‘’Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır.’’

Eğitim kavramını, insanı belli amaçlara uygun yetiştirme süreci olarak tanımlayabiliriz. İnsanı kültürel hayata hazırlayan bu sürecin amaçlı ve planlı olarak yapılanıdır. Devletin ve toplumun geleceği için insana yönelik yatırımlar söz konusu olunca belli bir amaç, belli bir içerik önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda, eğitim bedensel ve zihinsel hedeflenen davranışları kazandırmak olarak ele alınabilir. Eğitim insanı bir ‘’kasıt’’ doğrultusunda kültürleştirme ve şekillendirme sürecidir diyebiliriz. Eğitim yetenek ve bilginin geliştirilmesidir. Antik Yunan Filozofu Sokrates ise eğitimin insanları daha mutlu edeceğine inanıyordu. Eğitim, toplumun değer yargıları ile bilgi ve beceri birikiminin yeni kuşaklara aktarılmasıdır. Kişinin belli bir yaşam tarzını öğrendiği toplumsallaşma ve kültürleşme süreci ile özdeş tutulabilir. Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla, kasıtlı olarak istendik yönde davranış değişikliği meydana getirme sürecidir. Eğitim birey doğduğu andan itibaren başlar aile, okul ve çevre etkileşimi ile yaşam boyu devam eder. Kişiyi bir yandan yaşama hazırlar, bir yandan da gelişimini sağlar.

Öğretim, eğitimin okullarda planlı programlı yapılan kısmıdır. Öğretim, belirlenmiş müfredat doğrultusunda uzmanlık kazanmak anlamında kullanılır.

Eğitim ve öğretim birlikte çok kullanılan iki kavram olmasına rağmen insanlar eğitim ve öğretimin farkını tam olarak kavrayamamakta, bu iki kavramı birbiriyle karıştırıp aynı sanmaktadırlar. Öğretim sadece öğretim kurumlarında belirli bir plan dahilinde ve belirlenen sürede gerçekleştirilirken, eğitim hayatın her alanında insanın doğumundan ölümüne kadar insan ile beraberliğini sürdürmektedir. Bu yönüyle eğitim, insan hayatına öğretime göre daha çok önem arz eder. Bizler de bu düşünce ile hareket ederek çocuklarımızın geleceği için salt öğretim değil, eğitime de hak ettiği önemi göstermeliyiz. Zaten ülkemizde eğitim ve öğretimi sürdüren bakanlığın isimi milli öğretim değil Milli Eğitim Bakanlığı’dır.

İlk resmi eğitim sistemi Antik Yunan’da hayata geçmiştir. Sadece zengin ailelerin çocuklarını politikaya hazırlamak için verilirdi.1800’lü yıllarda okullar, hükümet denetimi altına girmiş ve 1900’lerden önce eğitim; kız ve erkeklerin çoğu için ücretsiz hale gelmiştir. En ilkel kültürlerde örgün eğitim, okul ve öğretmenlik gibi uzman ve kurumlar hemen hiç yoktur; genellikle bütün çevre ve toplum okul işlevi görür. Toplum yapısının karmaşıklaşması okul sisteminin kurumsallaşmasına koşul olarak, eğitim etkinliğinin günlük yaşamla doğrudan ilgisi azalır, eğitim pratikten bir ölçüde soyutlanır. Eğitimin örgün bir çevrede yoğunlaşması, gençlerin kendi kültürleri üzerinde yalnız gözlem ve öykünme ile kazanabileceklerinden çok daha fazla bilgi edinebilmelerine olanak sağlar. Çağdaş tüketim toplumunun gelişmesi ile ‘’kültürlü kişi’’ kavramı da kökünden değişmiştir. İnsanı sürekli öğrenci olarak gören anlayış giderek yerleşmiştir. Eğitimin birincil amaçları arasında yer alan, olgunlaşmış bir kültürün sürekliliğini sağlama gereği ile teknolojinin ve bilginin içeriğinin değişmesi arasındaki çelişki de giderek belirgin bir hal almıştır. Gelişmekte olan ülkelerde ise eğitim alanında en belirgin eğilim, okuryazarlığı bütün topluma yaygınlaştırma, okul çağındaki bütün çocuklara ulaştırma çabasıdır. Öğretim yöntemlerinin eskiliği, öğretmenlerin eğitimsizliği, okul binalarının yetersizliği v.b. gibi yetersizlikler gelişmekte olan ülkelerin karşılaştığı sorunlardır. Öte yandan bu ülkelerde ekonomik kalkınmaya katkıda bulunabilecek becerileri kazanma isteğinden çok, prestij yarışı ile çocukları elit konumlara hazırlama çabası vardır. Genel eğitim planında dikkate alınacak unsurlar, nüfus değişikliği, ekonomik büyüme ve kalkınma, toplumsal talep ve fırsat eşitliği olmalıdır. Bütün eğitim sistemleri tarihsel, toplumsal ve ekonomik etmenlerin bir ürünüdür.

Yaygın biçimde kullandığımız ‘’en önemli sorun, eğitim sorunudur’’ derken aslında kastettiğimiz ‘’en önemli sorun felsefe sorunudur.’’ Çünkü eğitimi sadece uygulanan eğitim politikaları ve eğitim programları olarak ele almak büyük yanılgıdır. Eğitim beşikten başlar, bütün bir yaşam sürecini kapsar. Bu bağlamda birey ilk eğitimi aileden alır, okul ve çevre ile şekil verir. Topluma okuyan, sorgulayan bireyler yetiştirmek önce ailenin tekelindedir. Okul döneminde ise ahilik de var olan usta-çırak ilişkisi gibi öğretmen-öğrenci ilişkisi kurulmalıdır. Bilgiye dayalı bir eğitim sistemi insanın her yaşta öğrenebileceği bilgi birikimidir. O sebepten eğitim insandan başlamalıdır. Yani insanı önce beşer olarak yaşadığı toplumun örf, adet, anane ve kurallarına göre eğitmek gerekir. Çocuğa yüksek derecede benlik ve özgürlük duygusu yerine geçmişte bizim ailelerimizin yapmış olduğu ‘’eti senin, kemiği benim’’ahilik duygusuyla çocuk karşısında öğretmene söz hakkı tanınmalıdır.  ‘’Milli Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir.’’

Büyük Türk Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te eğitime çok önem vermiş ve ona göre, ‘’ekonomide, sağlıkta, sanatta, sporda nerede bir problem varsa onun temelinde eğitim yatmaktadır’’ düşüncesiyle yazdıklarıma aynı kapıda yol bulmuştur. ‘’Cumhurbaşkanı olmasaydım, Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim’’ sözü Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermektedir.  Atatürk cephedeki şartların ağırlığına rağmen,  Ankara’da Milli Eğitim Kongresini toplamış ve bu kongrenin açılış konuşmasında –devam eden savaşa ve bütün maddi imkanların düşmanı vatanımızdan kovmak için kullanılması zorunluluğuna rağmen-‘’milli’’ ve ‘’çağdaş’’ bir eğitimin temellerinin atılmasını, yapılacak işlerin sağlam bir programa bağlanmasını istemiştir. Bu konuşmasında; ‘’Yüzyıllarca süren derin idari ihmallerin devlet bünyesinde açtığı yaraları iyileştirme yolunda harcanacak çabaların en büyüğünü, hiç şüphesiz bilgi ve kültür yolunda kullanmalıyız’’ diyen Atatürk acı bir gerçeğe parmak basmıştır.

1 Mart 1923 tarihinde TBMM’nin açılış konuşmasında ‘’Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da bir uygarlık zevkinden çok, yaşamda başarıya ulaşmayı sağlayan, işe yarar ve kullanılabilen bir araç durumuna getirmektir.’’ Şimdiye kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemleri milletimizin gerilemesine en büyük sebeptir. Ülkemizde bir tane bile felsefe üniversitesinin olmaması, üniversitelerde felsefe kürsülerinin yetersiz oluşu ya da millet kıraathaneleri yerine okuma evlerinin olmaması olayın vahim boyutunu gözler önüne sermektedir.

1940 yılında açılan Köy Enstitüleri; Türk insanının eğitim yoluyla kulluktan yurttaşlığa geçiş arayışının en önemli kilometre taşıdır. Verilen eğitim sonunda yaşamı değiştiren, dönüştüren bunu yaparken de kendisi de değişen, insanca değerlerle, insanca dünya yaratmayı kurgulayan yurttaşlar yetiştirmeyi amaç etmiş ve bu bağlamda öğretmen niteliği hala aşılamamış öğretmenler yetiştirmiştir. Yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel düşünme yeteneğine sahip, dünyadaki gelişmeleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayan hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanları yetiştirme projesi olarak hayata geçirilmesine rağmen;  bağlı olduğu ‘’iş için iş içinde eğitim’’ ilkesinden uzaklaşıp, ezberci eğitimin yerleştiği kurumlara dönüşünce, kominizmin de aşılandığı yerler olduğu görüşüyle 1954’te kapatılmıştır.

Ülkemizin son 16 yılda eğitim ve öğretimde geldiği nokta içleri acıtan bir hal almıştır. İrfan yuvalarının yerini İmam Hatip’lerin alması, müfredatların içinin boşaltılması, ders kitaplarında öğrenecek konuların bulunmaması, öğretmenlerin yaşam standartlarının zamanın gerisinde kalması ki Atatürk’e zamanında sormuşlar paşam; vekil maaşlarını düzenleyeceğiz –‘’öğretmen maaşlarını geçmesin’’demiş. Bu söylemden sonra susuyorum yorumu size bırakıyorum. Zorlu yaşam şartlarına maruz kalan öğretmenlerin; kalifiye olmaması ve verilecek olan eğitim ve öğretimin nitelikli olmayışı, ülkemde okuldan çok caminin oluşu ya da az öncede belirttiğim gibi okuma evlerinin yerine millet kıraathanelerinin oluşu, on altı yılda en çok bakan sayısının değiştiği ve her seferinde de eğitimle alakası olmayan insanların başa geldiği, sonunda eğitimi başaramadıklarını itiraf edip yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları, bakanın çıkıp -biz düşünen, okuyan toplum istemiyoruz okuyan sayısını gördükçe ürperiyorum diye söylemesi bu yönetimin eğitime verdiği anti önemin göstergesidir.

Bütün olumsuzluklara rağmen umut var gözüyle bakıp, her zaman dediğimi tekrar ediyorum; her konuda olduğu gibi bu konuda da meşaleyi Atatürk’ün bıraktığı yerden almasını bilirsek kurtulacağımız nokta orası olacaktır.

Atatürk’ün gözünde, Türk Milli Mücadelesi, sadece askeri mahiyette değildir.

Atatürk öğretmenlere her seferinde şöyle sesleniyordu;’’Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordunuzun zaferi için yalnız zemin hazırladı… Gerçek zaferi siz kazanacak, siz sürdüreceksiniz ve mutlaka başarıya ulaşacaksınız.’’

Saygı ve özlemle andığım Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk, sonra Kayınpederim ve eşim olmak üzere bana emeği geçen, hayatıma giren bütün öğretmenlerimin gününü saygıyla anıyor ve illa bir gün eğitimin ülkemde hak ettiği yerde olmasını diliyorum. Anadolu insanının bağnazlıktan kurtulup, yaratıcı ve üretici yurttaşlar olarak kendi topraklarında iyiyi, güzeli, insana özgü zenginlikleri sentezleyerek yaşayacakları günün hayali ile işte o zaman eğitimin amacına ulaştığını görüp nice 24 Kasım’lar kutlamak hedef ile Öğretmenler Günümüz kutlu olsun.

‘’Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır.’’

 

 

 

 

 

 

 
Editör: Haber Merkezi