Seçimin Seçimi  İlginçtir, seçimle hayatımın bu kadar içer den kesişmediği çocukluğumu hatırladım seçim akşamında. Seçimle ilk ilişkimi zihnimde kurduğumu hatırlıyorum.

Seçimin Seçimi 

İlginçtir, seçimle hayatımın bu kadar içer den kesişmediği çocukluğumu hatırladım seçim akşamında.

Seçimle ilk ilişkimi zihnimde kurduğumu hatırlıyorum. Henüz ilkokulda okuyorum. Zamanın tek haberleşme kanalı radyoda seçim haberleri veriliyor. Spiker; oyların dağılımı diyor ve sıralıyor partilerin adlarını. AP ve CHP aklımda kalan iki parti. Dağılım rakamlarında CHP hep az çıkıyor! Dinliyorum ciddiyetle, sonuç çıkarmaya çalışıyorum. Bizim evde CHP’ye oy verildiğini biliyorum. O yüzden oylar az çıkınca üzülüyorum ama “dağılım”ın anlamını bilmiyorum. Daha çok “seçimden önceki durum herhalde” diye yorumluyorum, teskin ediyorum kendimi.

İkinci anım, biraz daha ileri yaşlarımdan. Lise ikideyim ve o sonbahar milletvekili seçimleri oluyor. Seçim propagandalarını yatılı okulda ancak radyodan duymuş, nasıl olmuşsa kendime görev çıkarmışım! Akşam etüdü başlamadan, tıkıştırıldığımız küçük sınıfın öğretmen masasına çıktım. Elimi mikrofon gibi yapıp konuşmaya başladım; ey halkım, bana oy verirseniz Kayseri’ye deniz getireceğim! Sınıf kahkahaya koyuluyor ve ben sağ ayağımı öne atıyorum… Küt diye bir sesle kendime geliyorum; öğretmen masası ile ilk öğrenci sırası arasındaki boşluğu aşamayan sağ ayağım araya sıkışmış! Canım yanıyor, ağzımsa kulaklarımda; sırıtıyorum. Koşup o vaziyetten beni kurtaran arkadaşlarımın sözleri hala kulaklarımda: Ya arkadaşlar, Mukaddes politikacı olacak galiba gelecekte… Ne tahminmiş ha!

Seçim günü sandık görevlisi olduğum yerde, diğer sıkıntıların yanında seçim pusulası dağıtma yerimi ve işimi “uyanık” MHP’liye kaptırmamak için aşırı çaba sarf etmiş ve çok yorulmuştum. Sabahın köründe gelip okul bahçesinde buluştuğumuz arkadaşlar, görev sınıflarına dağılınca adeta kaybolmuşlardı. Benim sandıktaki CHP’li kadın görevliden, başlangıçtaki ataklığından sonra hayır yoktu. Anlaşılan ona, aman ha, kışkırtmalara gel, sıkı uzlaşıcı ol diye tembih tembih etmişlerdi. Oy ve Ötesi’nin müşahiti de olmasa durum iç açıcı değildi. AKP ise bina sorumlusundan çaycısına kadar örgütlüydü. MHP’nin açıklarını gidermek için bile yedek sandık görevlisini, sandık güvenlikçisi eliyle getirip teslim etti ama zaten bir MHP’li olduğu için çekip gitti. Sonuçta sandıkta işler bitti. Sandık başkanı yanına bir memur, bir de AKP’liyi alıp gittiğinde, bizim okul sorumlusu da ıslak imzalı tutanağı alıp beni de, “artık ihtiyaç yok” diyerek ve teşekkür ederek serbest bıraktı. Geç vakit eve geldiğimde sonuçlar yeni yeni açıklamalarla geliyordu. CHP İstanbul İl Başkanının “elimizdeki verilere göre, seçim ikinci tura kaldı” açıklamasını duydum, HDP sosyal medya bilgilerine ilaveten alınca, AA’nın her zamanki haline aldırış etmeyip yattım.

Ertesi sabah zamansız bir telefondan durumu öğrendim ama kalkmadım yataktan. Fakat az sonra, kızımın yanağıma bir öpücük kondururken, beni niye filanca yerde doğurmadın, serzenişiyle kendime gelmek zorunda kaldım. Kahvaltı yapıp çıktım evden.

Sokaklar, caddeler insan doluydu. Afişler, bayraklar ve flamaların yerinde ise yeller esiyordu! Nasıl oldu da bir gecede bu kadar temizlik oldu, şaştım kaldım. O zaman daha dikkatli baktım insanlara. Sanki bir gün önce seçim olmamış, bir şeyler değişmemiş gibi çok sessizler. İşlerine gidiyorlar, alış veriş yapıyorlar, geziniyorlar, şuraya buraya koşturuyorlar. İstanbul her zamanki gibi, kalabalıktan geçilmiyor.  Kimse kimseyle konuşmuyor, kimse kimsede merak uyandırmadan geçip gidiyor. Sessiz ve duyarsız diyeceğim bir yüzler, ayaklar, eller geçidi görüp izlediğim manzara. Birkaç tür ulaşım aracında birlikte seyahat ettiğim bütün yüzlerde aynı ilgisiz, hayat akışına uymuş kendiliğinden bakış ve de haller vardı. Aklıma, bir bayram arifesindeki Gazze geldi. Bayramda bir günlük ateşkes ilan edilmiş, Gazzeliler savaşın yıktığı sokaklarda alışveriş telaşındaydı. Yiyecek içecek neyse de, o yıkık sokaklarda giysilerin sergileri çok tuhaftı. Gazzeliler sanki birkaç saat ya da bir gece önce savaş içinde değilmiş gibiydiler. İnsan soyunun “yaşam gailesi” bu idi, her şeye inat…

Uğradığım hastane ziyaretinde gördüğüm de, herkesin kendi işi ve derdiyle meşgul olduğuydu. Atölyeye geldiğimde seçim gündemli sohbet bitmişti! “Ahmet Hamdi T. çalışma günümüzdü. Akşam oldu, bilgiler tamamlandı aşağı yukarı. Reis balkon konuşmasını sektirmemiş, daha oyların yüzde 25’i açıklanmışken kazandık diye müjdesini vermiş. O gece için herkesi YSK önüne bekleyen ana muhalefet lideri ortalarda görünmediği gibi açıklama bile yapmamış. Her nasılsa partinin resmi başı da konuşmamış. Sözcüler de yarım saat sonra kendilerini yalanlayıp Reis ve takımının kazandığını söylemişler. Muhalefetin diğer iki lideri de ortada yok. HDP’lier ise pek çok ilde barajı aşmanın sevinciyle gösteri yürüyüşlerinde… Geç baskı yapan gazeteler ve tv.kanalları listeleri geçiyor, seçim yorumları baş köşeyi tutuyor.

İki günün bilgi özeti bu.Bilgi özetinin gösterdikleri ne?

Aslında bilgiyi değerlendirmeye bile gerek kalmadan rejim rengini, tehditlerle gösterdi bile. Baskın seçimi nasıl şiddet yoluyla topluma dayattıysa aynı şekilde seçim sonuçlarını da şiddet yoluyla topluma dayatacağını pervasızca açığa vurdu; daha ilk anda. Söylentilerle dile gelen gerçekliğe göre YSK önünden İnce uzaklaştırılırken kentler AKP’lilerin silahlı gösterileriyle inliyordu. “Terörle ilişkinizi kesin” diyerekKürt siyasetine nasihatabaşlayanların nasıl da gafil avlandığını bundan daha iyi ne anlatabilirdi ki? O gün o gece içki satışı yasaktı ama silah kullanmak serbestti. Yoğun tepkiler üzerine dört kişinin tutuklanmasına bakmayın siz. Yarın onlar bırakılır ama topluma asıl verilmesi gereken mesajı verdiklerinden eminler: Korkun bizden! Belgrad ormanlarına gömdüğümüz silahları, gördüğünüz gibi anında çıkarırız!

Gecenin atmosferini İçişleri Bakanı namlı şahıs ertesi gün sürdürüp, Meclisin birinci ve ikinci muhalefet partisini tehdit etti; aşağıladı… Suç üretmede üzerlerine misal olmaz rejimin yetkilileri başkalarını suçlamakta beis görmüyor ve kabadayı demeçler ve talimatlarla toplumu güdeceklerini duyurmaktan geri durmuyorlardı. Oy skandalarında oynanan oranları ise bilmiyoruz, kimse de bilemiyor. Çünkü YSK’nın önü iş makineleri ve tomalarla kapatılmışken alternatif oy sayım sistemleri nasıl olduysa çalışmadı! Oyların sayımı ondan sonra, o gece için tamamen iktidar mekanizmasına geçti. Oylara bakıp inanmamızı istedikleri en sivri yalan; Kürtlerin MHP’yi birkaç kat oyla ödüllendirdiği idi. 150 bin oyluk sandıklar taşınmış, vali-kaymakam- muhtar ve her çeşit devlet ricali Cumhur Bloku için çalışmış ve MHP kazanmıştı! Bu küstahlıktı, başka bir şey değil. Daha ne skandal sonuçlar açıklanıyordu. Oysa bu ülkede milyonlar bu iktidarı bir daha başında görmek istemiyordu.

Gerisi bir tufan mı, sindirme zamanı mı olacaktı?Tufanı, bizzat muhalefet liderleri; üç cumhurbaşkanı adayı geri çekilerek, seslerini kısarak önlediler. Bu iktidar lehine tufan önleme çabasını, tarih daha önce de yazdı, bu kez de “demokrasi için” yola çıktıklarını 100 gün haykıran liderler yazdılar, Harekete geçirdikleri milyonların sonuçlara karşı hareketinden korktular o gece! Er geç tarihin kara tarafında yer aldıklarını görecekler mutlaka. Ama onlara inanıp yarı yolda bırakılanlar tutumlarını değiştirirse, yarı yolda bırakılmaya karşı kendi yollarını açma cesareti gösterirlerse... “Armut piş, ağzıma düş” diye bir şey yok; kazanılacak her şey emekle, mücadeleyle kazanılacaktır. Zaten ana muhalefete terkedilecek bir şey kalmadı da. Zira ana muhalefet, şehit cenazelerinde protokol yeri kavgasıyla uğraşıyor. İstemediğimiz iktidar ana muhalefeti, ağzındaki peyniri kaptıracak olan karga yerine koymuş oynuyor.