt siyasetçi Hatip Dicle ve Aysel Tuğluk kararından sonra, Selma Irmak hakkında DTK eşbaşkanlığı görevi, bu sırada yaptığı konuşmalar ve katıldığı gösteriler gerekçe gösterilerek, “örgüt üyeliği” iddiasıyla verilen 7 yıl 6 ay hapis cezasını onadı. Bölge kentlerinde faaliyet yürüten 800’e yakın Sivil Toplum Örgütü’nün (STÖ) katılımıyla 26-28 Ekim 2007’de Diyarbakır’da kurulan ve bölgenin en büyük sivil toplum örgütlenmesi olan DTK’nin, kuruluşundan 2014 yılına kadar yürüttüğü bütün yasal ve demokratik faaliyetleri “yasadışı” gösterildi. DTK, başta Kürt sorunu olmak üzere bölgede yaşanan ekonomik, siyasal, kültürel, ekolojik ve toplumsal sorunların demokratik ve barışçıl çözümü için yerinde yönetim modeli olan “demokratik özerkliği” savunduğu için devletin hedefi haline geldi.


Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2010 yılında başlattığı soruşturma kapsamında DTK’nin daha önce kullandığı Diyarbakır Büyükşehir Belediye Konuk Evi binası, mahkemelerden alınan teknik takip kararlarıyla 2010’dan başlamak üzere çözüm sürecinin devam ettiği 2014 yılının Nisan ayına kadar dinlendi. DTK faaliyetleri nedeniyle kongre yöneticileri ve DTK’yi ziyaret eden yüzlerce siyasetçi, milletvekilli, aydın, yazar, siyasetçi, avukat, insan hakları savunucusu “şüpheli” gösterilerek, telefonları dinlendi. Mahkeme kararlarıyla bu kişiler hakkında, soruşturmalar ve davalar açıldı. 2014 sonrası da Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından DTK faaliyetleri nedeniyle defalarca soruşturmalar açıldı, çok sayıda siyasetçi ve STÖ temsilcisi yargılandı. Ancak bu yargılamalar kapsamında kimse ceza almadı.


Bütün faaliyetleri “yasadışı” gösterilerek dinlenen DTK’ye, dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek imzasıyla 19 Ocak 2012 tarihinde, yeni Anayasa için oluşturulan Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarına görüşlerini sunması için davetiye gönderildi. DTK heyeti, komisyona giderek, “demokratik özerklik” talebini içeren 6 sayfalık önerisini sundu.


Çözüm sürecinde oluşturulan 5 kişilik İmralı Heyeti arasında dönemin DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle de yer aldı. Dicle, DTK Eşbaşkanı sıfatıyla İmralı Adası’nda PKK Lideri Abdullah Öcalan ile dönemin başbakan yardımcıları ve devlet yetkilileriyle görüştü. Çözüm sürecinde devlet ve hükümet tarafından muhatap alınan DTK, daha sonra PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın talimatıyla kurulduğu, örgütlenme olarak “KCK ile özdeşlik gösterdiği” iddiasıyla “yasadışı” bir oluşum olarak gösterildi.


DTK’nin rolü ve misyonunu, faaliyetleri ve hükümet tarafından hedefe konulmasını, kurucularından ve uzun yıllar eşbaşkanlığını yaptığı kongredeki faaliyetleri gerekçesiyle “KCK Ana Davası” kapsamında 9 yıl hapis cezasına çarptırılan Hatip Dicle ile  MA / Özgür Paksoy  konuştu.



 DTK, Kuzey Kürdistan’da en üst düzeyde ulusal birliği sağlamayı; siyasal, kültürel, ekonomik vs. tüm sorunlarımızı toplumla tartışarak çözüm üretmeyi ve böylece demokrasiyi kurumlaştırmayı programına almış olan sivil toplum örgütlerinim, üst bir çatı örgütüdür.


DTK fikriyatı nasıl ortaya çıktı? DTK’nin kuruluş amacı, rol ve misyonunu nedir? DTK neyi amaçlıyor?


Bilindiği gibi Sayın Öcalan, 1999 yılındaki devletlerarası komployla, İmralı’da tek başına bir hücreye kapatıldıktan sonra, uzun süren araştırma ve incelemelerini 30 yıllık tecrübesi ile sentezleyerek, derin bir paradigma değişikliğine gitti. 1978’den beri uygulanan PKK stratejisini yeniden belirledi. Devlete, Kürt sorununda çözüm imkanı sağlamak adına, gerillayı Türkiye’nin resmi sınırlarının dışına çekti. Ne var ki Türk devleti, deyim yerindeyse, bu altın fırsatı hovardaca harcadı. İdam cezasının kaldırılması ve Avrupa Birliği (AB) yolunda kısmi bazı reformlar dışında, Kürt sorununun köklü çözümü doğrultusunda, hiç bir adım atmadı.


Bunun üzerine yeniden durum değerlendirmesi yapan PKK, 1 Haziran 2004 tarihinde yeni bir askeri hamle başlattı. Doğrusu devlet, PKK’nin artık savaşamayacağı görüşündeydi. Ancak gerillanın etkili askeri eylemleri, devlet katında şaşkınlığa yol açtı. Bunun üzerine, 2005 yılında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın, Diyarbakır’da Kürt sorunu konusunda verdiği olumlu mesajlar, yeni bir dönemin işareti oldu. Arabulucuların da devreye girmesiyle, PKK 2006 yılının sonlarına doğru, tek taraflı ateşkes ilan etti. İşte DTK’nin kuruluşu ve bir misyon üstlenmesi, tam da bu süreçte ortaya çıktı. Ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK), 2007 yılında kuruluşunu ilan etti.


DTK projesi, Sayın Öcalan’ın Türkiye’de özünde Kürt sorununun şiddet boyutunda seyreden gerçekliğine karşı geliştirdiği demokratik çözüm stratejisinin önemli bir ayağıdır. Amaçlarından en önemlisi kalıcı, onurlu ve adil bir barış için devlete, her konuda çözümleri olan demokratik bir legal muhatap yaratmaktır. Bu nedenle proje, demokratik ulus ruhuyla Kürt halkı ve Kuzey Kürdistan’da Kürtlerle birlikte yaşayan tüm halkların ve değişik inanç gruplarının temsilcilerini kucaklamaktadır. Ayrıca siyasi parti, sendika, oda, baro, vakıf, dernek gibi tüm demokratik örgütlenmeleri; akademisyen ve kanaat önderi gibi kişilikleri, bir demokratik sivil toplum çatısı altında birleşmelerini, ortaklaşmalarını amaçlamaktadır. Delegeler bazında örneğin 800 kişilik Kongre bileşeninin yüzde 60’ı halk temsilcileri ve yüzde 40’ı ise demokratik örgütlerin temsilcilerinden oluşmaktadır.


Kongre bünyesinde örgütlenen komisyonlarla da, meclis tarzında, toplumun her türlü sorununu tartışacak ve çözecek hedefleri bulunmaktadır. Örneğin; Anayasa Komisyonu, Türkiye’nin acil ihtiyacı olan ve Kürt sorununu da çözümleyecek demokratik bir Anayasa taslağının oluşması için uzmanlarıyla ve tüm bileşenleriyle sorunu çalıştaylar yoluyla tartışarak, bir mutabakat ortaya çıkarmayı hedefledi. Bu konuda çok değerli çalışmalar ve sonuçlar elde etti. Ya da Ekoloji Komisyonu, bölgenin çevre ve ekoloji sorunlarını tartışıp çözümler üretti. Bu sorunlara uygulamada da yanıt oldu. Pratikleştirmek amacıyla da tüm bölgeyi kapsayan bir Ekoloji Hareketi oluşturdu. Demokratik Toplum Kongresi bünyesindeki bu tür 15-20 Komisyon, demokratik serbest çalışma ortamını bulduğu dönemlerde çok yararlı ve örnek çalışmalar gerçekleştirdi.


Bu sayede Kuzey Kürdistan’da sivil toplumun gelişmesi, örgütlenmesi ve her şeyi devletten beklemeden, tüm sorunları halkla birlikte çözmeyi hedefledi. Zaten demokrasinin tanımı da; halkın kendi kendini yönetmesi ve sorunların çözümünde söz ve karar sahibi olması değil midir? Demokratik Özerklik statüsünün özü de bu değil midir?


Özcesi DTK, Kuzey Kürdistan’da en üst düzeyde ulusal birliği sağlamayı; siyasal, kültürel, ekonomik vs. tüm sorunlarımızı toplumla tartışarak çözüm üretmeyi ve böylece demokrasiyi kurumlaştırmayı programına almış olan sivil toplum örgütlerinim, üst bir çatı örgütüdür. Tüm farklılıkları bağrında toplayan, aralarındaki sorunları çözmeye çaba sarf eden, demokratik bir sivil meclistir. Bu programıyla da, devletin Kürt sorununun çözümünde ihtiyaç duyacağı legal demokratik muhataplığı fiilen gerçekleştirme azim ve iddiasındadır.


Eğer Türkiye, Anayasası’nda yazdığı gibi demokratik, sosyal bir hukuk devleti iddiasında ise; toplumun barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğü de teminat altında demektir. Nitekim Demokratik Toplum Kongresi, yasallığı ve meşruiyetini, fiilen tam da bu ilkeden almaktadır. Tüm çalışmaları, Kongre sonuçları, kararları ve seçimleri şeffaftır. Eşbaşkanından delegelerine kadar tüm aktivistleri gönüllüdür. Mütevazi masrafları ise bileşenleri tarafından karşılanmaktadır. Özcesi; DTK açık, demokratik, legal bir oluşumdur. Zaten tüm bileşenlerinin legal toplumsal birimler olması, yasallığının da en güçlü dayanağıdır. Kanaatimce amaç ve araçları çok şeffaf olan bu demokratik sivil toplum örgütlenmesini, hukuk dışı tutumlarla terörize-kriminalize etmeye çalışmak; toplumun huzuruna, güvenliğine, hukuka ve demokrasiye karşı işlenebilecek en ağır suçlardan biri olacaktır.



Kürtlerin legal demokratik alanda güçlenmelerinin önüne, yalan ve hileleriyle set çekmektir. DTK’ye, onun delege ve yöneticilerine, HDP’ye ve diğer tüm demokratik birimlerimize yönelmelerinin esas nedeni de özetle budur.


 KCK Ana Davası kapsamında DTK faaliyetleriniz nedeniyle 9 yıl ceza aldınız. Bu süreç Aysel Tuğluk ve son olarak Selma Irmak’ın ceza almasıyla devam etti. DTK, bir dönem Meclis’in Anayasa görüşmelerine davet ettiği bir kurum, yine İmralı Heyeti’nde yer aldı. Bir yandan muhatap alınırken, diğer yandan “yasadışı” ilan edilmesi ne anlama geliyor? 


Bilindiği gibi “KCK Davaları” 2009 yılında Oslo’da arabulucular koordinesinde süren Türk devleti-PKK heyetleri arasındaki gizli görüşmeler sürecinde, dalgalar halinde yürütülen tutuklama operasyonlarıyla başladı. O dönem, özellikle yargı ve polis teşkilatında çok derinlikli örgütlenmesi olan Fetullah Gülen Cemaati’ne bağlı unsurların, ittifak halinde oldukları AKP ile birlikte, sürecin demokratik bir çözüme yönelmesini sabote etmek amacıyla, bu provokatif operasyonları gerçekleştirdiği, sonradan tüm çıplaklığıyla açığa çıktı.


Yine bu süreçte, 2009 yılının Aralık ayında, DTP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Tam da o günlerde, Sayın Öcalan avukatları aracılığıyla DTK Eşbaşkanlığı görevini üstlenmemi önerdi. Bu tür bir görevin ne kadar risk taşıdığını sezinlememe rağmen, teklifi tereddütsüz kabul ettim. DTK Olağanüstü Kongresi’nde yapılan seçimlerde de bu onurlu görevi üstlendim. Ancak daha seçildiğimin 12.günü (24 Aralık 2009) “KCK Ana Davası” kapsamında gözaltına alınıp tutuklandım. Savcı ve Hakim sorgulamasında, Sayın Öcalan’ın önerisiyle bu göreve seçildiğim sorularına olumlu yanıt verince; resmi tutanaklara “zanlı suçunu itiraf etti” şeklinde geçirilerek, birçok arkadaşla birlikte tutuklanmama karar verildi. Dört buçuk yıl bu davadan cezaevinde kaldıktan sonra, 28 Haziran 2014 günü tahliye edildim.


O dönemde, 2013 yılının başında start alan İmralı görüşmeleri devam etmekteydi. Yine Sayın Öcalan’ın önerisiyle yapılan Kongre’de, yeniden DTK Eşbaşkanlığı görevini üstlendim. Kısa bir süre sonra da Sayın Öcalan’ın önerisi ve Devlet Heyeti’nin onayıyla İmralı Heyeti’ne DTK adına dahil edildim.


Uzun yılların siyasi tecrübesine dayanarak şu gerçeği gönül rahatlığıyla ifade edebilirim. Devlet mekanizması içinde demokratik çözümü samimiyetle gerçekleştirmek isteyen bir kanat, çok güçlü değilse de her zaman olmuştur. Ancak devletin temel zihniyetine hakim olan, soykırımcı İttihat Terakki çizgisi her zaman deyim yerindeyse devlet dümenini elinde tutmaktadır. Süreci asıl belirleyen de bu güçlerdir. Zihniyetlerinin esası, derin bir Kürt düşmanlığıdır. Yüzyıla yakın bir zamandır, inatla sürdürdükleri Kürtlere yönelik kültürel soykırımı, siyasi soykırımlarla da desteklemeye devam etmektedirler. Hatta uygun bir konjonktür bulurlarsa, tıpkı Ermeni soykırımı gibi fiziki soykırımlara da yönelebilecekleri de çok net ve şüphesizdir. Temel siyasetleri hep yalana ve hileye dayalıdır.


Bu kapsamda değerlendirildiğinde, Kürt halkının legal alanda da örgütlü varlık gösterdiği son 30-40 yılda, özü hiç değişmeyen bir devlet taktiği her zaman yürürlükte olmuştur. Kürtlerin ulusal haklarını savunan tüm legal birimler, yani parti, sendika vs. tüm demokratik örgütler, kendilerinin deyimiyle “terör örgütü” ile ilintilendirmek suretiyle faaliyetten men edilmiştir. Hani halkımız arasında yaygın bir görüş vardır: “Ormanın en büyük düşmanı keçilerdir” derler. Çünkü keçi, dallardaki yeni filizleri iştahla yiyerek, ağaçların gelişmelerini önlemektedir. Bunların tavrı da aralıksız sürdürülen siyasi soykırımlar yoluyla, Kürtlerin legal demokratik alanda güçlenmelerinin önüne, yalan ve hileleriyle set çekmektir. Bunu inat ve ısrarla sürdürmeye devam etmektedirler. Hatta demokratik alanın nefessiz kalmasını sağladıkları oranda, karşı şiddeti beslediklerini de bile bile, bu kahrolasıca zihniyetlerinden asla taviz vermemektedirler. DTK’ye, onun delege ve yöneticilerine, HDP’ye ve diğer tüm demokratik birimlerimize yönelmelerinin esas nedeni de özetle budur.



Anayasa’nın hükümlerine göre DTK’nin bir yasallık problemi yoktu. Kanımca süreç, masa devrilip yeniden yıkıcı bir savaşa evrilmeseydi, DTK’nin programı, Kuzey Kürdistan’ın tüm yerleşim yerlerindeki köy ve mahallelerde Meclisler oluşturmak; bunları konfederal bir örgütlenme anlayışıyla, aşağıdan yukarıya doğru, Demokratik Toplum Kongresi çatısı altına almaktı.


DTK’nin Kürt sorununun çözümündeki rolü nedir? İmralı Heyeti’nde yer aldınız, PKK Lideri Abdullah Öcalan ile bu konuda ne tür tartışmalar yürüttünüz? 


Demokratik Toplum Kongresi’nin bir kurum olarak; Sayın Öcalan’ın Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik projesinde önemli bir yeri vardır. Hem devlete legal-demokratik bir muhatap yaratmada hem de Kuzey Kürdistan’da ulusal birliğin oluşturulduğu bir çatı örgütü olması ihtiyacının karşılanmasında önemli bir misyona sahip olduğu açıktır. Bunu vurgulamak için de İmralı Adası’ndaki görüşmeler sırasında zaman zaman, “Hatip, burada şahıs olarak değil, kurum olarak DTK’yi temsilen bulunmaktadır” diyerek dikkat çekmekteydi. Sanıyorum amacı, Devlet Heyeti nezdinde, DTK’ye resmen kurum olarak bir “tanıma-kabul” kazandırmaktı. Hatta heyetimiz dışında Devlet Heyeti ile sürdürdüğü bir görüşmede, muhtemelen heyetin talebi doğrultusunda, “DTK’nin Dernekler Kanunu çerçevesinde” yasallığı için konunun kurum nezdinde tartışılmasını bize önermişti.


DTK’nin yasal bir sorunu var mı? İmralı görüşmeleri devam etseydi, bugün DTK yine hükümetin hedefi olur muydu? 


Şahsi düşüncemi sorarsanız, birinci sorunun son paragrafında vurguladığım gibi, Anayasa’nın hükümlerine göre DTK’nin bir yasallık problemi yoktu. Tüm bileşenleri zaten legal-yasal birimlerdi. Ancak bu öneriden 2-3 ay sonra, masa devrilip savaş yeniden ateşlenince, doğrusu bu tartışma da gündemdeki yerini ister istemez kaybetmişti. Kanımca süreç, masa devrilip yeniden yıkıcı bir savaşa evrilmeseydi, DTK’nin programı, Kuzey Kürdistan’ın tüm yerleşim yerlerindeki köy ve mahallelerde Meclisler oluşturmak; bunları konfederal bir örgütlenme anlayışıyla, aşağıdan yukarıya doğru, Demokratik Toplum Kongresi çatısı altına almaktı. Böylece halkımızın tüm farklılıklarını, demokratik ulus ruhuyla bünyesinde toplayarak, kendi kendini yönettiği, geleceği konusunda söz ve karar sahibi olduğu bir demokratik mekanizma yaratılmış olacaktı. Zaten bunu başarmak, Sayın Öcalan’ın beklentilerini de gerçekleştirmek demekti.


 Öcalan, son olarak ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde önemli mesajlar verdi, HDP özelinde Kürt siyasetine uyarıları oldu. Demokratik kurumlara yönelik son saldırılara bakıldığında, devlet neyi amaçlıyor? 


Faşizm, ulus devletin zirvesidir. Nihai amacı toplumu köleleştirmek ve bunun için de tüm demokratik kurumları tasfiye etmek ya da içini boşaltarak, rahatlıkla kullanabileceği bir enstrüman haline getirmektir. Bu kapsamda, AKP-MHP-Ergenekon iktidar bloğunun, faşizmi kurumlaştırması süreci, üç yıldır tüm şiddetiyle sürdürülmektedir. Bu kapsamda faşizm, HDP’yi kötürüm hale getirmek, HDP belediyelerinin neredeyse tümünü kayyımlar aracılığıyla gasp etmek ve sonuçta HDP’yi tamamen tasfiye etmeyi hedefleyen bir çizgide, ne yazık ki halen ilerlemektedir. Yeni hedeflerinin ise CHP’li belediyeler, barolar, odalar gibi demokratik kurumlar olduğunu, zaten açıkça ifade etmektedirler. Bu kurumları, çeşitli hukuk dışı yollarla ele geçirmek ve faşizmin dayanaklarına dönüştürmek, yakın amaçları arasındadır.



Faşizm hala yaşayabilen demokratik kurumlara karşı yeni bir hamle hazırlığı içindedir. Demokratik güçler birlik içinde aktif bir direniş sürdüremezse, faşist diktatörlüğün geçici bir süre de olsa iktidarda kalabildiği görülmüştür.


Ne yapmalı?


Eğer hala canlılıkları devam eden demokratik örgütler, bu yok edici tehlikeyi önlemek için halkın desteğini de alarak, güçlü, aktif ve etkili bir dayanışma temelinde hemen direnişe geçmezlerse; faşizmin kurumlaşmasında yeni bir aşamanın gerçekleşeceği, artık bir sır olmaktan çıkmıştır. Nitekim amaçlar, planlar ve hedefler açıkça deklare edilmektedir. Gizlisi, saklısı da kalmamıştır. Faşist iktidar bloğu, hedefledikleri tüm kurumları tek tek yutup tasfiye etmeyi, temel bir planlama kapsamında uygulamaya koymuştur. Özcesi, insanlığın koronavirüs belasıyla uğraşmak zorunda kaldığı bu kritik dönemde, “Kurtlar dumanlı havayı sever” misali, faşizm de hala yaşayabilen demokratik kurumlara karşı yeni bir hamle hazırlığı içindedir. Dünyada faşist kurumlaşmanın gerçekleştiği ülkelerdeki örnekler analiz edildiğinde, demokratik güçler birlik içinde aktif bir direniş sürdüremezse, faşist diktatörlüğün geçici bir süre de olsa iktidarda kalabildiği görülmüştür. Ancak halkların çok büyük bedeller ödedikten sonra, nihayetinde faşizmi alaşağı ettiği de, son yüzyıllık tarihin ibretli verileri arasındadır.


Bu politikalarla sonuç alınır mı?


Tabii ki özgürlük hedefine kilitlenmiş Kürt halkının fedaice mücadelesi, her türlü meşru yolla devam ederken, devletin tasfiye ve soykırım politikalarının sonuç alması beklenemez. Ancak faşizmin kendiliğinden çökmeyeceğini de görmek gerekir. Bunun için gerektiğinde, yüksek bir bedel ödemeyi göze alarak, aktif ve her türlü meşru yolla mücadeleyi keskin bir iradeyle yükseltmek, yegane çare olarak görünmektedir.


 Bu kapsamda bir çağrınız var mı?


DTK, HDP ve tüm demokratik kurumlarımız, başta şehit kanları olmak üzere ağır bedellerin ve büyük emeklerin kazanımlarıdır. Onları bu bilinçle savunmak ve her koşulda sahiplenmek, hepimiz açısından ertelenemez bir görev durumundadır. Halkımızın ve yoldaşlarımızın bu konuda büyük duyarlılık göstereceğine olan inancım, her zaman ki gibi tam ve güçlüdür. Halkımızı ve yoldaşları özlemle selamlıyorum…

Editör: Haber Merkezi