31 Mart 2019 yerel seçimlerinden yaklaşık 4 ay gibi kısa bir süre geçmesinin ardından 19 Ağustos 2019’da atanan sömürge valiliği bugün birinci yılını doldurdu. Kayyım ataması sonrasında iki aylık direniş sonrasında geçmiş soruşturmalar ve iftiracının itirafları sonucunda benim tutuklanmamım üzerinden ise 303 gün geçti. Aslında bu sürece 31 Mart öncesinden bakmak gerçekleri görmek açısından daha faydalı olacaktır.

AKP, dönemin ekonomik, siyasi ve toplumsal bozulmalarından faydalanarak ve İslami bir algı yaratarak iktidara geldi. İlk belediye başkanlıkları döneminde yoksullukla mücadele adı altında toplumu fakirleştirip, yardımlara muhtaç duruma bırakıp, bunun üzerinden taraftar toplamaya başladılar. Dini söylemlerini, göstermelik Cuma namazları ve cami açılışları ile süslediler. Bu kişiler, İslami değerleri kullanarak iktidarlarını kurumlaştırdılar.

Önce dini söylemler ile toplumu kandırdılar, sonrasında ise ümmetçilik propagandası ile milliyetçiliği lanetleyip Kürt sorununu çözeceğini söylediler. Yine ekonomiyi düzelteceklerini, yolsuzluğu, yoksulluğu ve yasakları kaldıracaklarını vaat ettiler. Şimdiki düzenlerine baktığımızda ise söylemlerinin tam tersini yaptıklarını görürüz. Yolsuzlukta, yoksullukta ve yasaklarda ilk sıralara yükseldiğimizi görebiliriz.

İktidar, gerçekleri tersyüz ederek kendilerine yeni bir siyasi alan açarak; hakikati önemsizleştirip, gerçeklerin üstünü örttü. Yalan ile hakikat birbirine karıştı. Neyin yalan, neyin gerçek olduğu, toplum tarafından algılanamaz oldu. Medyayı ve devletin tüm olanaklarını da bu uğurda kullanarak, gerçeklerden uzaklaşan, yalanlarla yaşamaya alışmış bir toplum yaratmaya çalıştılar. Hakikatin önemsizleştirildiği yerde, gerçekler çok çabuk ters yüz edilebilir. Bizler, bunu birçok örnekte görebiliriz. En basitinden 15 Temmuz ile bilinenlerin ne kadarı gerçek, ne kadarı yalandır.

Ya da kayyım atanmasına sebep gösterdikleri ‘örgüte para aktarıldığına, örgüt militanlarının sanki dağdan inip belediyelerde oturup belediyeyi yönettiğine, AKP yandaşlarınca alınmayan tüm ihalelerin terör örgütlerine gittiğine ve KHK’larla hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atılan binlerce insanın terör örgütü üyesi olduğuna’ dair söylemlere baktığımızda olmayan suçlardan suçlular yaratıldığı ve hakikatin nasılda tersyüz edildiği gerçeği ile karşılaşırız.

Bu yalanlara inanan, inanmak isteyen yüz binlerce taraftar bulunabilir. HDP’li belediyelerin geçmişten günümüze kadar haklarında açılan yolsuzluk, hırsızlık gibi gerekçelerle görevden alınan başkanı olmadı. AKP, buna rağmen hukuki olarak görevden alamadıkları, yandaşlarına rant kapısı yapmak istedikleri belediyelere zorla el koyarak, sömürge valileri atayarak kendilerinin arka bahçesi yaptılar.

15 Temmuz sonrasında çıkardıkları diktatoryal yasalar ile kendi iktidarlarını sağlama almaya çalışırken, kendilerinden olmayan tüm kesimleri ise baskı, zulüm ve zor ile yok etmek istediler, ya bendensin ya da yok olursun mantığıyla sorunları çözmeye çalıştılar. Kendilerine ait olmayan kurum ve kuruluşları kapatırken, belediyelere kayyım atayarak yandaşlarını belediyelerin başına getirerek buraları kendilerinden yapmaya çalıştılar. Aslında bu yapılanlar Kürt halkının diline, kültürüne, tarihine bir saldırıdır. Yıllardan beri asimilasyoncu politikalarla soykırıma tabi tuttukları Kürtleri, yeni bir yöntem ile yok etme anlayışıydı. Kayyım atanan belediyelerde ilk olarak kadın, çocuk ve kültür bölümleri kapatılmış, Kürde dair en ufak bir emare bulunan hafıza bile silinmek istenmiştir. Irkçılık politikalarının yanında fiziksel ve kültürel bir soykırım da dayatılmıştır. Tüm bu uygulamalara karşılık Kürtler, yine geçmiş deneyimlerde olduğu gibi o dönemde direnmiş, belediyelerin sömürge valiler tarafından işgal edilmesine ve dil, kültür ve tarihlerine yapılan onca saldırıya rağmen asla geri adım atmamış, yerel yönetimleri sadece bir belediye binası olarak görmenin ötesine giderek, kazanımlarını sivil inisiyatifler ile sürdürmüşlerdir.

31 Mart yerel seçimlerine yaklaşırken böylesi bir atmosfer vardı. Dilleri yasaklanan, tüm kurumlarına kayyımlar atanan ya da kapatılan bir Kürt gerçekliği vardı. Eğer yeniden bir oluşuma giderseniz, kurum açarsanız yine tutuklar, yine kapatırız derken, belediye başkanlarını yine siz seçerseniz yine bizler kayyımlar atarız tehditlerini savuruyorlardı. Seçime çok az bir zaman kala Cumhurbaşkanının ve İçişleri Bakanı’nın açıklamaları, tamamen antidemokratik ve faşist karakterliydi. Kürtler, yine tehdit edilmiş, Kürt illerindeki seçimlerde eğer AKP çıkmazsa yeniden kayyım atayacakları ilan edilmişti. Böylesine faşizan uygulamaların gölgesinde seçimler yapıldı. Bizler, kayyımın atanacağını biliyorduk. Buna rağmen aday olduk. Milletvekili olduğumuz halde, vekilliklerimizi bir kenara bırakıp, kayyım atanacağını bildiğimiz halde belediye başkanlıklarına aday olduk. Çünkü bu tehditlere, bu söylemlere pabuç bıkamazdık. Böylesine faşizan uygulamalara karşı, direniş göstermeliydik. Korkudan korkmamalı, aksine korkuyu halkların da desteğiyle korkutmalıydık.

Seçim döneminde devletin tüm olanaklarını kullanan iktidar partisi vardı. Karşısında ise halklar vardı. Halkların propaganda bile yapmasına izin vermiyorlardı. Köylere, kentlere girişleri yasaklanıyor, yöneticileri gözaltına alarak tehditler ediliyor, mitinge gelenlere gözdağı veriliyordu. Sandıklarda hile yapılacağı günler öncesinden konuşuluyordu. Tüm bu zorluklara rağmen seçime gidildi ve seçim, halkların galibiyeti, iktidarın mağlubiyeti ile sonuçlandı. Özellikle HDP’nin uyguladığı büyükşehirlerdeki derinlikli seçim stratejisi ile iktidar, neredeyse tüm büyükşehirleri kaybetti. Rantın, talanın yapıldığı arka bahçesini kaybeden iktidar azgınlaşarak HDP’ye daha ilk günden saldırdı. KHK’lı seçilmişlerimizi bahane ederek birçok belediyemize el koydu. Sonrasında tekrarlanan İstanbul seçimleri ve İstanbul’u kaybetmesinin ardından ise Kürtlere ve HDP’ye olan düşmanlığı bir kat daha katmerleşti. Bu yenilginin acısını HDP’den çıkarmak maksatlı kinci bir yöntem izledi. Olmayan delillerle belediyelere kayyım atamanın yollarını bulmaya çalıştılar.

303 gündür tutukluyum. Hakkımda asılsız suçlamalardan oluşan bir dosya oluşturuldu. Bu dosyayı okuyan da yok, gerçekleri dinleyen de yok. Çünkü biliyorlar bu dosyanın bir düzmeceden ibaret olduğunu, fakat mel’anet sahibi tiranlar, bir defa tutuklanmamız için talimat vermişti. Egemenler, kendilerini deşifre ettiğimizden dolayı bu bedeli bizlere ödetecekti. 31 Mart günü hezimete uğramaları, 3 yıl boyunca kayyım darbesiyle halkın elinden alınan belediyelerin halk tarafından demokratik yollarla tekrardan alınması süreciydi. 31 Mart seçimlerinden önce herkes biliyordu kayyımın kasayı boşalttığını, milyonlarca lira borç bıraktığını, yolsuzluklarını vb. ama sorun bu değildi. Bu doğru ekonomik politikalarla atlatılırdı. Borçlar ödenir, durum düzelirdi. Ama düzeltilmeyecek şeyler de vardı. İşte Kürt dili, kültürü ve tarihine yapılan saldırılar. Kapatılan birimler, işlerinden edilen binlerce emekçi ne olacaktı? Bu tahribatlar nasıl önlenecekti?

İlk olarak bu sorunlara çözümler arandı. Birde sosyal medyada yayınlanan ve ilk karşılaşmamda şaşkınlığımı gizleyemediğim altın varaklı odalarını ve banyolarını ifşa etmem, tiranvari uygulamalarını deşifre etmem tüm okların hedefi yapmıştı beni. İlk odaya girdiğimde bir an konuşamadım. Altın varaklı haremler yapmışlardı sanki kendilerine. Bir kentin nüfusunun yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında olması, binlerce on binlerce kişinin çöplerden yiyecek toplayarak yaşadığı bir kentin belediyesinin durumunun tezatlığını gördüm orada. Hele banyo milyonlarca lira harcanarak yapılmıştı. Birçok malzemenin faturası bile yoktu. Alınan rüşvetlerle yapılmıştı. Kendi zevki sefaları için yapılanları ifşa etmem, huzurlarını kaçırdı. Bundan dolayı bizimle uğraştılar. Dört ay gibi kısa bir sürede, kasası boşaltılan, emekçilerinin çoğunun işten çıkarıldığı bir belediyenin tüm çalışmalarına engel olundu. Bir işçi alımının bile yapılmasına izin verilmedi. Ama bizler, bu dört ay gibi kısa bir sürede kentin yüreğine dokunduk diyebiliriz. Bu yürek dokunmaları, birilerinin huzurunu kaçırdı ki uzun bir süre beklemeden hızlıca kayyım atadılar.
Selçuk Mızraklı, kayyımın şatafatlı makam odasını kameraya kaydettirip tepki göstermişti.

Kayyım sonrası bizlerin korkup sineceğimizi sandılar. Bizler, ilk günden beri halkla birlikte sokaklardaydık. İlk günlerdeki vahşice saldırılara rağmen diz çökmedik ve geri adım atmadık. Sonrasında da diplomatik girişimler, çalışmalar yaptık. Haklılığımızı anlattık. Birinci kayyım döneminin yolsuzluklarını ve yeni kayyım döneminden bir farkı olmayacağını anlattık. Halkın iradesinin yok sayıldığını, hapsedildiğini anlattık. Her geçen gün kayyımlara karşı bir tepki oluşuyordu. Bu tepki büyüdükçe tiranları, kayyım atayanları rahatsız etmeye başladı. Kayyımların toplum tarafından kabul görmediği, yapılan anketlerde de ortaya çıkmıştı. Halkın yüzde 80’i, kayyım atamalarının iktidar partisinin kaybettiği belediyeleri almak için yapılan siyasi oyunlar olduğunu söylemişti. İktidarın rantını devam ettirmek için yalanlarla atanan kayyımları ifşa ettik diye bu defa da tutuksuz yargılandığım davayı gerekçe göstererek tutuklanmamı istediler.

Tiranlar, kendilerinden olmayanları diz çöktürmek için bu tür yöntemleri yıllardır deniyorlar. Ama Kürt halkı karşısında asla başarılı olamadılar, olamayacaklar da. Bizler, niçin tutuklandığımızı ve burada ne için tutuklu olduğumuzu biliyoruz. Bundan gocunmuyoruz. Bizler, zulme boyun eğmediğimizden dolayı, çadır sarayların talimatları doğrultusunda tutuklu bulunmaktayız. On binlerce arkadaşım da benim gibi tutuklu. Hiçbirimiz pişman değiliz, diz çökmedik, çökmeyeceğiz.

Bizler, bundan sonraki dönemde sarayın talimatları doğrultusunda yıllarca ceza alacağımızı biliyorduk. Bizler cezalardan asla korkmadık. Bizler bu halkın değerlerine sahip çıkmaya devam edeceğiz. Bu değerlere ve bu halka asla ihanet etmedik, etmeyeceğiz. Bizler içerde, sizler dışarıda bu zulüm krallığının bir an önce çökmesi için çalışacağız. Demokrasiye olan inancımızla, demokratik değerlerimizle bunu başaracağız.




* Tutuklu Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı

( Gazete Karınca )
Editör: Haber Merkezi