Sur halkı, Sur’un dışına itildi. Şu an elit ve tepeden yaklaşımlarla sadece ekonomi ve ranta dayalı makyajlanmış bir Sur inşa edilmektedir. Bu yapılaşma Sur’un tarihine ve çoğulcu kimliğine aykırıdır. Kenti insandan ve toplumdan ayırma çabası hızla devam etmektedir.

Mehmet Nuri Özdemir*

“Tarihine, tarihsel değerlerine, tarihsel mirasına sahip çıkmayan toplumlar doğru ve güvenli bir gelecek de kuramazlar.” 

Tahir Elçi/02.12.2016/ Dört Ayaklı Minare

Sur’da devam eden sokağa çıkma yasağı 02.12.2019 tarihi itibariyle beşinci yılına girdi. Güvenlik paradigmalarının sonucu olarak gelişen sürekli savaş hali hepimizi ürkütse de artık hiçbirimizi şaşırtmıyor. Savaşlar kentleri yakıp yıkıyor, tarihi yok ediyor, insanları bencilleştiriyor ve toplumları düşmanlaştırıyor. Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapıyor. Binlerce insan yerinden yurdundan göç edip mülteci hayatı yaşamak zorunda bırakılıyor. Toplum dediğimiz şey kalmıyor. Hannah Arendt, eğer bir toplum bir gün önce olanları unutuyorsa o toplum toplum olmaktan çıkmıştır, diyor. İçinde yaşadığımız toplum bir gün önce olanları unutmaya başladı.

Kıymetli olan bir şeyin kıymetinden sürekli bahsederseniz değerini düşürürsünüz derler. Sur’un kıymeti ve Sur’a olan sevgi böyle bir şeydir. Dolayısıyla Sur’u anlatmaktan ve her defasında değerli olduğunu tekrarlamaktan çok, onu nasıl koruyabiliriz; ona nasıl sahip çıkabilir, üzerinde yaşayan toplumlar, halklar ve inançlarla ilişkisini hangi yöntemlerle sürdürebiliriz gibi rasyonel sorularla ilgilenmek gerekiyor. Bu yazıyı, 2017’de Diyarbakır kent dinamiklerinin katılımıyla kurulan Sur Platformu’nun bir aktivisti olarak ve Sur’da kentsel yıkımın beşinci yılında mevcut durumu izah etmek için yazdım.

SUR’DA NELER OLDU?

Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı, UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde (DML), Türkiye’den yer alan 17 eserden birisidir. Tarih boyunca 33 medeniyetin bugüne kadar koruduğu Suriçi, şimdi insansızlaştırılarak, sadece ticari, dini ve turistik faaliyetlerin yapıldığı ruhsuz bir kent haline getirilmek istenmektedir.
Sur’un 7 bin 500 yıllık tarihine maalesef yeni bir kavram daha eklendi. Sokağa çıkma yasakları! Sur’da çatışmalı süreçten kaynaklı onlarca insan yaşamını yitirirken 40 bine yakın insan göç etmek zorunda kaldı. Altı mahalle tamamen yıkıldı. Yıkılan altı mahalle hâlâ yasaklıdır. Yüzlerce işyeri aylarca kapalı kaldı. Birçok tescilli yapı bu çatışmalarda zarar gördü ya da yıkıldı.

Uzun süre boyunca Sur halkı temel ihtiyaçlarını karşılayamadı; eğitim ve sağlık gibi temel kamu hizmetlerinden faydalanamadı. Göç eden yurttaşlar büyük sorunlar yaşadılar ve hâlâ yaşamaya devam ediyorlar. Mülkiyet ve barınma haklarına el konuldu, mahallelerini terk etmek zorunda kaldılar, işlerini-işyerlerini kaybettiler, zaman zaman aynı şehrin insanları tarafından ötekileştirildiler.

ACELE KAMULAŞTIRMA NEYİN ACELESİYDİ?

Suriçi, 21 Mart 2016 günü Kürtlerin mitolojisinde baharın gelişini ve direnişi temsil eden Newroz Bayramında “Acele kamulaştırma” kapsamına alındı. Acele kamulaştırma kararının alınmasını beşinci yıla girmesi ve hâlâ sokağa çıkma yasağının devam etmesi acele edilen şeyin sadece insansızlaştırma ve yıkım ile ilgili olduğunu gösteriyor.

Acele kamulaştırma kararı, Suriçi’nde 140 hektar alanı kapsıyor (Toplam 7 bin 714 adet parselin 6 bin 292 adedi yani yüzde 82). Bakanlar Kurulu kararında acelelik halinin ne olduğu ve sebepleri belirtilmemiştir. Bir başka dikkat çekici durum ise, bilindiği üzere sit alanı ilan edilen bir bölgede riskli alan uygulaması gerçekleştirilememektedir. 2863 Sayılı Yasa ile yetkili idare Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır. 6306 Sayılı Yasa ile de yetkili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’dır. Riskli alan kararı, alanın tasfiyesini; sit alanı kararı ise alanın dokunulmazlığını koruyan yasalardır. Birbiriyle açıkça çelişen bu iki menfaat hukuku şu anda Sur bölgesinde aynı anda uygulanmaya çalışılıyor, hukuka aykırılık da bu noktada başlamaktadır.

Söz konusu taşınmazların kamulaştırıldıktan sonra, hangi amaçla ve kim tarafından kullanılacağına dair 6306 Sayılı Yasa’da açık bir düzenlemeye yer verilmemiş olması ile kamu yararı amacı bulunmadığı görülmektedir. Ekonomik yetersizlikler sebebiyle hak sahibi malikler etkin yargı yoluna erişememiştir. Ancak gönüllü avukatlar üzerinden birçok başlıkta hukuki mücadele süreci devam etmektedir.

ALİPAŞA VE LALEBEY MAHALLERİ KENTSEL DÖNÜŞÜM KAPSAMINDA YIKILDI

Mayıs 2017’den itibaren acele kamulaştırmaya alınmayan Alipaşa ve Lalebey mahalle sakinleri camiden yapılan anonslarla, suları ve elektrikleri kesilerek ve kanalizasyonlar kapatılarak kentsel dönüşüm bahanesiyle evlerinden çıkarıldı. Zorla tahliyeler yapıldı. Evler hızlı bir biçimde yıkıldı. Çatışmalı sürecin negatif motivasyonu da kolluk kuvvetleri tarafından vatandaşların üzerinde bir tehdit olarak kullanılarak çatışmaların olmadığı mahallelerin bir an önce boşaltılması ve insansızlaştırılması esas alınmıştı. Yıkımların hemen sonrasında ‘kentsel dönüşüm’ kapsamında mahalle sakinlerinin rızasına başvurulmadan Sur’un tarihi dokusuna uymayan yeni betonarme evler inşa edildi.

YENİ YAPILAN EVLER KİME SATILACAK?

Sur’da yapılan yeni konutlar, Sur’un mimarisi ile alakalı olmadığı gibi daha önce orada ikamet eden yurttaşların hayatları boyunca alamayacakları düzeyde astronomik rakamlarla fiyatlar biçilmiş. Bunun nedeni çok açık. Çatışmalı süreç devam ederken iktidar tarafından ortaya atılan Toledo söylemi, Sur’un sermaye ve ranta peşkeş çekileceğine dair bir göndermeydi. Sur’da yasakların kalkmamasının nedenlerinden biri de yine sermaye grupları arasında çıkan çelişkiler ile Sur’da işlenen kent suçlarını örtmeye yöneliktir. Sur’da yapılan villaların hangi amaçla yapıldığı ve kimlere satılacağı hâlâ muammadır. Doğrusu Sur’daki hukuksuzluk ve işlenen kent suçları krize dönüşmüş durumda.

BARINMA VE MÜLKİYET HAKKI GASP EDİLDİ

Acele kamulaştırma kararlarıyla yurttaşların mülklerine el konuldu, evrensel hukuk normları ile güvence altına alınmış olan ‘barınma ve mülkiyet hakkı’ yok sayılarak insanlar yersiz yurtsuz bırakıldı. Sur’daki kentsel yıkımın kentte olası sonraki yıkım projelerinin de tetikleyicisi olacağı, yaşam alanlarının rant alanlarına dönüştürüleceği ve sermaye gruplarına peşkeş çekileceği açıkça görülüyor. Sur halkının kültüründen uzaklaştırılıp kültürel ve kentsel asimilasyonla karşı karşıya bırakılması, ekonomik olarak yoksullaştırılması, toplumu tek tipleştirme aracı olarak kullanılan TOKİ konutlarına borçlandırılması ve takas yoluyla mahkûm edilmesi adaletsiz iktidarın hiçbir zaman unutulmayacak kötülüklerinden birisidir. Sur kenti başta olmak üzere şiddet ve savaşların kentler ve toplumlar üzerinde yarattığı tahribat onarılamaz niteliktedir. Oysa bir kenti kurmak ve üzerinde bir yaşam ve kültür yaratmak, yılları hatta asırları almaktadır.

SUR’U İNSANSIZLAŞTIRMA POLİTİKASI SUR’A YAPILAN EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR

Sur’da yaşayan halkın büyük bir çoğunluğu 90’lı yıllarda uygulanan güvenlik politikaları sonucu boşaltılan köylerden göçe zorlanan yurttaşlardan oluşmaktaydı. 90’larda yaşanan hak ihlallerinin yarattığı ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yıkımların sonuçları hâlâ onarılmamışken, şimdi de başka bir yıkım ve göç sonucu yeni bir travmatik durum yaşamaktalar.

Çatışmalı süreçten dolayı yıkılan kentte birçok sorun devam ederken Sur da yaşanan başka bir duruma dikkat çekmek istiyorum. Paradoks gibi görünse de Sur halkı Sur’un tarihi yapısından kaynaklı büyük bir mağduriyet yaşamaktadır. Tabiri caizse Sur’un tarihi Surluları evsiz bıraktı desek yeridir. Sur halkı Sur’daki yapılaşmanın bu kadar uzamasının ve sorunlu olmasının kendilerini çok mağdur ettiğini düşünüyor. Bunun tarihi ile ilgili olduğunu çok iyi biliyorlar.

Diğer bir nokta ise, hem iktidarın hem de Sur’un tarihsel mekanlarını ziyaret etmek için gelen kimi heyetlerin, Sur’un tarihine Sur toplumundan daha fazla değer verdiklerini düşünüyorlar ve bu onlarda büyük bir kırılganlık ve öfkeye neden oldu. Yıkımın olduğu mahallelerde birçok insanın “Kimse bizim için buraya gelmiyor, kimse sorunlarımızı dert etmiyor, herkes Sur’a gelip fotoğraf çekip gidiyor.” dediklerine defalarca tanık oldum.

Sur’un yeniden yapılandırılması sürecinde, üzerinde yaşayan ve hak sahibi olan yurttaşlarla birlikte ve onlarına rızalarına başvurulmadan yapılması tarih ve toplumu karşı karşıya getirdi. Sur halkı, Sur’un dışına itildi. Şu an elit ve tepeden yaklaşımlarla sadece ekonomi ve ranta dayalı makyajlanmış bir Sur inşa edilmektedir. Bu yapılaşma Sur’un tarihine ve çoğulcu kimliğine aykırıdır. Kenti insandan ve toplumdan ayırma çabası hızla devam etmektedir.

‘SUR ORTAK DÜNYAMIZDIR’

Yıkım, ölüm, göç, öfke ve düşmanlık bu kadar basit olmamalı. Sur kentinde tarihsel süreç boyunca bütün devasa savaşlara rağmen yaşam kesintisiz bir şekilde sürmüştür. Sur’un birçok antik kentten ayırt edici özelliği bu olsa gerek. Sur kenti, üzerinde yaşayan toplumlar, halklar ve inançlarla güzeldir. Sur, tarihsel süreç boyunca bu çoğulluğa ev sahipliği yaptığı için değerlidir. Tarih ve toplum Sur’da asırlardır iç içe yaşanmıştır. Bu nedenle Sur Platformu’nun en çok kullandığı ‘Sur ortak dünyamızdır’ sloganı çok anlamlıydı. Sur kenti bu çoğul kimliğinden dolayı belli bir kesime, sermaye veya iktidar grubuna, belli bir etnik ya da inançsal grubun mülkiyetine ve hegemonyasına bırakılamamalı, tek tipleştirilip satılmamalıdır ve en önemlisi insansızlaştırılmamalıdır.

SUR’DA KENTSEL YIKIMIN ARKA PLANI

Bu yıkımla kolektif ve dayanışmacı toplum hedef alındı. Sur toplumu, toplumsallık ile örülmüş sokaklardan ve mahallerden koparıldı. Kentsel dönüşümle, kentin tarihsel, kültürel, ekolojik ve toplumsal dokusu tahrip edildi. Sur içinde yaşamını inşa eden ve dayanışma ruhunu güçlendiren kadınlar yaşam alanlarından uzaklaştırıldı. Yasalara ve yönetmeliklere dayandırılan fakat özünde temel insan haklarına aykırı olarak gerçekleştirilen bu yıkım ile yurttaşlar yoksullaştırılarak bağımlı hale getirildi.

Diyarbakır’da TMMOB İKK, Surlu aileler ve hukukçularla yaptığımız görüşmelerde öne çıkan birçok talep var. Temel talepleri, Sur’u korumak isteyen herkesin, Sur’un tarihi ve üzerinde yaşayan toplulukların yaşam biçimini birbirinden ayırmadan ikisine de saygılı ve duyarlı olmasıdır.Diğer talepler ise şöyle:

● Sur kenti ile ilgili kimliksizleştirme ve tektipleştirmeden vazgeçilmeli ve satılmamalıdır.
● Altı mahallede uygulanan sokağa çıkma yasağı kaldırılmalı, mahalleler uluslararası uzman heyetlere ve ilgili kent dinamiklerinin incelemesine açılmalıdır.
● Acele kamulaştırma kararı kaldırılmalı, bu kararlara dayanılarak şu ana kadar yapılan uygulamalara itirazın hukuk yolu açık tutulmalıdır.
● Sur’da kentsel dönüşüm, kentin tarihsel, kültürel, ekolojik ve politik yıkımıdır. Kentsel dönüşüm bir an önce durmalıdır.
● Bu mahallelerde yapılan yeni evlerin yapımı ve satışı durdurulmalı, yeni yapılan evler KAİP’e göre –Koruma Amaçlı İmar Planı –restore edilmeli ve mahallede oturan hak sahiplerine herhangi bir sözleşme ve borçlanma talep edilmeden teslim edilmelidir.
● Yıkım süreci ile birlikte revize edilen KAİP yeniden düzenlenmeli veya eski haline getirilmelidir.
● Mülkiyet devri mevcut kentsel sorunlar sürdüğü sürece iptal edilmeli, yurttaşların mülklerine el konulmasından vazgeçilmelidir.
● Evrensel hukuk normları ile güvence altına alınmış olan ‘barınma ve mülkiyet hakkı’ korunmalıdır.
● Çatışmaların olmadığı Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde yapılan evlerin tümü mülk sahiplerine teslim edilmeli, bu evler hiçbir koşulda şirketlere verilmemeli, ticari faaliyetler için değil yurttaşların barınma ihtiyacı için kullanılmalıdır.
● Surluların, BM’nin Eve Dönüş İlkeleri ışığında mahallelerine geri dönmeleri sağlanmalıdır.

ULUSLARARASI HUKUKTA EVE DÖNÜŞ HAKKI UYGULANMALI

Sur’da zorla tahliyeler yapıldı. BM’ye göre zorla tahliyeler; elverişli konut, beslenme, su, sağlık, eğitim, çalışma, kişinin güvenliği, evin güvenliği, insanlık dışı ve aşağılayıcı davranış görmeme ve dolaşım özgürlüğü gibi insan hakları dâhil, uluslararası ölçekte kabul edilmiş bir dizi insan haklarının ağır ihlâllerini oluşturmaktadır. Zorla tahliyeler, keyfi yer değiştirmelerden doğan nüfus transferleri, kitlesel ihraçlar, toplu göçler, etnik temizlik ve insanların evlerinden, topraklarından ve toplumlarından zorlanarak ve gönülsüz çıkarılmalarına yol açan diğer uygulamaların sonuçlarıyla benzerlikler taşımaktadır.

Sur’dan zorla tahliye edilen insanların konut hakkı ve eve dönüş hakları vardır. BM Özel Raportörü, elverişli konut hakkını şöyle tanımlamıştır: “Her kadının, erkeğin, gencin ve çocuğun, barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabileceği güvenli ve korunmalı bir evde yaşamını sürdürebilme hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB) 25.1’inci maddesine göre, “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Uluslararası insan hakları hukuku ile ilgili yorumlarında konutun yalnızca bir çatı ve dört duvardan oluşan fiziksel bir yapıdan ibaret olmadığı net olarak belirlenmiştir; bunun yerine, konut, güvenli ve korunmalı bir yaşama alanının oluşturulması için gerekli çeşitli maddi ve manevi elverişlilik unsurlarını içeren çok daha geniş bir kavramdır. Ayrıca, elverişli konut yalnızca arzulanan bir amaç değil, tüm insanların sahip olduğu temel bir insan hakkıdır.

Yerinden edilen kişilerin, evlerine ya da sürekli yaşadıkları yerlere gönüllü geri dönüşlerine olanak sağlama konusu, Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 12’nci maddesinde yer alan özgürce hareket etme hakkı ve bireylerin ikamet edecekleri yeri seçme hakkına dayanıyor. BM’nin Ülke İçinde Zorunlu Göç Ettirme Konusunda Yol Gösterici İlkelerinin 86, 87 ve 88’inci maddeleri bu konuda temel referans maddeleridir.

SUR PLATFORMU NELER YAPTI?

Sur Platformu, birçok kurum, sivil toplum kuruluşu, siyasi parti ve kişilerin katılımıyla Sur’daki yıkıma karşı Sur’un ve Sur toplumunun sesi olmak için kurulmuştu. Platform, Sur halkının toplumsal yaşamının ve fiziki koşullarının düzeltilmesi için ahlaki ve vicdani bir sorumluluk üstlenmişti. Bu sorumluluğu tek başına değil, başta Diyarbakır halkı olmak üzere kent yıkımlarına, tarihe ve kültürel mirasa duyarlı tüm kesimlerle birlikte yapmaya çalıştı. Bu süreçte Sur kenti ve Sur halkının bütün sorunları çözülmediyse de Sur Platformu’nun da kolaylaştırıcı rolüyle kent, birçok yapı, parti, inisiyatif, heyet, kişi, oluşum ve platform tarafından ziyaret edildi ve Sur yalnız bırakılmadı. Bu açıdan kentsel yıkımlara karşı ‘kent ve konut hakkı’ odaklı toplumsal bir hareket bağlamında Sur Platformu önemli bir deneyimdi. Sur’un ve Surluların sesi olmak için yapılan çalışmaların bir kısmını aktarmak gerekirse:

● Mahallelerde yıkımın önüne geçmek için yurttaşlarla birlikte uzun bir süre yıkılan evlerin önünde dayanışma nöbetleri tutuldu,
● Birçok kez basın açıklamaları yapıldı,
● Sosyal medya çalışmaları ile sorunlar kamuoyu ile paylaşıldı,
● TBMM’ye yıkım ve yapım ile ilgili muhalif siyasi partilerin duyarlı vekilleri üzerinden çeşitli önergeler verildi,
● Surlu aileler ile birlikte mecliste parti gruplarında konuşmalar ve görüşmeler yapıldı,
● Yıkıma karşı suç duyuruları yapıldı ve yurttaşlara asgari koşullarda hukuki destek sunuldu,
● OHAL sürecinde imza kampanyası başlatılarak yaklaşık 15 bin imza toplandı,
● Duyarlılık oluşturmak için yerelde ve genelde birçok kurum ziyaret edildi,
● Yurt dışında AB ve BM’nin olduğu yerlerde ve İstanbul’da resim sergileri yapıldı,
● Sur ve Hasankeyf için eş zamanlı 20 ülkede demokratik eylemler yapıldı,
● Onlarca heyet organize edildi ve Sur ziyaretleri gerçekleştirildi,
● Türkiye Arkeoloji Derneği ile ortak çalışmalar yapıldı,
● Üniversitelere verilmesi ve kayıt altında tutulması için onlarca tez oluşturuldu ve tez hazırlayanlara bu konuda ciddi veri akışı sağlandı,
● UNESCO’ya mektup gönderildi,
● Yıkımla ilgili onlarca röportaj ve TV kanalında program yapıldı,
● Birçok belge film hazırlandı, bazıları hâlâ yapım aşamasında,
● İstanbul’da “Sur’la Dayanışma Platformu” kuruldu. Bu platform ile Sur’un dostları İstanbul’da Sur için resim sergisi, imza kampanyası, basın açıklamaları ve daha birçok çalışma yürüttüler,
● Sur’dan zorla göçertilen aileler evlerinde ziyaret edildi, imkan ve olanaklar dahilinde temel ihtiyaçları karşılandı,
● Ailelerle dayanışma amaçlı birçok görüşme ve buluşma yapıldı,
● Alipaşa ve Lalebey mahallerinde Ramazan ayında Yeryüzü Sofraları kuruldu ve iftar yemeği verildi.
● Çocuklara, kadınlara ve bazı ailelere dönük psikolojik destek sunuldu,
● Yüzlerce sanatçı, aydın ve yazar basından ve sosyal medya hesaplarımızdan Sur için çağrı yaptı,
● Sur’a dair ulusal ve uluslararası yaklaşık 25 tane rapor hazırlandı,

Bu çalışmalarda Sur’un tarihsel kimliği ve Sur’da yaşayan yurttaşların hakları için çaba içinde olan tüm kesimlerin emeği çok kıymetliydi. Her tarih kendi zamanına, her halk üzerinde yaşadığı yere aittir. Kentler, otoriter ve baskıcı rejimlerin eliyle yıkılsa da oralarda yaşayan insanların hafızasından asla silinemez.

Tahir Elçi’ye bir kez daha saygıyla…

*İhraç Kürt öğretmen


Editör: Haber Merkezi