HDP İmralı Heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile Urfa Milletvekili Dilek Öcalan, Meclis’te düzenledikleri basın toplantısında Abdullah Öcalan’a yönelik tecride ilişkin basın toplantısı düzenledi. Önder, Buldan ve Öcalan şu değerlendirmelerde bulundu:



Sırrı Süreyya Önder: 


Hem bölge barışı hem iç barış, 1 buçuk saatlik bir mesafede. İmralı üzerinde yürütülen tecrit artık kabul edilemezliği bir yana, ülke ve bölgedeki çözüm zeminini tahrip etmeye dönük bir hal almıştır. Barışın güvencesi olabilecekken bizatihi savaşı kışkırtan bir tecrit anlayışıyla gidilecek hiçbir yer yoktur. Bütün bunları göz önüne aldığınızda İmralı’daki tecrit, vatana ihanetle eş anlamlıdır.


Neydi peki İmralı’nın, Sayın Öcalan’ın bugün yaşananlara yaklaşımı? Ortak gelecek, ortak vatan diyordu. Herkesin kendisi olarak yaşayabileceği, kendisi olarak ifade zemini bulabileceği demokratik cumhuriyet diyordu. Sınırların olmadığı, sadece gevşek sınırların olduğu bir demokratik konfederalizm öneriyordu. Bugün barış adına bölgeye ve ülkeye kim bir çift laf ederse, partisi ne olursa olsun, içinde savaş içermeyen, “kalkın gidelim şurayı fethedelim, yakalım” demeyen, “çözelim bu meseleyi” diye başlayan her cümle, mutlaka Sayın Öcalan’ın geçmişte yaptığı belirlemelerden birisine yaslanmak zorunda.


“Kürt'süz bir seçenek olsun” demek hüner değil


Hal böyleyken artık mesele Sayın Öcalan’ın sağlığı, güvenliği olmaktan çıkmış bu ülkenin geleceğine kast eden bir zemine dayanmıştır. Hükümetin devlet anlayışı artık kendi ülkesindeki Kürt'ü de bırakıp nerede bir Kürt varsa ona dair düşmanlık üzerinden şekillenmektedir. Kürtleri dışlayan bir şey olsun da ne olursa olsun basitliğine bu topraklar layık değil. “Kürt'süz bir seçenek olsun” demek hüner değildir, diplomasi değildir. Sosyolojiden bihaber olmak demektir, insanlıktan da bir şey anlamamış olmak demektir. Savaş talep etmek için maharet gerekmiyor. Buna tarihin her döneminde müşteri bulabilirsiniz. Bölgedeki varlığını savaş üzerinden var eden sistem var oldukça savaş söylemini ellerini ovuşturarak izliyor.


Dış politika 200 kere değişir mi? 


Dış politikasını 200 kere değiştiren bir ülke olabilir mi? Daha dün, “Senin kalibren ne kıratın ne” dediği Başbakan ile konuşulan tek konu "Kürtlerin anasını görmemesini birlikte nasıl becerebiliriz?"


Cezaevlerinde direniş başladı 


İmralı, devletin ne görmezden geleceği ne de üzerine gidebileceği bir zemin olamadı. Bu anlamda Sayın Öcalan’la bir yılı aşkın bir süredir kimse görüşemiyor. İmralı’ya konulduğu günden beri zaten hiçbir hukuk kuralına sığmayan, insan haklarını tahrip eden bir yaklaşımla mutlak bir tecrit içerisinde. Şu an birçok insan, başta cezaevlerindeki tutsaklar olmak üzere Sayın Öcalan üzerindeki tecridin barışa tehdit olduğunu söyleyerek bir direniş başlatmışlardır.


Bu kadar enerji kaybedene ahmak denir


Hatırlayın, çözüm süreci böyle bir direnişin ardından başlamıştı. Her seferinde bu kadar enerji ve zaman kaybedene devlet adamı denmez, ahmak denir. İnsan, deneyimlerinden ders alan bir canlıdır.


Bugün devleti yönetenler muazzam bir varoluş savaşının içinde. Bulabildikleri tek yol da Kürt düşmanlığı, ama bu yolun da sonuna geldiler. HDP’yi kriminalize etmekle varılabilecek bir yol yok. Hangi kamuoyu araştırmasına bakarsanız bakın HDP’nin oyları bir santim gerilemiyor. Bu barışa, insanlığa, demokrasiye sadakatin bir göstergesidir.


Herkes itiraz etmelidir 


Bu ülkede özellikle AKP kamuoyu başta olmak üzere, evlatlarımızın geleceğini dert eden, daha iyi bir dünya, daha iyi bir ülke mümkün diyen herkes bu demokrasi dışı uygulamalara sesini yükseltmek, barışı çağırmak ve tecride itiraz etmek durumundadır.


Bütün ülke İmralı olmuş durumda 


İbretlik bir durumdur. Bugün İmralı tecrit sistemi bütün ülkenin tecrit sistemi haline getirildi. Herkes bu ülkede kendini mahkum olarak hissediyor. İmralı artık bütün ülke olmuş durumda. Barış adına, ortak geleceğimiz adına buna bir dur demek gerekiyor. Bütün bunların süresi de 2 saat.


Devlet hafızayı unutturamaz. Sayın Öcalan’ın daha önce tanıdığı inisiyatifini neden bugün tanımadığına dair dişe dokunur bir gerekçe yok. Savaş başlamış. Sayın Öcalan savaşın başlamaması için 2 buçuk yıl çalıştı. Siz de bizimle beraber savaşın başlamayacağını taahhüt ettiniz. Sayın Öcalan size ne söylendi de yapılmadı? Bunu açıklayabilir misiniz? Ancak hamaset, nefret söylemi.


İmralı tecridi vatana ihanetle eş anlamlıdır


İmralı tecridi vatana ihanetle eş anlamlıdır. İmralı, barışın teminatı olduğu için oraya uygulanan tecrit bu vatanın birliğine sabotajdır. Henüz bu imkanı kaybetmemişiz, derin devlet cinlikleriyle 5-6 ayda bir hayatını kaybettiğine dair dolaşıma sürülen bu bilgilerin hayatına dair en temek hakları yerine getirilmezken ağzından çıt çıkmayan savcıların beyanatlarının sonuna gelinmektedir.

Barışın mesafesi 2 saattir, helikopterle giderseniz 15 dakikadır. Bu tecrit salt Kürtlere yönelik değildir. Bu tecrit bu ülkenin tamamını İmralı tecrit sistemine sokmuştur.


Pervin Buldan: 


Sayın Öcalan üzerindeki tecrit aslında 18 yıldır devam ediyor. Zaman zaman avukatlarının, ailesinin, siyasi heyetlerin gittiğini biliyoruz. Ama orada farklı bir sistem var ve bu sistemin Türkiye’nin geleceği açısından üzerinde durulması gereken bir sistem olduğunu belirtmek isterim. Sayın Öcalan’dan uzun süreden beri haber alınamıyor. Ben ve Sırrı Süreyya Önder 5 Nisan 2015’te görüştük. En son 11 Eylül 2016’da kardeşinin adaya gidişinden sonra bir haber alamadık. 15 gün önce sosyal medyada Sayın Öcalan’ın yaşamını yitirdiğine dair paylaşımlar yapıldı. Bursa Cumhuriyet Başsavcısı açılama yaptı ancak bu açıklama yeterli değil.


Öcalan sıradan bir hükümlü değildir 


Hükümetin ve devletin duyarlı olması gerektiği yönündeki çağrımızı yineliyoruz. Sayın Öcalan sıradan bir tutuklu değildir. Hükümetin ve devletin sıradan bir tutuklu gibi yaklaşmaması gerekir. Sayın Öcalan’dan haber alana kadar kaygımız devam edecek. Acilen İmralı adasına avukatları ya da ailesi gitmelidir.


Öcalan Ortadoğu’da barışın aktörüdür


Sayın Öcalan sadece Türkiye açısından değil tüm Ortadoğu açısından barış için aktördür. Biz Sayın Öcalan’ın barış sürecindeki rolüne hep birlikte tanıklık ettik. Bir umut vardı, huzur vardı. Kimsenin burnu kanamadı. O sürece bir kez daha dönülmeli. Türkiye’deki Ortadoğu’daki barış açısından Sayın Öcalan’la yürütülecek bir süreç dikkate alınmalı. Görüşmelerin bir kez daha başlaması gerektiğini belirtmek istiyorum. Güvenlikçi politikalarla Kürt sorununun çözülemeyeceğini herkes çok iyi biliyor. Öncelikli olarak Sayın Öcalan’la görüşmelerin başlaması gerekmektedir.


Dilek Öcalan: 


Bu açıklamaları hem İmralı heyeti hem partimiz birçok defa dile getirdi. Tekrar dile getirmemizin temel sebebi kaygılarımızın artmasıdır. Bu endişenin tüm Türkiye’ye sirayet ettiğini dile getirmek istiyoruz. Tecrit sürdürülmeye çalışıldığındaki Türkiye tablosunu hepimiz gördük. Tecrit sürdürüldüğü müddetçe Kürdistan’daki yansıması kan gözyaşı ölüm oldu. Bu şiddet, kaos her geçen gün artarak devam etmektedir. Çünkü tecrit ağırlaşmaktadır. Bu açıklamayı bize yansıyan kaygıları dile getirmek için yapıyoruz. Biz henüz hükümetten ve devletten kendi yasalarını yerine getirmesi noktasında bir adım görmedik. Biz bir kez daha yineliyoruz. Türkiye kendi hukukunu hiçe sayarak, uluslararası bütün hukukları hiçe sayarak şu an itibariyle tecridi sürdürüyor. Bu sadece bizim talebimiz değil. Bu tüm Ortadoğu halklarının talebidir. Sayın Öcalan milyonlarca insanın iradesi olarak kabul ettiği bir şahsiyettir. Sıradan bir insan olarak yaklaşılmasını kabul etmiyoruz.


Başta Hükümet, Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Komisyonuna çağrıda bulunuyoruz. Bu sorun üzerinden ne kadar çok süre geçerse kangrenleşen ve savaşa zemin hazırlayan bir pozisyondan öteye geçilemez.


Sayın Öcalan’ın Ortadoğu’daki öngörülerinin ne kadar yaşamsallaştığını Rojava devrimi ile bir kez daha gördük. Oradaki paradigmanın yaşamsallaşması tüm Ortadoğu coğrafyasının yaşam umudunun temel prensibi oldu. Biz bunları görmezden gelerek hiçbir şey başaramayız. Hükümet katletmeyle, yok etmeyle kaybettiğini fark etmeli. Bugüne kadar kaybettiklerini önlerine koysalar anlarlar.


İnsanlar hiçbir zaman savaşı seçmedi, kaosu seçmedi, şu andaki kaos ortamı da halkların talebi değil. Şu anda iktidarın baskı gücüyle tahakküm kurmasının açıklanabilir bir yanı yoktur. Her geçen gün hak savunucuları, hukukçular, toplumda söz sahibi olan insanlar tutuklanıyor. Cezaevleri artık isyan bayrağını gösterdi. Bakın Sayın Öcalan için açlık grevleri başladı. Bu kararın hükümet tarafından görülmesi gerekiyor. Gözlerindeki, vicdanlarındaki perdenin kalkması gerekiyor. Bizim talebimiz şahsi bir talep değil. Tüm toplumun talebi bu tecridin kaldırılması yönündedir.


Kendi iç hukukunuza ihanet etmeden bu sorunu bir an önce çözmeniz gerekiyor. Bu sorumluluk başta hükümetindir. ayrıca uluslararası alanda AİHM, CPT gibi kurumların harekete geçmesi gerekmektedir.


SORU: Barış sürecinin birden bire bitmesi, ardından şehirlere bombaların yerleşmesi söz konusu oldu. Nasıl bir barış süreciydi bu? Bu güvensizliği nasıl aşacaksınız? 


Sırrı Süreyya Önder: 


Gayet netti. Bunun için barış sürecinin başladığı noktadan bir gün öncesine dair bir hafıza tazelemesi yapmamız gerekiyor. O günün manzarası bugünkünden çok farklı değildi. Roboski gerçekliği vardı. Genel Kurmay Başkanı” askeri olarak bizim yapabileceğimiz bir şey yok” cümlesini MGK’da dile getiriyordu. 2 MİT müsteşarı o günlere dair değerlendirmeler yaptılar. Emre Taner ve Sönmez Köksal’ın demeçleri. Bütün bunlar şu gerçekliği ifade ediyordu: O durum sürdürülebilir değildi ve bir sorun vardı. Çözüm süreci, tüm bunların zirve yaptığı bir dönemde başka bir yolun çare olmadığının anlaşıldığı bir dönemde başladı. Çözüm süreci nihai bir uzlaşma değildir. Dünyada çatışma süreci yaşayan tüm ülkelerde Süreç başladı diye bıçakla kesilir gibi kesilmez. Bu tarafların cesaret ve samimiyetine bağlı bir süreye ihtiyaç duyar. Hükümet hiçbir zaman bu süreci toplumsallaştıracak bir cesaret içine girmedi. Kriminalize etme dilini bir kenara bırakmadı. Elbette bizim de eksikliklerimiz var.


Düşünün 2 buçuk yıl sonra bir deklarasyon açıklıyorsunuz, önemli bir aşamayı tüm dünya önünde kayıt altına alıyorsunuz ve buna sahip çıkma cesaretinizi 8 gün sürdüremiyorsunuz. 8. gün “ne masası” diyorsunuz. Güven vermek bu gibi süreçlerde önemli aşamalardır. Hükümet hep oy hesabı ve günlük yaklaşımları baz aldı.


Hendek vakası; ilk olarak Bingöl Diyarbakır kara yolunda süreç devam ederken kazılmıştı. 2 hendek gerekçesi vardı. 1- Buralara muazzam kalekollar yapılıyor, 2- Toplu gözaltılar yapılıyor. Sayın Öcalan, Sayın Buldan, Sayın Baluken ve ben devletin de koordinasyonuyla bu meseleyi çözmek için ortak yaklaşım belirledik. Gittik, Lice-Bingöl kara yolunda bu hendeği kazanlarla 3 gün görüştük. 2 uzman çavuş da bu hendeği kazanlar tarafından alıkonulmuştu, gencecik uzman çavuşlar. Dediler ki, “Burada gerekçesiz gözaltılar yapılıyor. Biz barış beklerken bunlar yapılıyor. Lice depreminden sonra daha deprem konutları teslim edilmemiş kalekollar yapılıyor”. Uzun görüşmeler sonucu uzman çavuşları aldık, hendekler kapandı, kalekol yapımları durdu, gözaltılara da son verildi. Sonra bir yıl sorunsuz yürüdü.


Devletin psikolojik propagandasıdır, barış süreci boyunca her yerin silahla dolduğu gerçeği. Süreç başlamadan önce her yeri kan götürüyordu. Bu işin doğası da bunu gerektirir. Sen devlet olarak önlemini almak zorundasın. Biz siyasetçiyiz ne yapabiliriz. Bütün bunlar da süreci kesmeyi değil daha da yükseltmeyi gerektirir.


Biz ne öneriyoruz. Kürt'ün kategorik düşman olduğu nefret dilinin bir kenara bırakılmasını istiyoruz. Demokratik alan sıfıra inmiştir. Barış süreci demokratikleşme sürecidir aynı zamanda.


Önemli ölçüde Sayın Öcalan’ın kaleminden çıkan deklarasyon, onun tartışarak oluşturduğu yol haritasıdır o. Kaç tane Kürt geçiyor, kaç tane demokrasi sözcüğü geçiyor? Siz bu ülkeyi demokrasinin esamesinin bile okunmadığı bir hale getirdiniz. Darbe ile böyle mücadele edilmez, siz bu darbenin mağduru değil sebeplerinden birisiniz. Bizim talebimiz şu demokratik alanın yeniden tesis edilmesi, zindandaki belediye eşbaşkanlarına dönük vandal tavrın terk edilmesi, kayyum ile belediyelerin gasp edilmesinin sona erdirilmesi. Bunlar lütuf değildir. Her devlet sorumlusunun boynunun borcudur.


SORU: Demirtaş’ın pozisyonu sorun olarak ortada. Ocak kongresinde Demirtaş’ın bırakabilirim mesajı var. Nasıl değerlendiriliyor?



Sırrı Süreyya Önder: 


 

Bunu henüz tartışmaya açmadık. Demirtaş eşbaşkanımızdır. Bu siyasi partide eşbaşkanlık hiyerarşik bir şeye tekabül etmez, daha fazla sorumluluk fedakarlık demektir. Esas sorun alanı seçilmiş siyasetçileri ekspres hızla tutuklayanların yargılamadaki karınca hızıdır.


Soru: İyi Parti kuruldu, yorumunuz nedir? 



Sırrı Süreyya Önder: 


 

Önce hayırlı olsun deriz, sonra programına bakarız. Programında geleneksel sağ çapağın ve tutukluğun bütün izleri var. Demokratik bir geleceği nasıl sağlayacaklarına dair ipucu, umut yok. Ülkenin sağcı partiler skalasına bir tanesi daha eklendi. Umarız geleneksel sağ riyakarlığı ters yüz edecek bir çıkış gösterirler.


Soru: Cumhurbaşkanının İstanbul’a ihanet açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 



Sırrı Süreyya Önder: 


 

İstanbul’a ihanet ettikleri konusunda Sayın Cumhurbaşkanı’na bütün kalbimle katılıyorum. Gezide, İstanbul Büyükşehir Başkanı adayı olduğumda tam da bunları söyledik. Bunları söylediğimiz için hakkımızda fezlekeler düzenlendi.


Açıklamadan fotoğrafları linkten indirebilirsiniz: https://we.tl/9YRgVFfkdr

Editör: Haber Merkezi