İSTANBUL- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ; Türkiye Barış Meclis Aktivisti Hakan TAHMAZ Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı. 

"Benim ilk dikkatimi çeken ana akım medya dışındaki medyada da yer bulamayan yazar ve konuların ağırlıkta olmasıdır. Ana akım medyada oluşmuş olan gazeteci, yazar hiyerarşisine benzer bir hiyerarşi muhalif medyada da oluşmuş durumda. Farklı konular ve düşünceler kendilerine yer bulamamakta.  Farkında olmadan da olsa birbirlerine benzemeleri ise etki alanlarını sınırlıyor ” diyerek Sitenizin ise bunu amatör ruhla aşmaya çalışmasının önemle ve tizlikle üzerinde durulması gerekiyor." diyerek özgür ve özgün basının önemine vurgu yapan Hakan TAHMAZ söyleşisi derin analizleriyle sizleri bekliyor...   

 (RÖPORTAJIMIZIN DEVAMI)



Türkiye kamuoyunda demokrat kimliğinizle ve Türkiye Barış Meclisinin sözcüsü ve aktivisti olarak tanınıyorsunuz, Türkiye Barış Meclisinin oluşumunu elzem kılan Türkiye koşulları nelerdi, ne zaman kuruldu, hangi çalışmalara imza attı, Türkiye Barış Meclisi misyonunu gerçekleştirebildi mi, hali hazırda Türkiye Barış Meclisinin hali ahvali nedir?

 

Türkiye Barış Meclisi 13-14 Ocak 2007 tarihlerinde Ankara’da 360 aydın, yazar, gazeteci, akademisyen, siyasetçi ve aktivistinkatılımla gerçekleşen Türkiye Barışını Arıyor Konferansıyla oluşturulan program ve tüzük çerçevesinde 1 Eylül 2007 tarihinde kuruldu. Milliyetçi olmayan bütün muhalefet güçlerinin ve iktidar çevresinin içinde yer aldığı bir oluşumdu. Bu yönüyle bir ilk ve tüzel kişiliği olmayan yurttaş girişimiydi.

 

Türkiye’nin 17 ilinde çalışma yürüttü. Daha çok toplumu etkileyenlerini etkilemeye yönelik çalışmalar yaptı. Bunlar panel, konferans ve çalıştay biçiminde oldu.  2008 yılında 20 ilde Barış ve Yeni Anayasa başlıklı konferans yaptı.

 

Çeşitli sorunlar ve vakalarla ilgili raporlar hazırladı. İlgili kurumlarla ve kamuoyu ile paylaştı. Çözüm sürecini koşulsuz destekledi. Sürecin sağlıklı gelişmesi için diplomatik, siyasi çalışmalar yaptı. Tarafları uyarıcı ve teşvik edici girişimlerde buldu. Bazı sorunların çözümünde rol üstlendi.  Örneğin Rojava’da yaşamını yitiren Aziz Güler’in cenazesin getirilmesi gibi. 2013 ve 2014 yıllarında kurucularımız Orhan Doğan Barış Ödülü töreni düzenledi.

 

Tüzel kişiliğe sahip olmamamız çalışmalarda sorunlara yol açmasının yanı sıra çalışmanın kurumsallaşmasını da engelledi. Bunun yanı sıra kuruluş dinamizmi ve çoğulculuğunu çeşitli nedenlerle yitirmesi ve yapısal sorunların oluşması nedeniyle 2014 yılı başında yapılan değerlendirmeyle yeni bir yapılanmaya giderek tüzel kişilik oluşturma çalışması başlatıldı. 2015 Martın başında şu an başkanlığını yürüttüğüm Barış Vakfının kuruluş çalışmasını başlattık. Barış Meclisi çalışmasını durdurduk. 2 Şubat 2016 tarihinde Vakfın resmi kuruluşu gerçekleşti.

 

Çatışmaların yeniden başlaması, savaş konseptinin geliştirilmesi ve sonraki siyasal süreç barış çalışmalarımızı da büyük ölçüde baltaladı. Kimi arkadaşımız işinden oldu, kimi akademisyen arkadaşımız yurtdışına gitmek zorunda kaldı Osman Kavala gibi birçok arkadaşımız gerekçesiz ve keyfi tutuklandı. Vakıf olarak bu durumunyarattığı zorluklarla baş etmeye çalışarak çalışma yürütüyoruz. Son bir yıldır çözüm sürecininbaşarısızlığını analiz eden ve barışa yeni bir yol bulmaya çalışan iki rapor hazırlattık. Bu raporlara ve diğer çalışmalarımıza www.barisvakfi.org adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Kürtlerin Ortadoğu ve Türkiye’deki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, dünya siyasetinde Kürtler nasıl bir rol üstleniyorlar?

 

Türkiye Kürtleri içinde Ortadoğu’nun bütün Kürtleri içinde fazlasıyla kritik bir dönemdeyiz. Suriye savaşının son dönemecinde Kürtlerin başını çektiği Demokratik Suriye Güçlerinin pozisyonu ne ve nasıl olacağı sorduğunuz sorular açısından belirleyici olacaktır. Bilindiği gibi Erbil- Bağdat anlaşmazlığı sonucu gerçekleştirilen referandumda küresel ve bölgesel güçler Kürtlere karşı birleştiler. Sandıktan çıkan güçlü iradeye rağmen referandum yok sayıldıve bir dizi kazanımlar da yok edildi. Aynı şeyi Afrin operasyonunda Rojavalı Kürtler de yaşadı. Çözüm Sürecinin bitirilmesinden sonra kentlerin yıkımını,Kürt siyasetinin tasfiyesini hatta orantısız güç kullanımınıizlediler,  yer yer Türkiye’ye destek çıktılar.

 

  1. Yüzyılın Kürtlerin altın çağı olacağı öngörüsünün gerçekleşme ihtimali zayıfladı. Kürtlerin kazanımlarını sağlam kazığa bağlanmasına rıza göstermeyenler, enerji paylaşımında pay sahibi olmanın telaşı içindeki küresel güçler. Bölgesel dinamikler ve Kürtlerin geliştirdiği mücadele artık Kürtlerinilişkisinin Suriye ve Irak’la eski gibi olma ihtimalini ortadan kaldırdı. Erbil- Süleymaniye’den, RojavaŞam’dan yönetilemez. Bölge devletleri egemenlik haklarını er ya da geç Kürtlerle paylaşmak zorunda kalacaklar. Bunun hangi zaman diliminde olacağı ve nasıl bir şekil olacağını Türkiye veİran’ın bu süreçte gösterebileceği dirençle ve küresel güçlerin nereye kadar onay vereceği ile doğruda ilişkilidir.


 

Dolayısıyla sadece Kürtleri değil bölgeyi ve Türkiye’yi sıkıntılı günler, aylar, belki de yıllar bekliyor. Suriye’de de Türkiye’nin direncini, bölge ve küresel güçler aşma becerisi gösteremeden belki de bir dönen daha kapanacak, Kürtlerin haklı talepleri ertelenecek.

 

Kürt sorunun çözümünün önündeki engeller nelerdir, çözüm sürecinden bugüne tarihsel bir seyir izlediğimiz de?

 

Çözüm sürecinde anlaşıldı ki, devletin Kürt sorunu olarak algıladığı Kürtlerin silahlı varlığı ve siyasal, demokratik başkaldırmaları. Kürtlerin varlığının tanındığı ama haklarının inkâr edildiği bir akıl iktidarda. Bu akıl cumhuriyeti yeniden üretmenin ötesinde bir enerji açığa çıkaramadığı bir dönemde demokratik çözümün gelişmesi imkansızlaştı. İktidar yüz yıl önce kurulmuş devleti koruma güdüsüyle hareket ettiği için beka sorununu diri tutuyor. Devletin demokratik dönüşümüne kapalı bir barış süreci olamaz. Biz de ne yazık ki, böyle yaşandı. Barış isteyenlerin güçleri devleti ve toplumu demokratik dönüşüme zorlayacak ve başaracak bir merhalede değil.

 

Barışın gerçekleşmesinde siyasi liderlerin rolü belirleyicidir. Ancak her şey değildir. Barışın garantörü toplumlardır. Barış ya da çözüm konusunda toplumsal kesimlerde yüksel oranda istek ortaya çıktığında siyasi liderler buna boyun eğerler. Bu bakımdan barış, eşit ve özgür yaşam mücadelesinin toplumsallaşmasının esasıdır. Toplumları dönüştüren bizzat bu mücadelenin kendisidir. Kürtler bu mücadele toplumun diğer kesimlerinden hak ettikleri desteği ne yazık ki bu gün göremiyorlar.

 

 

Türkiye’nin geçmişi ve gerçekleriyle yüzleşmeden, demokratik eşitlikçi ve özgürlükçü bir gelecek kuramayacağından bahsediyorsunuz bir yazınızda. Türkiye, geçmişinde nelerle yüzleşmeli, bu yüzleşmeyi nasıl başarabilir?

 

Geçmişle yüzleşme geleceği yeni baştan tahayyül etme niyetini, hedefini içerir. Bu anlamda bir hesaplaşma değildir. Daha iyi bir gelecek kurulması amaçlandığı için öç almaveya rövanşız yaklaşımlardan uzak bir çabadır. Bir tür helalleşmedir. Onarıcı adaletin sağlanmasıdır. Evrensel hukukun egemen kılındığı bir toplumsal yaşamın oluşturulmasıdır.

 

Bu çerçevede Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi, cumhuriyetin kuruluşunun temel dinamiklerini ve felsefesinin masaya yatırılması ile başarılır. Osmanlı bakiyesi olarak kurulan devlete ulus yaratma pratikleri ve bunların yarattığı sonuçlar, izlenen yöntemler, hukuksuzluklar ve muktedirlerin muktedir olarak kalmak için başvurdukları yöntemlerin siyasal, sosyal, kültürel sonuçlarıyla yüzleşilmelidir.

 

1915 Ermeni kırımı, Kürt isyanları, Azınlıkların mübadeledesi, Dersim katliamı, Türkiye’nin darbeler tarihi, azınlıkların mal, mülklerine el konularak yaratılan sermaye birikimi, Eylül öncesinde 1 Mayıs katliamıyla başlayan siyasal cinayetler, toplumsal katliamlar, Kürt savaşı, faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler, mezarsız siyasal cinayetler gibi konular geçmişle yüzleşmenin başlıca konu başlıkları olmalıdır.

 

Ergenekon ve Balyoz soruşturması ile başlayan süreç doğru ve sağlıklı yürütülmüş olunsaydı, bugün çok ileri noktada olabilirdik. Ancak iktidarın beceriksizliği, yanlışları bunları bugün tekrar iktidar ortağı konumuna yükselti. Evladının, yakının 23 yıldır mezarını, kemiğini arayan Cumartesi İnsanlarının barışçıl oturma eylemi 700. Hafta hukuksuz ve keyfi yasaklanabildi.

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki birçok sorunun kaynağı olduğu halde liderlik koltuğunu koruyabilmesini neye bağlıyorsunuz, Türkiye’nin toplumsal yapısındaki hangi parametreler bu başarıda rol oynadı, hangi hamleler onu başkanlığa taşıdı?

 

Dört önemli faktör Recep Tayyip Erdoğan’ın koltuğunun korumasını sağlıyor. Ancak buna başarı demek ne kadar doğru bilemiyorum. Ben başarısızlığın başarısı tanımlamasını tercih ediyorum.

 

Bunlardan ilki bu süreçte AK Parti’nin üzerinde yükseldiği ve geçmiş politik zemini olan siyasal İslam ya da muhafazakâr hareketin, sınıf atlaması, sosyal, siyasal ve kültürel dönüşüm yaşamasıdır. Dün alt sınıfta yer alanlar, bugün orta sınıfa sıçradılar ve aynı zamanda yeni muhafazakâr sermaye sınıfı oluştu. İslamcı muhafazakârlar, Türkçü muhafazakârlığına terfi ettiler.  Kısaca AK Parti iktidarı süreç içinde toplumu adım adım dönüştürdü. Bu sınıf, zümre ve dinamikler elde ettikleri konumlarını yitirmemek için otoriter yönetime rıza gösteriyorlar. Dünün devlet mağduru bugün devletin sahibi konumuna yükseldiler. Bunu hiç kuşkusuz Kürt karşıtlığına, Gülenciler yerine Alperenlerin, Balyozcuların, Ergenekoncularınkalıntılarını ikame etmeye ve Türk milliyetçilerine borçlu.

 

İkincisi AK Parti, siyasette yeni sağ merkez inşa ettiği.  Kendinden önce merkez sağın çoğulcu yapısını içinde eritti ve merkez sağı daha fazla Türkçü bir noktada tahkim etti. Cumhuriyetin kurucu felsefesini kendine rehber eden Türk toplumu bu çizgiye gereğinden fazla rağbet ederek, evrensel insanlık durumuyla arasında inceden de olsa çizgi çekti. Toplumun büyük bölümü yurttaş olmayı değil tebaa olmayı yeğledi.

 

Üçüncü özellikle 2015 sonrası İslami muhafazakârların ve AK Parti’nin bu politik dönüşümü, bölgesel ve uluslararası siyasal gelişmelerle bütünleştiğinde büyük bir siyasal güç devşirmeyi başardı. Türk radikal milliyetçilerle birlikteliğini inşa ederken ana muhalefeti, beyaz aydın aklını da kısmenteslim aldı.

 

Dördüncüsü ise statükocu ana muhalefet partisinin, bu zincirini kırmayı başaramaması her seçimde Recep Tayyip Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyor. Alternatifsiz güç algısının toplumda yaygınlaşmasını ve gerçeğe dönüşmesini getiriyor.

 

Eski HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ-Selahattin Demirtaş, DBP Eş genel Başkanları Mehmet Arslan- Sebahat Tuncel ile pek çok Belediye Eş Başkanı, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, CHP PM üyesi ve Eski Milletvekili Eren Erdem gibi binlerce siyasetçi ve gazeteci, dört duvar arasında; cezaevinde kalmış bir politikacı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?

 

Türkiye demokratikleşme yolunda ilerleme ve merkeziyetçi idari yapıdan âdemi merkeziyetçi idari yapıya geçmek yerine,  mevcudu korumayı tercih ederek Kürtlerin haklarını içeride dışarıda kullanmalarına engel olmaya karar vermesiyle bunlar yaşanmaya başladı. Demokratik siyaset alanını ve muhalefeti budamaya Kürt siyasetinden başladı. Meclisi ve yerel yönetimleri işlevsizleştirdi. Buna sessiz kalanlara sıranın gelmesi çok gecikmedi. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek veren ana muhalefet,  sıra partili milletvekillerine, belediye başkanlarına geldiğinde çaresiz kaldı ve yapacak bir şeyi kalmamıştı. Keza DBP üyesi belediye başkanlarının görevden alınmasını onaylayan birçok AK Parti’li belediye başkanı da görevlerinden ağlayarak uzaklaşmak zorunda kaldıkları hafızalarda yerini koruyor olsa gerek.

 

Dünyanın her ülkesinde bütün iktidarlar savaşa ve silahlı çatışmaya karar verdiklerinde işe demokrasiyi askıya almakla, en temel hakların kullanılmasını yasaklamakla başlarlar.

 

Demokratik siyaset zemini ortadan kaldıran, zayıflatan her türden sınırlama, tedbir ve uygulama şiddet ve çatışmaya davetiye çıkarmak biçimde gelişir. Milletvekillerin keyfi ve hukuksuz tutuklanması seçmenlerde sorunların Meclis’te çözüleceğine olan inanç ve güvenlerini de zayıflamaktadır. Meclis veya demokratik zeminleri zayıflatan irade,  hükmetme iradesini elinde toplama, gayrimeşru yol ve yöntemle yönetme, iktidar etme arzusu taşıyor. Ya da sonuçları bu olur. Muhalif siyasetçileri, milletvekillerini, yerel yöneticileri cezaevlerinedoldurarak ülkeyi kolay yönettiklerini sananlar aslında yönetemez olduklarını görmekten acizler.   Ülke krizinin kronikleşmesine hizmet ediyorlar. Ülkenin normalleşmeye başlaması ve krizin ateşinin sönmeye yüz tutması siyasi tutukluların salıvermesiyle başarılabilir.  Siyasi tutuklulara özgürlük talebini yükseltmek krizin de anahtarıdır.

 

Sitemizin köşe yazarı olarak gazeteci kimliğinizle Dünya basını ve Türkiye basınını kıyasladığınız zaman gözünüze ilk çarpan farklılıklar neler oluyor, Türkiye basınını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Benim ilk dikkatimi çeken ana akım medya dışındaki medyada da yer bulamayan yazar ve konuların ağırlıkta olmasıdır. Ana akım medyada oluşmuş olan gazeteci, yazar hiyerarşisine benzer bir hiyerarşi muhalif medyada da oluşmuş durumda. Farklı konular ve düşünceler kendilerine yer bulamamakta.  Farkında olmadan da olsa birbirlerine benzemeleri ise etki alanlarını sınırlıyor. Sitenizin ise bunu amatör ruhla aşmaya çalışmasının önemle ve tizlikle üzerinde durulması gerekiyor.

Türkiye basını,  resmi medya organı olma özelliğinden büyük ölçüde arınmış değil. Aksine Pravda’ya benzeme yarışı kızışmış durumda. Bunun dışında durma çabası gösteren bir elin parmağı ile sayılabilecek basın organlarının etki alanı iseoldukça zayıf ve mecalleri büyük problemlerle boğuşmaya yetmiyor. Özcesi Türkiye’de basın, basın organı olma özelliğinden mahrum ve uzak.

Söyleşimizi yazarlığınıza değinerek bitirmek istiyoruz. Yazmak sizin için ne ifade ediyor, yazmayı hayatınızda nasıl bir yere koyuyorsunuz? Şemdinli’den Ankara’ya Kürt Sorunu, Kürt Sorununda Çözüm Önerileri ve bunları bütünleyen bir kitap olarak Necmiye Alpay ile birlikte hazırladığınız Barış Açısını Savunmak’ ta neler anlattınız, isimler kitabı anlatsa da biz sizden kısa bir özet dinleyelim; devamını merak eden okurlarımıza da kitap evlerinde kitapların onları beklediğini söyleyelim?

 

Türkiye toplumunun hafızası fazlasıyla zayıf. Türkiye’de her şey çok hızlı geliştiği gibi bir güne sığdırılan çok şey oluyor çoğu zaman.  Bu düşünceden hareketle yaşadığım ana tanıklıketmek ve söz uçar yazı kalır düşüncesinin gereğini yerine getirmeye çalışıyorum.Bir anlamda tanıklığımı yazıya dökmeye çalışıyorum.  Yazma işi aktivist yaşantımı tamamlayan bir meşguliyet benim için.

Sözünü ettiğiniz üç kitap aynı zamanda AK Parti döneminde Kürt sorunu etrafında yaşananların, izlenen politikaların kayıt altına alınmasıdır.  “Şemdinli’den Ankara’ya KürtSorunu” kitabı,  iktidar partisinin soruna adına koymaktan imtina etmekle başladığı yürüyüşüne hareketinin liderinin “Kürt sorunu benimde sorunum, büyük devlet hatalarıyla yüzleşen devletlerdir” deme serüvenini, hatalarının anlatıldı dönemi kapsar. Yorum ve analizinötesinde gözlem içerir.

Çözüm Önerileri kitabı ise 33 aydın ve yazarın Kürt sorununa dair görüşlerinden, değerlendirmelerinde ve çözüm önerilerinde oluşur. Bu nedenle bir barış aratışıdır.

Necmi Alpay’la birlikte hazırladığımız Barış Açısını Savunmak kitabı ise 2014 yılı sonundaçözüm sürecinin risklerini, olanaklarını uluslararası deneyimler ışığında analiz eden bir kitap. Bu nedenle de çözüm sürecinin krizden çıkışına hizmet etmek maksadıyla hazırlanmıştı. İddia edebilirim ki, 2013-2014 sürecini derinlikli ve kapsamlı ele alan yegâne çalışmadır. Çok farklı görüşlerden insanımızın emeğinin ürünüdür.

 

Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz…
Editör: Haber Merkezi