Pandeminin kapitalizmin gerçek yüzü olduğunu söyleyen Pınar Öğünç “Aynı kalmak mümkün değil, değişeceğiz ama bunun ne yöne doğru olduğunu zaman değil, insanlığın talepleri gösterecek.” dedi.










Gazeteci ve Yazar Pınar Öğünç; Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu









Evrensel Gazetesi-C. Hakkı ZARİÇ

Saklı soruları bulup çıkarmış ve onları hayatın gerçekleriyle sınamış gibi; içimizde birikenleri ya da söylemek istediklerimizi sormuş çarkı döndürmesi gerektiği düşünülen insanlara. Toplu ulaşımla işe gitmek zorunda bırakılanlara, çalışma şartları salgında daha bir kötü hale gelenlere, dışarıya karşı kahraman ilan edilenlerin can güvenliği olmadan nasıl çalıştıklarına tanık olduk. Pınar Öğünç, Gazete Duvar’da, haftada dört gün yayımlanan söyleşilerinde mahallemizden insanlarla iletişim kurmamız ve onları anlamamız için çabaladı. Onların sesi hiç bu kadar içten gelmemişti şimdiye kadar sanki. Kitaplarıyla da hayatımızda soruları çoğaltan Öğünç, evde zaman geçirmenin erbabı gibi yaşasa da sokakta olmayı ve bir bankta kaygısızca oturup çantasından çıkardığı kurabiyeyi yemeği özlüyor. Son günlerde haftalık alışveriş listeleri yazıyor bir yandan da…

Eve kapandığımız pandemi günlerinde ne gibi sorular soruyorsunuz kendinize?

Öncelikli soru tabii ki “Neler oluyor?” oldu. İlk günler yaşadığımızı anlamlandırma çabası biraz yaşadığınız binada yangın başlamışken düşünmek gibiydi. Nerede, nasıl başladığını bilmiyorsunuz. Bundan sonra neler olabileceğini kestiremiyorsunuz. Kabaca o an ne yapmanız gerektiğine dair bir bilgi var sadece. Ve tüm bunlar aklınızdan geçerken etrafınızı duman sarmış. O ilk günlerin başka türlü tedirgin hali, o duman, birkaç gün gitmedi kafamdan. Başka hiçbir şey okuyamadım, düşünemedim. Hatta salgın üzerine yapılan politik yorumları, felsefi öngörüleri de okuyamıyordum. Aklım gerçek manada almıyordu. Sinirleniyordum da. Heyecanla yeni başladığım bir metin vardı, yok onu yazmaya da dönemedim.

Evden bakınca işe gitmek veya dışarıda olmak zorunda olanları görebiliyor musunuz, bu durumun sizdeki karşılığı nedir?

Uzun süredir evden çalışıyorum, evde sıkılmayı da bilmem. Fakat dışarıda çalışmak zorunda olanları, cezaevindekileri düşündükçe evde mutlu olmak da, sıkılıp mutsuz olanları duymak da batıyordu. Eve sığamadım. Sonuçta benim açımdan kurmaca yazılacak zaman değildi, bir kere bunu anladı. Ama gazeteci olarak teşhis, tahlil yazıları da yazmak istemedim. Yıllarca yaptım bunu ama şimdi öyle cümleler kurarken canlandıramadım kendimi. 15, 16 Mart gibi şu an hâlâ Duvar’da yayımlanmakta olan yazı dizisi fikri aklıma geldi. Çok başka bir “havada” yazılmış olsalar da bu tür gazetecilik-edebiyat arası söyleşilerin benzerini yıllar önce yapmıştım. Radikal’de haftalık bir köşeydi, sonra “İnce İş” kitabına dönüşmüştü. Salgının herkesi eşitlediği halüsinasyonu, karantina romantizmi o kadar usandırmıştı ki o ilk günlerde, ben de bilgiçlik yapmayayım, herkes kendi anlatsın istedim, kim neyle eşit... Covid-19’la birlikte daha da ağırlaşan, kapitalizmin hepimizdeki hasarını tam böyle bir yıkım anında toz duman çökmeden kaydedebilmek arzusuydu özündeki. Bir haber gibi değil, bir kısa hikaye gibi kurmak istedim bu kayıtları da. Bendeki karşılığı böyle oldu yani, bu fikirle silkelendim, canlandım, bu zamanlarda bana düşen bir sorumluluk gibi biçtim kendime.

"ROMANLARA, HİKAYELERE SIĞINIYORUM AKŞAMLARI"


Vaktim olsa da okuyup yazsam, diye içinizden geçirdiğiniz işler için evden zaman ayırabiliyor musunuz? İstilasına maruz kaldığımız zamanı kendiniz için kullanabiliyor musunuz?

Bu yazı dizisi zamanımın neredeyse tamamını alıyor, bunu da ben tercih ettim açıkçası. İki ay sadece bu söyleşilere kapanmak istedim. Yer yerinden oynamış dünyada, bu esnada olağanımsı gibi bir hayat sürdürmek anlamlı gelmiyor. Hatta bunu tuhaf buluyorum. Hiç öyle biri değilimdir, içimizi karartalım, bileklerimizi keselim demiyorum, bilakis iyi olmak üzerine yeniden düşünelim. Her zaman iyi olmak şart değil, bu olağanüstülüğü sindirmek, ortasında hissetmek de kötü bir şey değil. Bir yandan okuyup yazmak zaten benim olağan hayatım. Yine okuyorum tabii, romanlara, hikayelere sığınıyorum akşamları, ama kendi normalimden daha az.

Dünya büyük ve korkunç deneyim yaşıyor, bunu nasıl, hangi araçlarla takip ediyorsunuz? Nerelere bakıyor kimlerin düşüncesini merak edip okuyorsunuz.

Tabii ki sosyal medyadan alamıyorum gözümü. Bir kere insana konunun içinde hissettiriyor, sadece bu yüzden bile uzak duramıyorsunuz. Kontrol edilmezse bunun sonu da iyi değil, bir bataklıkta gibi hissedebiliyorsunuz. Bir yandan mevzua dair sonradan okunabilecekleri, izlenebilecekleri de oralardan ayıklıyorum. Ayrıca süreçte şeffaflıktan yoksun olduğumuz için, gerçeğe temas noktası da olabiliyor sosyal medya. Nasıl yaşandığına dair kişisel kayıtlar görüyorsunuz çünkü. Verilen rakamlara bir de o gözle bakıyorsunuz.

"DEĞİŞECEĞİZ AMA YÖNÜNÜ İNSANLIĞIN TALEPLERİ  BELİRLEYECEK"


Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, diye yazılıyor sürekli. Sizce nasıl olacak?

Sonuçta bir buçuk ay öncesini başka bir tarih dilimi gibi hissettiğimiz büyük bir şey yaşadık, yaşıyoruz. Elbette ki bir şeyler değişecek. Günlük alışkanlıklar, minik takıntılar, ancak aynısını yaşayanların anlayabileceği defolar kalacak. Daha büyük çerçevede bazı şeyleri hissedişimiz, düşünüşümüz değişecektir. Fakat bireysel olarak değişmek, her zaman büyük toplumsal değişimleri işaret etmiyor. O değişen bireylerin fazlasını da istemesi gerekiyor. Bu iş ciddiye bindiğinden beri en büyük korkumuzun, bunun ardından hiçbir şeyin değişmemesi olması gerektiğini düşünüyorum. Bunca şey yaşanmış, ya her şey aynı kalırsa... Hele pandemiyle birlikte kapitalizmin gerçek yüzünü gösterdiğine, böyle sürdürülemeyeceğine dair tespitler fazla naif geliyor. Bu kapitalizmin gerçek yüzü zaten, sadece biraz daha fazla insana görünür oldu belki. Sürdürülemezliği de tabii ki fikren doğru ama gerçek yüzü ortaya çıkan kapitalizm bundan ders alıp utanacak mı? Nasıl değişecek yani? Kapitalizm zaten sürdürülebilirliğini mutasyona borçlu; krizlere göre dönüşerek, krizleri fırsata çevirerek varlığını koruyor. Kendi haline bırakıldığında bunu da çevirecektir. Bir yandan hep bir ağızdan “Sokağa çıkma yasağı” ister hale gelinmiş... Canı gönülden yasak istemek gerçek bir tür kabus gibi geliyor; kimsenin sokağa çıkmasını gerektirmeyecek koşulları talep etmek, eşitlik istemektir asıl olan. Velhasıl aynı kalmak mümkün değil, değişeceğiz ama bunun ne yöne doğru olduğunu zaman değil, insanlığın talepleri gösterecek.

"HİÇBİRİMİZ BU KADAR DÜNYALI HİSSETMEMİŞTİK DAHA ÖNCE"


Evde bir gün nasıl geçiyor? Pencereden baktığınızda dışarıda ne gürüyorsunuz?

Zaten evden çalışan biri olduğum için, inşa etmek için öyle kendimi de çok zorlamadığım, oturmuş bir düzenim var. Ev hiçbir zaman sadece boş durmakla, yatıp uyumakla özdeş bir mekan olmadı benim için. Evde çalışıyorsam da kafam karışmaz, aklım çelinmez, canım sıkılmaz. Gün, elimde işler de olduğu için çalışarak geçiyor çoğunlukla. Bir yokuşun başında oturuyorum, o yüzden pencereden baktığımda çatılar, balkonlar, balkondan mahrum bırakılmış yeni apartmanlar, yan yana binalar görünüyor. Yıllardır baktığım manzara ama o uzak odaların hepsinin içinde birilerinin olduğundan eminim bu kez. Eğer çalışmak zorunda değillerse tabii. Değil kendi mahallem, dünyanın yarısından fazlasıyla aynı şeyi yapıyor oluşumuz fikri ara ara sarsıyor beni. Biz bu çağın insanları, hiçbirimiz bu kadar dünyalı hissetmemiştik daha önce.

Bir kapanmışlık ve eve sürgün edildiğimiz günlerde edebiyat ve sanatı takip ediyor musunuz? Ediyorsanız korku veren zamanla nasıl bir bağ kurarak etkileniyorsunuz?

Roman okuyorum, hikaye okuyorum ama dediğim gibi korona öncesine göre daha az olabilir. Mesela altı-yedi sene önce aldığım ve bir türlü okuyamadığım bir romanın bugün birden zamanını bulması da tuhaf geliyor, kendi içinde bir hikaye gibi bu da. Nasıl sessiz bir bekleyiş evin köşesinde...

"KONTROLSÜZLÜĞÜ ARIYORUM"


O gün sokağa çıktığınızda ne yapmak istiyorsunuz? Neyi özlediniz ya da özlemediğiniz şeyler neler?

Ne yazık ki “Buyrun, artık sarılıp öpüşebilirsiniz, eski hayatımıza dönüyoruz” gibi bir “o gün” olmayacak. Kademeli bir çözülme belki. Bu da “Oh, artık bitti” ferahlığını bizden esirgeyecek, en azından kısa ve orta vadede. Buna hazırlamamalıyız kendimizi. Çok kişi için geçerlidir, tabii ki kocaman masaları, sevdiğin insanlarla birlikte yeme içmenin şen halini özledim. Sarılamamak, dokunamamak tuhaf. Kontrolsüzlüğü arıyorum. Düşünmeden yürümeyi, sokakta düşünmeden nefes almayı hatta. Bu kadar bilinçli hareket etme yükümlülüğü bitkin düşürüyor insanı. Ama bir şeyi dana çok özlediğim fark ettim, meğer sokakta yiyip içmeyi çok severmişim. Yürürken bir simit kapıp yiyeyim, cebimden ağzıma fındık fıstık atayım, gözüme kestirdiğim bir banka oturup çantamdan kurabiye çıkarayım, çimenlere yayılıp elma, armut yiyeyim... Sandığımdan da çok seviyormuşum.

Son günlerde yazdığınız ya da çizdiğiniz herhangi bir şeyin bir kısmını bizimle paylaşır mısınız? 


Reklam


Yazı dizisi haftada dört gün sürüyor, bu yüzden aslında yazdıklarım sürekli yayımlanıyor. Onun dışında başka bir şey yazamıyorum, birer ikişer cümlelik notlar alıyorum bazen. Bir de bu süreçte gerçek bir market fobisi geliştiğinden, işimi içeride çabuk göreyim diye haftalık alışveriş listeleri var yazdığım tabii.


Editör: Haber Merkezi