İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” başlıklı bir araştırma yayımladı. Araştırmanın koordinatörlüğünü İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Erdoğan üstlendi. 16 ilde 2 bin 4 yetişkinle yüz yüze görüşmeler yapıldı. Araştırmanın sonuçları medyada da epey konuşuldu. Özetle, Suriyelilerin bir an önce eve dönmesi isteniyor. Kişiye en uzak parti HDP. İşsizlik en büyük korku fakat Türkiye’nin gidişatı o kadar da kötü değil! Orduya güven yüksek ama 15 Temmuz’da büyük kırılganlık yaşanmış... Bu sonuçların nedenlerini, kutuplaşmanın boyutunu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Erdoğan ile konuştuk...

Erdoğan, insanların alışık olduğunun, bildiğinin aksine bir fikir ile karşılaşmak istemediğine o nedenle yeni fikirlere kapalı olduğuna işaret etti. Referandum tarzı seçimlerin kutuplaşmayı daha çok arttırdığına dikkat çeken Erdoğan önümüzdeki dönemin seçimler dönemi olduğunu hatırlatarak, kutuplaşmanın daha da körüklenebileceğine işaret etti. Erdoğan ayrıca her parti liderinin seçim kazanmak gibi bir derdi olduğunu, bu nedenle kutuplaşmadan beslendiğini işaret ederken, “kaybeden biz insanlar oluyor” uyarısında bulundu.

Araştırmanın sonuçlarını değerlendirmeniz ile başlayalım... Kutuplaşmadan kastınız nedir? Ulaşmak istediğiniz sonuç neydi?
2015 kasım ayında da bir çalışma yaptık tam seçim sonrasıydı. Bu çalışmayı iki sene sonra yapmış olduk. Türkiye’de bir kutuplaşma var ama nasıl bir kutuplaşma var? Neden bahsediliyor? Amacımız buydu. İkinci araştırmada ise kutuplaşma konusunda ne değişti... Kutuplaşmadan kastımız; partiler arası kutuplaşma. Dünyaya bakış açımızın siyasal partiye olan aidiyetler ile belirlenmesi. Yani, ben bir konu ile karşılaştığımda o konunun iyisine kötüsüne bakmıyorum. Bu konuyu benim partimin destekleyip desteklemediğine bakıyorum. İç politika dış politika, ekonomi... Partim destekliyorsa destekliyorum, desteklemiyorsa desteklemiyorum. Bu durum hayatı kolaylaştırıyor.Ama öteki taraftan da yan etkileri oluyor. Birinci yan etkisi; ideal demokrasi tanımından sapması. İnsanlar önüne gelen konuyu tartışır, arkadaşlarına danışır, böyle karar verirken bunu karar verme süreci bertaraf oluyor. İkincisi bunu mümkün kılan mekanizmaların yan etkileri var. Siyasal partilerin bir kimliğe dönüşmüş olması. Normalde A, B, C partileri var. Benim de bir tercihim var. Bugün A yarın B olabilir... ama futbol takımı tutar gibi; o kadar bağımlıyım ki A partisi ne yaparsa yapsın onu destekliyorum. Dolayısıyla A partisi, geçmişte bir politikayı yaparken destekliyorum. Sonra o politikayı değiştiriyor, yine destekliyorum. Çünkü önemli olan o politika değil. Sarı kırmızı forma giymiş gibi; o halde mantıksal olarak sarı lacivertlileri sevmemek demek bu... İşte bizim araştırdığımız şey bu.

Siyasi parti kimlikleri yüzünden de insanlar arasında mesafenin artması söz konusu. İşte insanlar bu nedenle birbiriyle komşu olmak istemiyor. İnsanlar konuşmuyorlar bile, farklı görüş sahipleriyle bir araya gelmiyorlar. Çünkü farklı görüş sahibiyle bir araya gelse; o çok bağlandığı görüş sarsılacak.

Neden farklı görüş istemiyor?
Hayatı çok kolaylaştırıcı böyle olmak. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. O kadar hızlı kaygan akışkan bir şeyin içindeyiz ki; medya o kadar farklı şeyler söylüyor ki bize. Bizim basit çözümlere ihtiyacımız var. Siyasetçiler de basit şeyler söylüyor. “Siyah ve beyaz” diyorlar. Başka bir şeye bakmaya gerek yok. Vatandaş olarak çok konforlu bir hayat bu. 2017’de olanları düşünün. Terör saldırıları, 15 Temmuz, referandum.. Bu kadar karmaşık bir dünyada ben liderimin söylediğine yapışayım ‘Benim için yeterli’ diyen insanlar var.

2 yıl önce yaptığınız araştırmanın sonuçlarına bakınca, bugünkü sonuçları öngörüyor muydunuz?
Biz aslında ‘Hangi parti taraftarına uzak hissediyorsunuz’u anlamak istedik... Buna bakınca değişmiyor. Sonuçlar hemen hemen aynı kalmış, ben değişmesini beklerdim. Demek ki bu konjonktürel değil. Daha uzun süreli bir meseleymiş bunun değişmesi.
Bir de bu çalışmada 15 Temmuz’un ciddi bir kırılma yarattığını gördüm. Hangi siyasi eylemlere katıldınız diye soruyoruz. Eylemlere katılmayan bir toplumuz. 15 Temmuz’a Ak Partililerin yüzde 43’ü katılmış. 15 Temmuz kolektif hafızamızda yer edinmiş. Ak Parti tabanında daha çok edinmiş. Bu çok önemli, çünkü kimlik dediğiniz şey bir mağduriyete dayanır. Ak Parti seçmeni için de 15 Temmuz büyük bir mağduriyet, aynı zamanda da aslında bir zafer. O mağduriyet ve zafer üzerinden siyasal kimliği inşa ediyorlar, o kimlik; Müslüman olmak, dindar olmak, muhafazakar olmak Türk olmak. MHP’de burada; bu yeni bir saflaşmanın olduğunu gösteriyor. Bu saflaşmanın da ekseninde sembolik olarak 15 Temmuz var.

Araştırmaları yaptığınız kasım- aralık ayında Türkiye gündemine şöyle bir baktım... Zarrab davası, Man Adaları belgeleri, Kudüs’ün başkent ilan edilmesi, Asgari ücret toplantıları ve KHK’ler tam bu aylarda gündem olmuş... Epey gergin zamanlar... Bütün bu gündem karmaşasının etkisi var mıdır cevaplarda?
‘Yankı odası’ diye bir kavram var. Yankı odası şu: Duyduğunuz tek ses kendi sesiniz. Sadece kendi görüşünüzü yansıtan gazeteleri- televizyonları izliyor/okuyorsunuz. Sadece kendi görüşünüzü yansıtan kişileri okuyorsunuz. Onları Twitter’da Facebook’ta takip ediyorsunuz. Arkadaşlarınızın görüşleri neredeyse sizinle aynı. Dolayısıyla başka görüş duymuyorsunuz. Medyanın şöyle bir gerçeklik inşa işlemi var. Bunu küçümsememek lazım. İnsanların dünyayı algılamak için çok fazla şansları yok. İnsanlar çok fazla kişi görmezler. Bu nedenle dünya görüşünün çok azı doğrudan deneyimden kaynaklanır. Dünya hakkındaki yargıların çoğunu dolaylı deneyimlerden elde eder. Bunu da medya oluşturur. Mesela medyanın az temsil ettiği olgular var. Yaşlılar, etnik azınlıklar, LGBTİ bireyler... Yankı odasına girdiğiniz zaman siz. Dünyayı böyle algılıyorsunuz. Herkes sizin gibi düşünüyor. Man Adası belgeleri; Herkes sizin gibi düşünüyor diye düşünün... Siz dünyanın böyle olduğunu düşündüğünüz zaman sizinle aynı görüşü düşünmeyen insanları sapma olarak görürsünüz.. Eskiden kutuplaşma var mıydı? Vardı tabi ama eskiden Twitter yoktu. Facebook yoktu böyle bir dünya yoktu. Her şey ilk defa olur aslında, karşılaştıramayız. 1978’in dünyası değil bu. Farklı bir dünyada yaşıyoruz biz. Yeni bir bilgiyi hazmetme kapasitesi çok az. Bunu istemiyor kişi. Alışık olduğunun dışında bir şey görmek istemiyor kişi. Televizyonlar da bunu sağlıyor. Sıradan siyasetçinin fıtratı bu, çünkü o seçim kazanmak istiyor.

‘Kutuplaşma,’ siyasetçinin biraz da işine mi geliyor? Yani mesela, iktidar partisi kutuplaştırarak varlığını daha mı sağlamlaştırıyor?
Her iktidarın buna ihtiyacı var. Sadece ülke yönetmek olarak düşünmeyin iktidarı. Ülkeyi, yönetmekten, partiyi yönetmekten, evi yönetmeye kadar gider bu iş. Hiçbir akıllı siyasetçi de kutuplaşmayı azaltmak istemez. İşini o kadar kolaylaştırır ki. Tamam şu an Türkiye’deki iktidar sahipleri bunu yapıyor. Ama bunu sade Türkiye’deki iktidara bağlamak kolaycılık olur. Bunda hepimizin kusuru var. Siyasiler bunu yapacaklar zaten. Çıkar var çünkü. Biz bireysel olarak farklı görüşleri almaktan vazgeçerek biz de buna yardımcı oluyoruz. Afrin operasyonuna bakın. İnsanlar kanaatlerini nasıl oluşturuyorlar. “O cici, bu kaka”. Siyasetçinin fıtratı bu, kutuplaştırmayı yapar çünkü o seçim kazanmak istiyor ama insan olarak biz kaybediyoruz . Biz ne yapacağız. Mesele biz internette karşılaştığımız görüşleri doğrulatıyor muyuz? Yoksa ‘Benim görüşümü yansıtıyor’ diye, mesela bir araştırma sonucuna atlayacak mıyız. Evet iktidar partisinin payı büyük. Ama yerel iktidarlar da yapıyor. Böl yönet...

'REFERANDUMLAR TOPLUMU BÖLER'

Şimdi kutuplaşmanın sembolü oldu ama Gezi zamanı ya da çözüm sürecinin olduğu zamanlar daha ılımlıydı Türkiye. Bu soruları o zaman sorsaydınız nasıl bir tablo çıkardı sizce...
’90’lardan örnek verelim. İyi bir dönem değildi ’90’lar ama düşünce çeşitliliği vardı. Orta sağ daha kuvvetliydi. Bir gazetede her türlü görüşle karşılaşabiliyordun. Ama 2000’lerde hele ki 2010 referandumu ile beraber bu, tamamen değişti. Bazı sanatçılara karşı yapılan saldırıları falan düşünün. Referandumlar ve referandum benzeri seçimler toplumu böler. Çünkü burada, bir kazanan bir kaybeden vardır. Her iki tarafın da kazandığı bir durum olmaz. Bunu sürekli yaparsanız, mesafeyi açarsınız

O zaman önümüzdeki dönem yeni bir seçim dönemine giriyoruz. Hem de üst üste... Kutuplaşmanın daha da artacağının işareti diyebilir miyiz?
Evet diyebiliriz, daha önce söylediğimiz gibi, referandumlar ve referandum tarzı seçimler kutuplaşmayı arttırır, en azından azaltmayacağı bekliyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanlığı ve aynı anda gerçekleştirilecek parlamento seçimleri, tek kazananın olduğu, geri kalanların kaybedeceği tarz seçimler olacak. Bu da kutuplaşmayı seven siyasetçiler için bereketli bir zemin oluşturuyor.

Araştırmanızda insanların OHAL ile ilgili sosyal medyadan görüş belirtirken çekindiğine yer vermişsiniz...
Çünkü sosyal medyada ‘Durun izah edeyim’ deme şansı yok... Bir dakikada gidersiniz... Sayısız örneğini gördük. Yanlış tweet atmış, yanlış anlaşıldığını söylüyor ama attınız bitti.

İŞSİZLİK KORKULU RÜYA
İşsizlik Türkiye’nin en önemli sorunu olarak gündeme gelmiş. Araştırmaya katılanların yarıdan fazlası kriz korkusu yaşıyor. Buna karşın ‘Ülkemizin durumu iyiye gidiyor’ diyenlerin oranı da epey yüksek (yüzde 48) Bu bir çelişki değil mi neden böyle çıkmış olabilir sonuçlar?
Kişi, enflasyon ya da işsizlik rakamlarını bile siyasi parti aidiyetine göre belirliyor. Gerçek işsizlik oranını söylüyorsun. “Ay yok bu değildir” diyor... Halbuki siz mesela işsizliğin sorumlusu olarak hükümeti görüyorsunuz.

Başka bir çalışma için Adana’ya gittik... Adana gerçekten işsizlik konusunda sorun yaşayan bir il. Ama sorumlu olarak kimi görüyorlar. Suriyelileri. İşsizliğin gerçekten Suriyelilerden kaynaklı olduğunu düşünüyor ama bunlar beyaz yakalı... Bir beyaz yakalının işsizliğinin nedeninin Suriyeli olması imkansız. İşsizliğin nedeni Suriyeliler değil, Adana’nın yapısal coğrafi sorunları... Bir ırkçı lider çıkıp sokaklarda bu insanları Suriyelilere saldırtabilir. Halbuki sorumlu kim. Sanayici, burjuvazi, devlet... Orayı bu hale getirenler...

SURİYELİLER KONUSUNDA AKP DE CHP’DE ORTAK!
Suriyelilerin evlerine dönmesi’ ortaklığın en geniş görüldüğü konu. CHP lideri de bunu çok sık dile getiriyor. AKP ise görünürde Suriyelilere ev sahipliği yapmakla övünüyor. Fakat her iki partide de ‘Evlerine dönsünler’ diyenlerin oranı çok yüksek... Burada nasıl etkenler girmiş olabilir. Tek başına liderin söylediğine bakılmamış...
Anlamsız bir liberal ilericilikle popülizm arasına sıkışmış durumdayız ve gerçek sorunlarımızı tartışmıyoruz. Kriz halindeyiz ve bunun sorumlusunu Suriyeliler olarak gösteriyorlar. Mesela üniversitelerin durumu belli. Bunun sorumlusu da “Suriyeliler” deniyor. Halbuki olamaz hepi topu 5 bin Suriyeli okuyor. 5 bin Suriyelinin okuması hiçbir sisteme yük getirmez.
Bakın bu iki partinin seçmenleri hiçbir konuda yan yana gelmiyor ama Suriyeliler konusunda geliyor. Hepimiz birbirimizle tartışıyoruz ama araya başkası girince hemen ona karşı mesafemizi koruyoruz birlikte... İşte burada da günah keçisi Suriyeli oluyor.
“Savaş bitsin hemen ardından dönsün” istiyorlar. Mülteci hakkı demek, geri dönme hakkını da belirleme demek. Siz onu da geri almak istiyorsunuz.

AKP’de ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Suriyelilere evimizi açtık ‘ diyor sürekli ama seçmen rahatsız... Burada liderin söylediğinin aksi yönünde bir tutum mu almış oluyor...
Başka bir çalışmada AKP, MHP, CHP, HDP diye karma grup yaptık çalışmayı yaparken. Suriyelileri bu kadar eleştiren Ak Partililerin, diğer parti taraftarları ile bir araya geldiklerinde Suriyelileri nasıl savunduklarını görmeniz lazım. “Kendi aramızda eleştiririz” mantığıyla yaklaşıyorlar. Aileyiz sanki... Ama dışarıda eleştirmeyiz... Yanlışlık burada. Siyasi parti aile değildir.

15 TEMMUZ KIRILMA NOKTASI
15 Temmuz gibi bir süreç yaşandı. Askeri bir darbe girişimi söz konusuydu. Fakat, en çok güvenilen kurumların başında ordu geliyor. Bu nasıl oluyor?
Ordu bir mit Türkiye’de. Ordusunu da seven bir milletiz. “Bunu yapan da bizim ordumuzdan değildir” anlayışı var. Tamam askerler yaptı bu darbe girişimini ama buradaki mesele askerlerim değildi. ‘Kötü ordu’ yaptı bunu... Bu konuda da ortaklaşma var. Cumhurbaşkanlığı, parlamentodan daha fazla güveniyorlar. Olmayan ortaklaşma orduda da var.

Avrupa’ya öfke var; Osmanlı dönemine benzetilmiş çalışmanızda... Sevr sendromu diye tarif ediyorsunuz ve epey yüksek oranlar.
Sevr sendromunu 2003 yılından beri soruyoruz. Son iki yılda patlamış Sevr sendromu. Her parti seçmeninde artmış hem de. Darbe girişimi sonrasında AB günah keçisi sayıldı medya tarafından. Tabii AB’nin de düzgün davranmadığını kabul delim. Darbe ile mücadele konusunda Türkiye kenetlenmişken AB yüzeysel açıklamalar yaptı. Referandum sonrasındaki davranış da keza öyle... Şu an AB’ye girmeyi isteyenlerin oranı çok düşük AB’nin ‘iki yüzlü’ tavrının etkisi büyük bunda. AB’nin 15 Temmuz’un anlamını anlayamadığını düşünüyorum. Türkiye tarafından da AB’ye dönük sert dil kullanılınca sonuç ortada. Karşılıklı yani.

FRENE BASIP BASMAMAK SİZİN PROBLEMİNİZ
Bu kadar kutuplaşma nasıl sonuçlara yol açar... İçeride ve dışarıda ‘Dostumuz yok’ mantığından nasıl kurtuluruz... ’Normalleşmenin’ bir reçetesi var mı?
Burada sorumluluk kime düşüyor. Normal bir ülkede medyaya düşerdi... Sivil topluma düşerdi... Ama Türkiye’de de herkesin kendi medyası, kendi sivil toplumu var. Bireylere düşer. Ne o ne bu... “Ne siyah, ne beyaz” demeyecek bireylere düşüyor. Zor çok zor ...
Yokuş aşağı gidiyorsunuz. Frene basıp basmamak sizin probleminiz. Eğer basmazsanız frene kimse basmayacak.

Böyle bir ortamda nasıl frene basılacak ki ... İnsanlar yokuş aşağı gittiğinin farkında değil.
Yok demek sorunu inkar demek... Kutuplaşma olduğunu görmek gerekiyor. Ben acaba ötekileştiriyor muyum? Ben ne kadar farklı insanları dinliyorum. Biz ne kadar diğerinin siyasi kaygılarına hak verir pozisyondayız... Bu tür bireysel çabalarla üstesinden gelebiliriz. Belki biri çıkar birbirimizi anlamamız lazım der ama “o bidon kafalı”, “o kibirli” demeyi bırakın. “İnsan” olarak bakınca zaten algılarımız değişir.

kaynak: Evrensel
Editör: Haber Merkezi