Bilmeyenler için söylüyorum, açın internetten bakın Palu Ailesi’nin hikayesine, tıpkı o aile gibi bir ülkedeyiz, öyle bir ülkeyiz, geride bıraktığımız 70 yıllık çok partili siyaset dönemini övmüyorum, ama 70 yılın en kaotik ve iktidarın ıslahı açısından en umutsuz zamanlarını yaşıyoruz; Tuncer diye bir adam Palu Ailesi’ne damat olarak girip ailenin dini inanç hassasiyetini ve cehaletini kullanarak “cinci hoca” kisvesiyle aileyi nasıl uyuşturduysa, nasıl körleştirdiyse, nasıl aptallaştırıp kendisine mahkum ettirdiyse, koca aileyi nasıl batağa sürükleyip darmaduman ettiyse, Erdoğan Türkiye’ye aynısını yapıyor.

Muhalefet bunu anlamıyor, nazik siyasetle üstesinden gelebileceğini sanıyor, belki doğru yapıyor, onun öfkeli, kibirli ve kindar siyaset tarzına karşılık nezaket siyasetinde ısrar ediyor ama olmuyor.

Olmaz…

Çünkü çok genli bir kimlik yarattı Erdoğan, teamül ve temayül bilmeyen bir kimlik; doyumsuz çıkarcı, ben merkezci, tekçi, bölücü, kutuplaştırıcı, kindar, gerici, fevri, kavgacı, zorba, bilim ve sanat karşıtı, kendinden başkasına her türlü kötülüğü reva gören, aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist bir kimlik.

Bu potansiyele sahip herkes oraya doluştu ve giderek devasa bir güruh oluştu.

Bu kimliğe karşı siyasi nezaketle mücadele edemezsiniz, barışçıl siyaset diliyle karşı koyamazsınız, ama onun gibi de olamazsınız, olmamalısınız, zira karşıtınıza benzediğiniz anda bitersiniz.

O halde ne yapılmalı?

Halka gidilmeli; Ankara’dan, Diyarbakır’dan çıkıp halka gidilmeli, halk siyaseti yapılmalı, ama kendi halkına değil, kabul edin etmeyin Erdoğan kendine bir “millet”, bir “cumhur” yarattı, bu “millet”e, bu “cumhur”a gidilip anlatılmalı, tartışılmalı, “güzel dünya”daki gibi halklaştırılmalı.

CHP ile HDP’nin en temelde kaybettiği nokta burası; CHP, Erdoğan’ın “milli politika”sına karşı “milli politika”yla cevap veriyor, “milliyetçi duygular”la siyaset yapmaya çalışıyor, Erdoğan’ın “millet”ine “milli vurgular”la gidiyor, bu yöntemle ikna etmeye çalışıyor.

Son ittifakın adını dahi bu anlayışla hareket edip “millet ittifakı” koyuyor.

Ama olmuyor, olamıyor, bunun yanlış olduğunu on seçim boyunca görmedi, göremedi CHP.

Fakat şimdi önünde muazzam bir örnek duruyor; İmamoğlu siyaseti.

Açıkça söylüyorum, adeta bir “küçük Türkiye” olan İstanbul’da CHP’ye kazandıran birinci adım HDP’nin desteğiyse ikinci adım İmamoğlu’nun halkçı politikası ve CHP kitlesinden önce Erdoğan’ın “millet”ine, “cumhur”una gitmesidir.

İmamoğlu’nun siyaset tarzını, hareket tarzını, halkla buluşma yaklaşımı ve enerjisini iyi okumak lazım; Demirtaş’a benzetiyorum, Demirtaş’a benziyor, CHP bunu görmeli, doğru okumalı. Türkiye ve Kürdistan’a bu iki lider, böyle liderler lazım.

HDP’nin de bunu iyi okuması lazım, zira CHP’nin kaybettiği yerde duruyor. Erdoğan’ın yarattığı “millet”in içinde bulunan Kürtler’i es geçiyor HDP, yeterince ilgilenmiyor, gereğince uğraşmıyor. Türkiye devrimci, sol, sosyalist, demokrat, sosyal demokrat

haklarına gösterdiği ilgiyi, çabayı “millet”in içindeki Kürtler’e yeterince göstermiyor, gösteremiyor ya da beceremiyor bir türlü.

Oysa Kürt hareketinin mücadele tarzı, ikna ve kazanma stratejisi böyle değil, böyle olmamalı. “Halk” dediğimiz farklı fikir ve görüşlere sahip insan toplulukları ikna edilebilir, fikri-görüşü değiştirilebilir zekalı varlıklardır; yeter ki gidilsin, gereğince gidilsin, bıkmadan gidilsin ve ama doğru anlatılıp doğru ilişki kurulsun, inanın bir devrim yaratılır.

HDP bunu, AKP Mardin İl Teşkilatı’ndan başlatabilir; Ahmet Türk hakkında YSK’ya yaptıkları başvuru ne kadar hayasız, ne kadar insanlık dışı, ne kadar ardan-edepten yoksun, ne kadar siyasi nezaketten uzak olursa olsun, ne kadar zorbaca, utanmazca, edepsizce olursa olsun, HDP planlayacağı yeni stratejik süreci, ayrımsız halka gitme sürecini, bıkmadan-usanmadan her bireyi ikna etme sürecini AKP Mardin İl Teşkilatı’na giderek başlatabilir.

Bunu yapmalıdır, mutlaka yapmalıdır.

Kazanımcı ve başarılı siyasetin gereği ve hakkı budur.
Editör: Haber Merkezi