Başlangıçtan itibaren arar insan. Son derece haristir, bağırır. İstediğine sahip değildir.”


Bizim olan akıp gider, henüz daha yoktur.”


Ernst Bloch’un Umut İlkesi adlı çalışması, 1651 sayfalık iki ciltten oluşan ve “tuğla” benzetmesi yapılan kitaplardan. İletişim Yayınları sanki bilinçli bir şekilde kitapların kapağında tuğla rengi kullanmış. Umut İlkesi’nin çevirisini yapan Tanıl Bora’nın yaptığı işe sadece saygı duyulur. Bu kitabın çevirisinin yapılmasında HDP Eş Genel Başkanı Prof. Mithat Sancar’ın Bora’yı teşvik etmesi ayrıca işin güzel tarafı.

Ne güzel demiş Xezal-Nizam Karaağar: “İyi kitapların tanrısı insanlık, peygamberi yazarları, havarileri çevirmenleridir.” Umut İlkesi üzerine Tanıl Bora’yı belki daha çok dinlemek gerekiyor. Bora, Bloch’u anlamak için, onun nasıl bir duygu mevsiminde yazdığını düşünmenin yararlı olacağını söylüyor. Biz bir yazı dizisi ile Umut İlkesi‘ni ve umudun kendisini tartışacağız.



Umut İlkesi Nazizmin yükseldiği ve yenildiği, Soğuk Savaş’ın olduğu, 68 olayları ve sonrasında gelişen toplumsal hareketlerin yaşandığı tarihsel momentlerde yazılmış. Bloch’un umut ilkesini yazarken böylesi “duygu mevsimlerinden geçtiğini düşünmek…” gerekiyor.

Tarih sadece bize lazım olduğunda dönüp bir şeyler alabileceğimiz bir referans bakkalı değil. Yaşadığımız andaki hakikatin bağlantılarını sağlayarak hakikatin bütün olduğu fikrine sahip olmamızı sağlayan bir zaman şeridi gibidir tarih. Her şey her zaman vardı. Sadece dalga misali bazı şeyler bazen yükselirken diğerleri alçalırdı. Bu da doğanın genel yapısının karakteristik özelliği olsa gerek. Ya da hakikati zamana bölersek parçalara ayrılmış bir hakikatle boğuşan parametrelerle karşı karşıya kalırız. Bloch bu döngüsel zaman aralıklarındaki olağan akışa olağanüstü bir dikkatle odaklanır ve belki de sıra dışı bir tarih okuması yapar. Fakat biz bu sıra dışı tarihin sürekli bir yerinde asılı duran umuda dönelim. Umuda en çok ihtiyacımız olduğu için değil, umudu yaşadığımız tüm karanlıklara rağmen aydınlık zamanlarda bile bir yaşam ilkesi olarak idrak etmek için.

Umut küçük olanda, tohumdadır


Bloch umudu yaşamda bir itkiye benzetir. Bu itki insanı ve toplumu harekete geçiren enerjinin kaynağını oluşturur. Bazen gündüz düşlerinde, bazen hayallerde bazen içi boş umutlarda bile olabilir. Burada önemli olan onu hissedebilmektir. En sade, en yalın, hiç beklemediğimiz anlarda bile bu itki küçük bir umuda dönüşebilir. Buradan bakıldığında içi boş umutların bile insanda bir motivasyon ürettiğini bilmek muhteşem bir şey. Ve o minik motivasyondan korkarak ona savaş açanların umudun gücü karşısında titremeleri ve uykularının bölünmesini bilmek.

Umut her yerde


Bloch’un Umut İlkesi boyunca umudun yanılsamayı andıran anlam dünyasına sızarak reel mümküne dönüşen hikayesinin boş bir hayalden nasıl çıktığını sabırla anlatacaktır. Bu hikayede adeta “disiplinlerarası” bir yolculuk vardır. Tarihten edebiyata, tiyatrodan resim ve müziğe, siyaset ve felsefeye akıp giden barışçıl bir yolculuk. Bloch disiplinlerarasında “Umut İlkesi” taşımacılığı yapar. Bu yolculukta ya umudu bir yerlere bırakır ya da bir şeylerden çıkarıp omuzlar. Umut onun için her şeyde olan pozitif bir anlam içerir. Burada önemli olan umudun her koşulda üretileceği, dahası insanların umudun varlığını tespit etme ve ondan enerjiyi alarak yol yürüme kabiliyetidir. Yani umut bir kural-kaide, reçete değil bir ilkedir. Umudun insan yaşamında bir ilke haline gelmesi, bir inanç şeklini alması…

Bloch’un Umut İlkesi’ndeki umudu her yerde ve her şeyde arayış serüveni. Tanıl Bora’nın dediği gibi “bir damla su için her yeri kazan bir hamaratlıktan, iştah veya iyimserlikten” kaynağını almaktadır. Yani Umut İlkesi‘nde umut kendi kendine olabilen kaderin bir nesnesi değildir. Umut için belli bir çabanın istikrarlı ilerleyişi iradenin ve kararlılığın ortaya çıkışının vesilesi olacaktır.

Umut siyaseti aşan bir olgudur


Aristo insanları “siyasal hayvanlar” olarak tanımlamıştı. İnsanların hayvanlardan ayırt edici özelliğinin siyasal olması tarihsel bir hakikatin dışavurumudur. Hayat siyasaldır ve tüm umutlarımızın altında bir siyasallığın olması doğaldır. Ancak umut, siyasal olanı aşan bir hinterlanda sahiptir. Siyasal umut ile iş tutabilse de umut zamana, ana ve salt bir ideolojiye sığdırılamaz.

Umudu bir felsefe ve politika olarak tasarlamak


Umudun politika ve diğer alanlarla ortak etkileşimi daha dikkat çekicidir. Bir politik hattın ya da bir sanat oyunu veya bir romanın umut ile kurduğu etkileşim umudun kitlelerde yaratacağı motivasyona doğrudan etkileri olur. Fakat umut salt gündelik politik strateji ve söylemlere, sanat oyunlarına veya okunan bir romana bağımlı bir nesne haline getirildiğinde koşullu bir umuda bağlanmış oluruz.

Bunun adı umut ilkesi olmaz. Haliyle ufku geniş tüm zamanlara yayılabilen bir işlevselliğe ihtiyacımız var. Bu da umudun ütopya ve reel ile ilişkisini doğru kurma ustalığımıza bağlıdır. Yani umudu bir felsefe ve politika olarak tasarlamayı becerebilme ustalığı. Bu iş eğer başarıldığında umut ilkesi ile yaşama hakim hale gelir, anın felsefesi olur, geleceği anda inşa eder ve anın bağımlı ve baskıcı otoriterliğinden kurtuluşun yolunu açar.

Umudu bir yol olarak düşlemek


Umudu bir “yol” olarak düşünmek bu felsefeye daha da ısınmamızı sağlayabilir. Vaclav Havel’in dediği gibi: “Umut, bir şeyin iyi bir neticeye varacağına kanaat getirmek değil, bir şeyin, neticesi ne olursa olsun anlamlı olduğundan emin bulunmaktır.” O zaman inanmak yolda olmakla eşdeğerdir. Ancak salt yolda olmak da yetmeyecektir. Çünkü pratik pragmatizmin kardeşidir. Oysa “Hakikat yalnız başına bir teori de ilişkisi değildir. Tamamen teori-pratik ilişkisidir.”

Umuda cüret etmek


Umudun gerçekten umut olabilmesi için hayal kırıklığına uğramış olma şartını öne sürmesi Bloch için kötülüklere ve kötü deneyimlere bir meydan okumadır. Umudun inşasında yıkıntıların tuğlalarından faydalanma arzusu insan için muhteşem bir yüzleşmenin manifestosu gibidir. Sırtını değil yüzünü çevireceksin gerçeğe ve dikenleri batsa da ondan alıp yol gideceksin. Rolf Bossart’ın dediği gibi “umudu güven verici bir rehavetten öte asıl olan ona cüret edebilmektir.” Umuda cüret ediniz, minik umutlarımızın olmasında zarar yok. Birer tohum gibi düşünün. Küçük deyip geçmeyin. Belki de tohumdur ilki ve Eckart’ın dediği gibi “Her tohumun kastı buğday, her doğumun kastı insandır” ve “Büyük çözüm anı geldiğinde tohum zayıfsa çözüm de zayıf olur.”

Umut ilkesi ile yaşamayı öğrenmek


Peki kimler insana umut verir, kimden alabiliriz umudu? Uzun bir tartışma ama her insan eğer umudu arıyorsa önce kendini yoklamalıdır; sonra da kimin varlığı umut veriyorsa projektörleri oraya çevirmelidir. Yoksullar, ezilenler adına iş yapanlar siyaset, sanat vs. Onların adına yaptıkları her neyse umut itkisinin onlar için özgürlüğe giden yolda önemli bir tutamak olduğunu unutmamalıdırlar. Ve bu tutamağın yeni yollar açtığını ve yeni mesafeler aldırdığını tarihe bakarak öğrenebiliriz. Umut halinde iken kaderciliğe ve pasifizme düşmemek reelle bağlantıları güçlü tutmak, umudu tüm zamanlara yayarak tüm zamanların sinerjisini omuzlamak için umut ilkesiyle yaşamasını öğrenmek şart.

( Mehmet Nuri Özdemir Gazete Karınca köşesinden yazdı: Umut İlkesi üzerine – I / )
Editör: Haber Merkezi