Doğanın yapma dediği şeyi yapan bakanın istifa etme kararı, icra etmesi gereken işi açıkça yanlış yapmış olmaktan kaynaklı samimi bir itiraf olup da hayata geçirilmiş olsaydı, Türkiye’nin bu kritik günlerde bilgiyi öne çıkaran bir bakış açısına transfer olmaya başladığını düşünüp umutlanabilirdik. Böyle bir istifa sağlık bakanı ve danışma kurulunun etkisinin artıp, Türk Tabipler Birliği’nin de içine dahil edileceği bir kriz yönetim sürecini başlatıyor olabilirdi

On yedinci yüzyıl Avrupası’nın akılcı azizi Baruch Spinoza’nın (1632-1677) bugüne kadar devam edegelmiş olan etkisi, onun güç ve bilgi (ya da akıl) kavramlarını Tanrı fikri içine zorla sıkıştırılmış bir uzlaşmaz ikili olarak tespit etmiş olmasından kaynaklıdır. Tanrı fikrinin bu anlamda kendiyle çelişen bir kavram olduğunu, dolayısıyla da söz konusu kavrama karşılık gelen varlığın en azından bu haliyle mevcut olamayacağını iddia etmiş olan filozof, parçası olduğu Yahudi cemaati tarafından aforoz edilmiş, kısa ömrünün büyük bölümünü fikirlerini yaygınlaştırmaktan imtina ederek geçirmek durumunda kalmıştır. Onu cemaatten dışlayan yobazlığın İslami uzantısı uzun süredir Türkiye’yi yönetmekte, bilimsel merak ve eleştirel akla verebileceği her türlü zararı verme azmini korumaktadır.

Yaşadığı sürece basılmasına izin veremediği Ethica adlı büyük yapıtında Spinoza’nın bu konuda ortaya koyduğu akıl yürütme şu şekilde özetlenebilir: Tanrı’nın hem her şeye gücü yeten hem de her şeyi bilen varlık olduğu söylenir. Ama her şeyi biliyor olan bu en akıllı varlık en azından bilmekte olduğu şeyin yasasına karşı çıkmıyor; yani sahip olduğu gücü oyunu kuralına göre oynuyor olmaktan devşiriyor olmalıdır. İşleyiş kuralını bozduğu bir şeyi biliyor olmasının bir anlamı kalmayacağına göre de bu bilginin nesnesi konumundaki doğanın Tanrı’ya kendi yasasını kabul ettiriyor olmasında yadırganacak bir şey yoktur. Zaten Tanrı’nın bizim bilemediklerimizi bilen, düşünemediklerimizi düşünebilen varlık olmasının anlamı da onun kendi gücünü yine kendi bilgisi karşısında sınırlıyor olmasında aranmalıdır.

Olaya tersinden bakıp da bu akıl yürütme silsilesini izlemeye devam edersek, her şeye gücü yeten Tanrı’nın hangi nedenle doğa yasalarını değiştirmediğini sormamız kaçınılmaz olur. Bazıları buna Lazarus’un İsa tarafından diriltilmesi ve Firavun’dan kaçan Musa’nın önünde Kızıldeniz’in ikiye ayrılması gibi mucizeleri göstererek yanıt verebilirler. Ama söz konusu mucizelerin münferit kalışı Tanrı’nın bu olaylar üzerinden doğa yasasını değiştirememiş olduğuna da delalet etmez mi? Kaldı ki, eğer bu olaylar bilinecek olan şeyi bir andan diğerine gelişigüzel bir şekilde değiştirebiliyor olsa bilgi diye bir şeyden bahsetmek mümkün olmayacak, bu da Tanrı’nın her şeyi bilen varlık olduğu iddiasının boşa çıkması anlamına gelecektir. Şu halde Tanrı ya her şeye gücü yeten mutlak bir irade değildir, ya da her şeyi bilen mutlak bir zekâ olmaktan bütünüyle uzaktır.

Covid-19 virüsü özelinde doğayla karşı karşıya geldiğimiz bu zor günlerde, mücadele aracı olarak elimizin altına gelen ilk şey bilgimiz ve aklımızken Spinoza’yı hatırlamış olmamızın garip bir yanı yoktur. Onu felsefe tarihi kitaplarının sayfaları arasından çıkartıp çağdaşımız haline getiren akıl yürütme kuşkusuz ki bizi Tanrı’nın varlığını tartışmaya sevk eden ilahi bir mülahaza değildir. Düşünce tarihinin en mümtaz figürlerinden biri tarafından Tanrı fikri içinde bir araya getirilememiş olan mutlak güç ve mutlak zekâyı sınırlı bir insan evladının varlığına sığdırmaya çalışan kolektif akıl tutulması, Türkiye ve benzeri ülkelerdeki Spinoza eksikliğinin temel göstergesi konumundadır. 10 Nisan Cuma gecesi alınan ve insanları ölüme göndermekten başka bir anlama gelmeyen o tuhaf sokağa çıkma yasağı kararı, mutlak iktidarı tek bir insana teslim etmenin zararları konusunda şimdi bir fikir vermediyse de kısa bir süre içinde acı sonuçlarını ortaya koymaya başlayacaktır. Kendi gücünün sınırını bilmeyen ya da kendi bilgisinin sınırlarını bir güce, bir imkâna dönüştüremeyen varlığın mutlak otorite rolüne soyunduğu böyle bir delilik atmosferi, karşı karşıya kalınan büyük felaket karşısındaki zihinsel ve toplumsal hazırlıksızlık halinin en net ifadesidir.

Son dört gün içinde olup bitenler bütünü görmek üzere parçaları yan yana getirmek isteyen herhangi biri açısından umut kırıcıdır. Yiyeceği ekmeği, içeceği sigarayı ve çocuğunun bezini almak için dışarı çıkmak durumunda olan insan son iki saate sıkıştırılmış olan bu hamlenin yerel yönetimleri zora sokmak için atılmış olan bir adım olduğunu hiç mi aklına getirmez? Virüs hafta sonu/hafta içi ayrımı yaparmış gibi sokağa çıkma yasağını hafta sonuyla sınırlayan köylü kurnazlığının, kendisini o iki saatte kalabalıklar içine fırlatan zihniyetle aynı rezil anlayış olduğunu hiç mi anlamaz? Bunu eleştirecek olan gazetecinin yaşayacağı tereddüt, buna itiraz edecek olan akademisyenin içine gömüldüğü suskunluk ve bunu hicvedecek olan sanatçının yakasını bırakmayan tedirginliktir onları virüsün önüne kurban olarak fırlatanlara cesaret veren. Fırlatan değil de fırlatanlar demem boşuna değildir, zira akıl, varlığıyla olsun ya da yokluğuyla, hiç fark etmez, bütün açısından bağlayıcıdır, bütünün sadece küçük bir kısmı açısından değil. Spinozacı bütünsellik paradigması işleyen ya da işlemeyen sistemlerden bahsetmeye izin verirken, aktörlerin performanslarını birer neden olarak değil sonuç olarak değerlendirmeyi gerektirir. Dindar nesil yetiştirmek üzere seferber edildiği için bilimle irtibatını kaybetmiş bir eğitim sistemi; kendini kongre turizmine kaptırmış şaşkın bir akademi; hepsi tek adamın borazanı haline gelmiş bir dolu gazete; büyük ölçüde sarıya boyanmış bir sendikacılık anlayışı ve nedensiz bir şekilde hapse tıkılan muhalefet bir araya gelince resmi tamamlayan hemen hemen bütün parçalar ortaya çıkmış olur.

Cuma gecesi yaşanan skandal, yönetimin bilgiye yaslanıyor olması gereken yerde yolunu kaybetmiş iradeye teslim edilmesinin vahim bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Bir natüralist olarak Spinoza’nın derdi Tanrı’yla değil, insanların olan biten her şeyin arkasında bir irade bulma takıntısı iledir. Sebebini öğrendiği her sonucun doğal olarak kaynağını soran insan, neden-sonuç zincirlenişinin bir noktasında hikmetinden sual olunmaz bir irade bulmadıkça rahata ermez. Söz konusu tanrısal irade ise kendini, nedense her seferinde başkaları üzerindeki etkisini kanıtlamış olan bazı kullarının varlığında somutlaştırır. Covid-19 gibi son derece somut bir tehdit karşısında yapılması gereken şey bilgiyi kullanmaktır, ne yapılması gerektiğini söyleyecek olan ağızların içine bakmak değil. Virüsün yayılma hızı ve şekline bakılarak sosyal mesafelenmenin gerekliliği konusunda yapılan uyarılar nesnenin doğası bunu gerektirdiği için doğru kabul edilirler, o ya da bu kişinin ağzından çıktıkları için değil. Süreci doğru yönetmesi için iktidara danışmanlık desteği veren bilim kurulunda cisimleşen otoritenin kaynağı kişisel irade değil, nesnel bilgidir. Sokağa çıkma yasağını iki saat önce ilan edip insanların sağlığını büyük bir tehlikeye atmak doğanın yapma dediği şeyi yapmak anlamına gelir.

Doğanın yapma dediği şeyi yapan bakanın istifa etme kararı, icra etmesi gereken işi açıkça yanlış yapmış olmaktan kaynaklı samimi bir itiraf olup da hayata geçirilmiş olsaydı, Türkiye’nin bu kritik günlerde bilgiyi öne çıkaran bir bakış açısına transfer olmaya başladığını düşünüp umutlanabilirdik. Böyle bir istifa sağlık bakanı ve danışma kurulunun etkisinin artıp, Türk Tabipler Birliği’nin de içine dahil edileceği bir kriz yönetim sürecini başlatıyor olabilirdi. Ama doğanın talimatına uymaktan başka bir şey yapmayan bilimsel aklın bu öne çıkma hamlesi, toplumsal bağlayıcılığı olan her türlü kararı doğal olguya göre değil iradi hükme göre alan zihniyeti harekete geçirmekte gecikmemiştir. Kararın sonucunda ortaya çıkması kaçınılmaz olan zarara maruz kalacak olan kesimin şikayetleri önce saray beslemesi troller, sonra da sarayın kendisi tarafından bastırılıp yok sayılmıştır.

O gece dışarı çıkmış ve sosyal mesafeyi ihlal etmiş olan takribi iki yüz elli bin kişilik kalabalığın yakın zamanda ülkeye çıkartacağı faturayı konuşmak yerine, Soylu’nun Erdoğan’a iradesini kabul ettirip etmediğini konuşmuş olmamızın tuhaflığına değinmiyorum bile. İşin bu tarafıyla ilgileneceğimizi bilirmiş gibi Erdoğan bakanının verdiği karar karşısında suskun kalıp otorite kaybetme riskine girmemiştir. Spinoza’nın diliyle konuşmaya devam edecek olursak, Erdoğan bir yüce gönüllülük jesti üzerinden Soylu’nun istifasını geri çevirerek bilginin sesini kısmış, iradenin gazını köklemiştir. O gecenin eleştirisini en sert biçimde yapan muhalif gazeteciler ve düşünce insanları bile meselenin insan hayatını karara bağlayan bilimsel bir karar olduğunu unutup, yaşananların bir iradeler savaşı olarak çözümlenmesine çanak tutmaktan geri kalmamışlardır. O gecenin sonunda hastalığın kazanacağı ivme ve bunun sonucunda yitip gitmesi muhtemel hayatların hesabı iki kişinin karşılıklı restleşmesi sonucunda karara bağlanmış, saray sakini bakanını bir anlamda affedip tekrar sahaya sürünce faturayı belki de canıyla ödeyecek olanlara susup oturmak kalmıştır. Daha bilim ve bilgi sahneyi terk etmenin ilk işaretlerini vermeye başlamışken oyunun en baba tiradlarını seslendirecek olan irade sahnedeki yerini almıştır bile. Sürecin kalan kısmında bilge Tanrı’nın mı yoksa irade Tanrısı’nın mı rol oynayacağı kaderimiz üzerinde belirleyici olacaktır. Spinoza’nın gözü üzerimizdedir.

* Yrd. Doç, 689 no’lu KHK sonucunda, ikinci dalga barış imzacılarından olduğu için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe bölümündeki görevinden uzaklaştırıldı Duvar'da yazdı
Editör: Haber Merkezi