Özel | Exklusiv: “Ben size baş eğmedim duygusu insanı besler”


Von Emine Algan


Kendini bildi bileli insan hakları için mücadele eden, bir yandan ödüllere lâyık görülürken bir yandan hapis cezaları alan avukat Eren Keskin, baskı ve zulümle baş etme yollarını anlattı.













Sabah evden çıktın. O gün yapılacak işlerini belirsiz bir tarihe erteleyip düştün yollara. Otobüs, vapur, metro, taksi, caddelerden, sokaklardan geçip, kıtaları aşıp adliyeye vardın. Sorgu hâkiminin karşısına geçtin. Başın dik. Zarafetle, sabırla cevap veriyorsun sorulara. Hâkim isterse takipsizlik verebilir. Vermiyor. Tutuklamaya sevk ediyor. Yine ifade, yine sorgu. Bir, iki, üç, beş değil, 143 defa aynı şeyleri yapıyorsun. Adli kontrol şartıyla serbest kaldın, diyelim. “Yurtdışına çıkman yasak” deniyor. Her hafta karakola gidip imza vermen gerek.


Meselenin sadece teknik kısmından ibaret bu işlemlerle bile ömründen ne kadar zaman çalındı? O çalınan zamana neler sığardı?..


Eren Keskin, bir tek yaşadığı ülkenin değil, dünyanın görüp görebileceği en cesur, en zarif, en inatçı hak savunucularından. Henüz çocuk yaşta mesleğini seçtiği, Deniz Gezmiş’lerin idamına tekabül eden gün, hayatının akışını belirleyecek bir söz veriyor kendine: “Ben iyi insanların hakkını savunacağım.”


O gün bugündür, verdiği sözü milim şaşmadan yerine getiriyor. İnsan hakları alanında en köklü kuruluşların verdiği ödüller boşuna değil. En son Martin Ennals adına verilen ödüle lâyık görüldü. Yurtdışına çıkış yasağı nedeniyle İsviçre’de yapılan törene katılamadı. Ödül komitesi, Ankara’ya gelip İnsan Hakları Derneği’nde ödülünü takdim etti.


Bu esnada hakkında açılan davalar devam ediyordu ve geçen gün biri sonuçlandı; 3 yıl 9 ay daha ceza aldı. Geçmiş olsun demek için arayınca gülerek açıyor telefonu. “16 yılı tamamladım” diyor, aldığı toplam cezayı kastederek. “Karısını öldüren adamlara bile indirimli 15 yıl veriyorlar, benim cezam onlardan fazla. Daha da gelecek olanlar var. Komik yani…”


Nedir bu 143 dava? İlk ağızdan dinleyelim:


“2013-2016 arasında Özgür Gündem’de genel yayın yönetmeni gözüktüm. Yaptım demiyorum çünkü yapmadım, dayanışma amacıyla adım orada yazıldı. Başlangıçta barış süreciydi, hiç dava açmıyorlardı. Sonra bombardıman gibi davalar başladı. Önce sorgulamalar, her gün savcılıklardayız. Sonra Özgür Gündem ana davası açıldı. Cemil Bayık’ı (PKK’nin üç yöneticisinden biri)yakalasalar ona uygulayacakları maddeyle, ‘silahlı olarak devletin topraklarını ayırmaya teşebbüs’ten, hepimiz(*) müebbetle yargılanıyoruz. Bir hukuk garabeti! O ayrı, devam ediyor. Bu 143 davadan bitenler oldu, birleşenler oldu. Dün (21 Mayıs) ceza aldığım, 40 dosyanın birleştiği bir dava. Zaten birleşmesi lazım, yoksa mahkemeler Özgür Gündem’i yargılamaktan başka bir iş yapamaz.”


Davaların yarısı “cumhurbaşkanına hakaret”, bir kısmı “örgüt propagandası yapmak”, bir kısmı da “Türklüğe hakaret”ten. Yani mahkemeler, hâkimi savcısıyla, kalemi, kâtibi, mübaşiriyle mesailerinin çoğunu bir gazetede yazılanları inceleyip yargılamakla geçiriyor. Başka davalara, mesela kadına yönelik şiddete ayıracakları zaman azalıyor.


Hapis yetmez deyip para cezası da veriyor mahkemeler, - şimdilik - 300 bin lira cezası var. “Taksitlendirdik, uluslararası dayanışmayla ödüyorum. Özgürlüğünü satın alıyorsun yani. Bir keresinde gününü kaçırmışız, hemen cezaevine götürmek üzere yakalama kararı çıktı. Tamamını yatırmak zorundasın o zaman. Bir gün bile geciktirsen hapse atacaklar.”


Suçu büyük, bedeli ağır. Her gün zaten mahkemelerde, kalan zamanında İnsan Hakları Derneği’nde olduğu bilinirken, bir gece evine operasyon yapılıyor.


“Bir anda evimizde ağır silahlarıyla kar maskeli polisler! Bütün caddeleri, yolları tutarak büyük bir operasyon yapıldı. Daldılar içeri. Annem 15 gün konuşamadı, çok korkunçtu.”


Bunca baskı, tehdit, yıpratma, yıldırma çabasına karşı ne yapar insan, nasıl başa çıkar?


“Dayanışma. Bizi ayakta tutan o. Çok sevdiğim arkadaşlarımla sohbet etmek, yemek içmek, komik şeylerden bahsetmek. Alay etmeyi de öğreniyorsun. Yapacak başka bir şey yok çünkü. Gırgır geçiyorsun. Ömrümde polis silahı dışında silah görmüş insan değilim, hiçbir zaman şiddeti savunmadım ama ben silahlı terör örgütü üyesi olarak gireceğim cezaevine.”


Her an cezaevine girme ihtimali ne hissettirir insana, günlük hayatını nasıl etkiler, neleri erteleyip neleri öne çeker mesela?


“Her gün beklemek tabii ki bayağı sıkıntılı, stres yaratıyor. Bir kere Özcan (avukatı) her aradığında kalbim çarpar. Kesinleşen bir cezayı haber verecek diye. Bunun dışında aslında ben hazırlıklarımı yaptım. Üç tane kedim var, onlara kim bakacak ayarladım. Annem var 85 yaşında. Annemin durumunu netleştirdik filan. Yine de tedirginlik çok rahatsız edici bir şey. Ama çok kısa sürüyor bende. Komik durumlar da yaşıyoruz. Bir yönetmen arkadaşım var, o da filmin afişinden ceza aldı. Geçenlerde aradı, ikimizin de fırsat buldukça gittiği bir tatil yöresinde ev bulmuş, ‘ortaklaşa tutalım mı abla?’ dedi. Olur dedim, evi tutup döşedik. Her an cezaevine gireceğiz ama ev tutmak filan, gülüyoruz. ‘Ne olacak, arkadaşlar kullanır’ dedik. Yıllar önce ben yine cezaevine girecektim, ‘95’te. Bir arkadaşımla adliyede baro odasında oturuyoruz, hangi cezaevine girsem daha iyi olur diye konuşuyoruz. Ülkücü bir kadın avukat vardı, bir sinirlendi, ‘Ayy bunlar alışmış, sanki otel seçiyorlar. Alışmış kudurmuştan beterdir!’ diye bağırarak çıktı… Şimdi yine böyle şeyler düşünüyorum; hangi cezaevine girerim, nerede teslim olayım, nerenin infaz savcısı iyiyse ona gideyim falan. Bunlara bayağı mesai harcıyorum.”


Her hafta imza için gittiği karakolda yaşadıklarını da gülerek anlatıyor:


“Benim dışımda gelenler hep uyuşturucu suçluları. Sıraya giriyoruz, polis hemen gelip ‘Aman avukat hanım lütfen sizi öne alalım’ diyor. Size nasıl yaparlar böyle bir şeyi diye üzülüyor. Üzülmeyin, olur böyle şeyler, diyorum.”


Siyasi atmosfer mahkemelere yansıyor mu? Kararları veya hâkimin/savcının davranışını, bakışını etkiliyor mu?


“Kesinlikle. Özellikle OHAL’den sonra, biz avukatlar olarak hâkim ve savcıların odalarına dahi giremiyoruz. Yargının bir tarafı yok sayılıyor, savunma tarafı. Bir de hepsi çok korkuyor. Görevden almalar, soruşturmalar nedeniyle bütün hâkimler korkuyor. Bir duruşmada hâkim bana ‘Sizin bir talebiniz var mı?’ dedi. Yok dedim, çünkü bağımsız değilsiniz, bizden daha çok baskı altındasınız, dedim. Boş bulunup ‘hepimiz aynı durumdayız’ dedi. Açık açık söyledi. Ben sanığım karşısında, avukat hanım diye hitap ediyor. Gazeteciler vardı, ne olur yazmayın diye rica ettim, başına bir iş gelsin istemem. Bazı hâkimlerin gözünden hissediyorsun. Mesela dün bir hâkimin gözünde gördüm, ne kadar saçma bir şey olduğunu biliyor. O kadar mutsuzlar ki!”


Bizzat yaşadıkları da, haklarını savunduğu mağdurların başlarına gelenler de ne kadar ağır ve zorlu olursa olsun hiç şikâyet etmeden, sükûnetle, güler yüzle ve sapasağlam mücadele ederken bu gücü nereden aldığını da yine aynı zarafetle ifade ediyor:


“İnsan hakları alanında çalışıyorsan başka seçenek yok. Bunu ben seçtim. Severek yaptığım için genel olarak mutlu bir insanım. Egemenlik taslayanların önünde dik durmanın çok kişisel bir konfor sağladığını düşünüyorum. Ben size baş eğmedim duygusu insanı çok besliyor. Sadece kendim için demiyorum. Karşındaki, seni düşmanı gibi görse bile saygı göstermek zorunda kalıyor. Bugüne kadar hiç saygısızlık görmedim. Hâkimler bile ezilip büzülüyorlar kararı açıklarken. O benim kadar hoşuma gidiyor ki!..”


(*) Özgür Gündem Gazetesi ana davasında Eren Keskin’le birlikte Filiz KoçaliAslı Erdoğan, Necmiye Alpay, Ragıp Zarakolu, Zana (Bilir) Kayaİnan KızılkayaKemal Sancılı ve Bilge Aykut yargılanıyor.)







Editör: Haber Merkezi