ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; Çocukların 3 yaşından önce kreşe gönderilmemesi, ev içinde belli bir psikolojik ve fiziksel olgunluğa eriştirilmesi tavsiyeleri yapılıyor. Ancak bu tavsiyeler çocuğun sosyalleşmesini yok sayıyor.

EKMEK ve GÜL Dr. Deniz Arzuk;



Bu yazı dizisine başlarken, “Memlekete dönersek Umut’u gönderecek kreş bulabilecek miyiz?” sorusuna cevap aradığımdan bahsetmiştim. İnternete erişimi olan her ebeveyn gibi ben de bu soruma cevap bulmak için bir arama motoruna “2 yaş kreş” yazdım. Ve tabii sanki “baş ağrısı” yazıp aratmışım gibi bu aramanın sonucunda da bilgisayarımın ekranına yüzlerce felaket senaryosu döküldü. Profesyonel ebeveynler, hikmeti kendinden menkul uzmanlar ve köşe yazarlarından oluşan koca bir ordu, bu korkunç yanlıştan bir an evvel dönmem için beni uyarıyordu.

Ebeveyn bloglarına, haber sitelerine ve forumlara hakim olan bu “uzman” görüşüne göre çocuklara en az üç yaşına kadar evde, tercihen de anneleri tarafından bakılmalı. Gelin bu tavsiyeyi yapan metinlerden birine, Türkiye’den Birgün’e siyasi yelpazenin her yanından gezeteye bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmış olan şu yazıya yakından bakalım. Söz konusu yazı farklı kaynaklarda özel bir hastane zincirinin farklı kentlerdeki şubelerinde çalışan, farklı tıbbi uzmanlık alanlarındadan farklı isimlere atfedilmiş. Hastanenin kendi sitesinde bile aynı yazı birden farklı imzayla yayımlanmış, o yüzden kimin ne amaçla yazdığını bilemiyoruz. Gerçi yazı öyle çok mecrada yayılmış, öyle anonimleşmiş ki ilk kimin yazdığı çok da önemli değil.

Genellikle “Çocuğunuzu 3 yaşından önce kreşe göndermeyin” başlığıyla yayımlanan yazı, “Eğer olağanüstü bir durum söz konusu değilse; çocukları 2.5 -3 yaşından önce aile ortamından ayırmamalı ve okul öncesi kuruluşlara kayıt ettirme kararı aceleyle verilmemelidir” cümlesiyle başlıyor. Ardından da çocukların kreşe gitmeye hazır olmaları için yerine getirmesi gereken birtakım şartlar sıralanıyor. Bu şartlardan biri çocuğun konuşabilmesi, “O beni dövdü” “Öğretmen bana kızdı” “Teyze yemek vermedi” gibi ebeveynlerin kanını donduracak cümleler kurabilmesi. Kreş dediğimizde aklımıza güvensiz, denetimsiz, çocuğun her an aç bırakılabileceği, dayak yiyebileceği yerlerin gelmesi gerekiyor çünkü.

Çocukların yerine getirmesi gereken diğer şartlar, kişisel temizlikten üç tekerli bisiklete binebilmeye, uzun konsantrasyon sürelerinden sayı sayabilmeye kadar çeşitli becerileri kapsayan uzun bir liste halinde sıralanmış. Bu hedeflere bedensel ve gelişimsel olarak hiçbir zaman ulaşamayacak olan çocukların ne yapması gerektiğine dair herhangi bir görüş bulamıyoruz. Oysa ki kreş denen kurum çocukların belli şartları karşılamasını beklemez, onlara ihtiyaçlarına göre hizmet verir. Dahası, bir çocuğun kreşe gitmek için fiziksel, ruhsal ve toplumsal olgunluğa erişmesi gerekmez çünkü kreş çocukları tam da bu becerilerle donatmaya yönelik bir kurumdur.

Yazıda dile getirilen “Kreşe erken giden çocuklar eğitimden soğuyabilir”, “dinleme becerileri tam gelişmemiş olabileceği için öğretmenin talimatlarına uymayabilir” gibi diğer kaygılara baktığımızda ise bu kreş karşıtlığının altında anaokulu ve kreş kavramlarının birbirine karıştırılmasının yattığını anlıyoruz. Gerçekten de yazının farklı bölümlerinde kreş, anaokulu, okul öncesi eğitim, bakım kavramları eş anlamlıymış gibi birbirinin yerine kullanılmış. Oysaki kreş çocukların sınıf içinde eğitim gördüğü, öğretmenlerin talimatlarını takip ettikleri bir eğitim kurumu değildir. Kreşin amacı çocukların yetişkinler gözetiminde serbest oynaması, farklı uyaranlarla tanıştırılması, akranlarıyla ilişki kurması için fırsatlar sunulmasıdır.



Kreş ve anaokulları arasındaki farkları biraz açalım. Bir önceki yazımda Türkiye’de yasal olarak kreşler ve gündüz bakımevlerinin 0-66 ay arası çocuklara bakım sağlayan kurum, anaokulunun ise 36-66 ay arası çocuklara eğitim veren kurum olarak tanımlandığından bahsetmiştim. Mevzuat bakım ve eğitim kurumlarını farklı sınıflandırdığı için Türkiye’de kreşler ve gündüz bakımevleri Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından, anaokulları ise Milli Eğitim Bakanlığı tarafından denetleniyor, programlar da ilgili Bakanlıklarca belirleniyor.

Bu iki başlı sistemin ebeveynler açısından en kafa karıştırıcı yanı, 3-5 yaş arasındaki çocukların nereye gönderileceği sorusu. Zira hem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bağlı gündüz bakımevleri, hem de Milli Eğitim’e bağlı anaokulları 36-66 ay arası çocuklara hizmet veriyor. Daha önce de yazdığım gibi, Türkiye’de yeterli sayıda kreş ve bakımevi yok. Anaokulları ise bakımevlerine göre çok daha yaygın kurumlar olduğu için bunlara erişmek daha kolay. 36 ayı doldurmuş çocuklar için anaokulu, özellikle de devlet anaokulu çok daha maliyetsiz bir alternatif, çoğu aile de hem bu gibi maddi sebeplerle, hem akademik kaygılarla, hem de çalışanlarının lisans mezunu olması gibi kriterlerle son derece haklı olarak anaokullarını tercih ediyorlar.

Fakat öte yandan, anaokulları eğitim kurumu statüsünde olduğu için çoğu anaokullu çocuklara bakım hizmeti verecek yeterli sayıda personel istihdam etmiyor. Anaokuluna gidecek çocuğun kendi öz bakımını kendisinin yapacağı varsayılıyor. Pratikte ise elbette durum böyle yaşanmıyor. Kendi okul yıllarınızdan da gayet iyi hatırlayacağınız üzere, ne kadar bağımsız yetiştirilmiş olsa da bir çocuğun temizlikten beslenmeye her ihtiyacını kendi başına giderebilmesi mümkün değil. Bu yüzden anaokullarında yardımcı öğretmen/sınıf annesi denen görünmez bir kadro var. Devlet anaokullarında bu görev, ailelerden gelen “bağış”larla tutulan, güvencesiz, örgütsüz, kadrosuz, en iyi ihtimalle de liselerin çocuk gelişimi bölümlerinden mezun kadınlar tarafından üstleniliyor.

Kısacası, ailelere hitaben yazılmış bu yazılar çocuğun bir şekilde ev içinde belli bir psikolojik ve fiziksel olgunluğa eriştirilmesini ve ardından anaokuluna gönderilmesini tavsiye ediyorlar. Fakat bu tavsiyeyi dinlediğinizde kreşte sosyalleşme aşamasını atlayıp, 3 yaşına kadar ailesi dışında minimum toplumsal ilişki kurarak yetişmiş bir çocuğu anaokuluna, tanımı gereği eğitim odaklı, çocukların belli bir düzen çerçevesinde hareket etmelerini bekleyen bir kuruma göndermiş oluyorsunuz. Üstelik bunu tam da çocukların bireyselleşmeye çalıştığı, bunun için de çeşitli duygu patlamaları yaşadığı bir dönemde yapıyorsunuz. Eğer sağlam sinirleriniz varsa bazı anaokulu çalışanlarının 36 aylık çocukların anaokullarına gönderilmesiyle ilgili fikirlerini ŞURADA okuyabilirsiniz.

Kaliteli, erişilebilir kreş hizmetleri talep etmek yerine ailelere çocuklarınızı kreşe göndermeyin dendiğinde çocuklar nelerden mahrum kalıyor, bu da bu dizideki üçüncü ve son yazının konusu olsun.

Editör: Haber Merkezi