her ölüm duvara asılı bir hatırattır! diken ateş içinde büyürse kızgınlığı can yakar, kızgınlığı can. şiiri katlar gibi duruyor kalbin şimdi.

her ölüm duvara asılı bir hatırattır!

diken ateş içinde büyürse kızgınlığı can yakar, kızgınlığı can. şiiri katlar gibi duruyor kalbin şimdi.

senden öğrendim bir yaranın nasıl bir deftere yazılacağını, senden öğrendim, avucumdaki güle bakıp gitmeyi, senden öğrendim öpmenin her yaraya nasılda iyi gelmediğini...

neden akşam olunca ben bunca sessizliğe sarılıyorum ki, bunca yalnızlığa…

hepiniz mi böylesiniz acaba, hepiniz mi benim büyüdüğüm gibi, toprağa sarılarak çoğaldınız.

kendimi çapraz tuttum tüfenglerin namlusuna. kuşlar benden sonra sesini getirirler umuduyla…
ayakucumda toprak çoğul
ayakucumda yeryüzü yalnız
ayakucumda tütün ve akşam birlikte tutuşur...

ömrüm yetmez ey serseri dudak, ey serseri susuş, ey serseri terk ediş, ömrüm yetmez dağılanları toplamaya artık. sen Musa, ey asasız doğan Musa, her insan asasız mı doğar, koynunda mı büyür bir kuzunun, sonra koynunda ölür sessizlik her insanın, dedi dağ.

ey Musa!
hatıraların sustuğu duvarlarda ölmeyen Musa, bir avuç kumaşın sardığı bu yoksulluk şimdi hangi sınır boyunda gömülüdür hatırasına. sonrası teselliydi sen çocuklara bakarken sessiz bir gülümsemeyle, ölüm haktır dedi en çok sana inananlar, ölüm haktır dedi…

kayıp düşüm. sessiz bir yataktadır nefesin şimdi. varsın kalbimin acılarını diksin ölüm! her meridyen duvara asılı bir hatırattır, dedi dağ.

(dağ suskunluğu’ndan)