NARSİSTİK KRİZLER VE KÜSKÜNLÜKLER!
Her ülkenin, her kentin kendine has uygarlık biçimi olduğu söylenir. Kuşkusuz aydınlanma ahlaki ya da entelektüel bir olgu değil, toplumsal bir olgudur.Türkiye’nin toplumsal yapılanması ortada; baskıcı yönetim ve hiç bitmeyen savaş hali bizleri tekrara iten yazılımlara sürüklüyor...
Tarih bize gücün kendine ait olmayanı yıkmak ve yok etme eğiliminin ve histerisinin olduğunu gösterir. Baskı ve dengesizlikten kaynaklanan bir toplumsal çatışma var olduğu sürece, eşitlikçi ve denklik içeren adilane çözümün zorluğu kendini dayattıkça dayatıyor. Baskıcı toplumlar, benliği akıldışı bir şekilde var olacağı bir gerilemeye ve bilinçdışına yönlendirir. Bilindiği gibi, “Bilinçdışı” yadsımanın diyalektiğine dayanır; içeriklerin bastırıldığını varsayar, bu içerikler ise bastırıldıkları için bilince ulaşmaz, öznede ya dilin ya bedenin ya da her ikisinin dönüşümüne yol açar.
Dağlıca’da yaşamlarını yitiren asker ve gerillalara tepki daha farklıydı… şiddetin meşru nesneleri haline gelen asker ve gerillalar bu ülkenin gençleri, bu yüzden bu acı ve şiddet herkese aittir. İmparatorluğun arka bahçesinden yeşeren Cumhuriyet, geçmişiyle hiç hesaplaşmadığı gibi, taklitçilik, yasaklar, tabular, putlaştırılan liderler, darbeler ve çetelerle farklı dillere ve kültürlere tahammülsüzlüğün sonucu nasıl demokrasi oluyor anlatılsınlar da anlayalım…
Nuray Mert, “Kürtler ve Faydasız Salaklık” adlı yazısında haklı olarak sitem ediyor desem de, öteki ile arasında dile gelmeyen bir mesafenin ve muğlaklığın esrimesi mi, hatta, “Faydasız Salaklık” söylemi buyurucu dışlama edimindeki bölünme korkusu mu diye düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü çoğu kez kendilerini safderunlukla suçlayanlar, kendi özgürlüklerinden vazgeçme pahasına, başkalarının özgürlüklerine ket vurma durumuna katkı sunuyorlar. Küskünlük duygusu gizliden gizliye çok renkli egemen ulus milliyetçiliğini harekete geçirmede oldukça mahirdir dersem Nuray Mert alınmasın.
Öte yandan elektronik postama gelen bir çok iletiden Frantz Fanon –kavgaysakavga imzalı okurun akılcı olmayan öfkesi iyi düşüncelerini gölgeliyordu. Bendenizi de dahil ettiği üçüncü grup olarak sınıflandırdıkları: kafalarının Kürt sorunundan başka şeye çalışmayanları ve barış istemeyi de kimselere bırakmayanları “İğrenç” bulması toplumsal ruhun göstergesi demek hiç de yabana atılır bir durum olmasa gerek.
Kuramsal düşüncenin çıkış noktası, muhalefet, reddediş ve mücadeledir. Türkiye’de güçlü bir muhalefet olmadığına göre, yıllardır tek dil ve kültürde ısrar edildiğine göre, Misak-î Milli sınırları yeniden yeniden anımsatılmak için, ötekiye, düşmana ve korkuya ihtiyaç duyuluyor. Eli kalem tutan okurun “İğrenç” sözcüğünü kullanması kolektif kişiliğin önemli bir işaretini oluşturuyor. Sözcükler yalan söylemez! Burada Julia Kristeva’yı anımsamakta yarar var. Kristeva, “Tiksinme bir tür narsistik krizdir, bu narsistik kriz de kendi hakikatiyle iğrenci doğurur. Ötekinin aşırı katılığı, ötekinin arzu nesnelerinin yitirilmesinde ortaya çıkan kusuru. Her iki durumda iğrenç ötekindeki “Ben”i desteklemek için ortaya çıkar. İğrenç zaten yitirilmiş olan bir nesneye duyulan yasın şiddetidir” diyor. Yaralı ve fobik bilinçlerin tiksintiden başka nesnesi yoktur!
Savaş yaşanıyorsa, ölümler dur durak bilmiyorsa, barış ve diyalog biz istesek de istemesek de gündeme gelip kendini dayatacaktır. Bugün tırmandırılmaya çalışılan Türk- Kürt çatışmasıyla yargı ve hukukun pazar mekanizması aklanmaya çalışılıyor. İçinde yaşanılan gerçekliği ısrarla dile getirmek , bu yangını ve acıyı akılla kavrayanların barıştan söz etmeleri biricik görevleri değil midir? Yıllardır iktidarı bilgili kılmak yerine, bilgi iktidar sahibi olmayı becerebilseydi, bizlerde salt huzuru değil, en azından dinginliği özleyip oluşturabilirdik.
Editör: Haber Merkezi