#DoğuTürkiyedeZulümVar Çin’in Uygur bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri yıllardır çeşitli baskı, sindirme ve yok etme politikasına karşı direnmekteler. Çin devleti bölgedeki Türklerin diline ve dinine yasak koymuş durumda.

 

 

 

#DoğuTürkiyedeZulümVar

Çin’in Uygur bölgesinde yaşayan Uygur Türkleri yıllardır çeşitli baskı, sindirme ve yok etme politikasına karşı direnmekteler. Çin devleti bölgedeki Türklerin diline ve dinine yasak koymuş durumda. Evlerinde bulunan dini motifler suç unsuru sayılmakta. Tank ve tüfeklerle evleri yıkılmak suretiyle farklı bölgelere göç ettiriliyorlar. Tüm bunlar yaşanırken dünya elbette izliyor.

Çin devletinin ağır bir asimilasyon programını devreye soktuğunu gören gözler görecektir.

Çin; fişleme, dil ve dini yasaklamak gibi insanlık suçları işliyor. Polisle çatışan Türk gençlerini taciz tecavüz gibi yine insan ruhuna uymayan uygulamalarda bulunuyorlar. Bir savaş suçu olan sivillere ateş açmak gibi suçlar ise sıradanlaşmış durumda. Neredeyse çıkan her olayda polis sivile zarar veriyor.

Uygur Türkleri özerk bölgelerini ilan etmiş olsa da devletsiz ve sahipsiz olmaları zulümleri engelleyemiyor.

Sincan bölgesinde ve Çin'in değişik yerlerinde gerçekleşen saldırıların ardından bu eylemlerden Uygurları sorumlu tutan Çin, 2014 yılından itibaren 'teröre karşı halk mücadelesi' adı altında yeni bir süreç başlattı. Her zaman olduğu gibi sorumlu tutulması gereken devlet bunu bir “terör” gibi lanse ediyor. Halkın dilini, dinini, insani haklarını, geleceğini koruma altına almak istemesi “terör” olarak adlandırılıyor. Dolayısıyla bölge halkı da “terörist”. Halk kültürünü korumak için çabalasada, Doğu Türkistan'daki camilerin tamamının üzerinde, Komünist Parti'ye bağlılık bildiren "Partiyi sev", "Ülkeyi sev" gibi devasa propaganda afişleri asılı ve bu işleri zorlaştırıyor.

Çin devleti farklı gördüğü herkes için bu insanlık ayıbı uygulamaları sürdürmeye devam edecek gibi…

İnternete röportaj veren bir Uygur Türkü “farklılık” kelimesini şöyle tanımlıyor; “Farklılık Çin devleti için bir tehdittir. Dolayısıyla Çinlilere göre Çinlilerle yaşamanın tek çıkar yolu ya Çinlileşmek (asimile) ya da yok olmaktır.”

Bir halk düşünün ki dilini konuşamıyor ve dolayısıyla koruyamıyor.

Ya büyükşehirlere göç ediyor ya da devlet saldırıları ile yaşamını yitiriyor.

Okulları yok, var olanlarda Çin devletinin ve Komünist partinin idarecileri öğrencilerini kendi fikirlerince yetiştiriyorlar. Onlara asıl suçlunun hakkını arayan Türkler olduğunu anlatıyorlar.

Elbette bunlar yaşanıyor ve duyarlı her hümanist gibi bizde gereken tepkiyi çıkarıyoruz ve çıkarmalıyız da. Ancak bu tepkiyi kendi devletimize bakmadan kendimizi süzgeçten geçirmeden yapamayız. Bu yazıyı okuyan Türk vatandaşları elbette yukarıdaki ayıpların yaşandığına hak veriyorlardır, ancak var olan bir gerçek de var ki o da yukarda saydığım insanlık ayıplarının cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’de zaten yaşanıyor olmasıdır. Ancak bizler geçmişimize utanıp gelecek için daha iyi kararları beraber almak varken daha beteriyle yola devam ediyoruz. Yok sayıyor, asimile ediyor, ya evlerini başlarına yıkıyor ya da öldürüyoruz.

Hâlâ barış isteyen halkı görmezden geliyoruz.

Bu dilekleri sıralarken elbette ruhunu paraya ve statüye satmış insanlar bunların yalan olduklarını iddia edeceklerdir. Tıpkı Çin devletinin siyasileri ve halkı gibi. Ama şu unutulmamalıdır ki; Devletler er ya da geç çöker ve yok olur. Onlar insan gibidir doğar büyür ve ölür. Ama insanlık denilen şey dünya var olduğu sürece devam edecek ve bizler seneler sonra arkaya baktığımızda utanmaya devam edeceğiz.

Daha çok utanalım, yüzümüz düşsün ancak bu utanç artık bir şeyleri değiştirsin.